Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’daydım. Liberal Düşünce Topluluğu Hürriyet Akademisi’nin hafta sonu programında liberal demokrasi ve özgürlük hakkında bir sunuş yaptım. Dinleyici kitlesi çoğu Diyarbakırlı olan geri kalanları civar illerden gelen öğrencilerden ve meslek erbabı arkadaşlardan müteşekkildi. Öğrencilerin sunuşları dikkatle dinlemesi, anlatılanları kavradıklarını gösteren sorular sorup anlamlı ve değerli yorumlar yapması çok sevindiriciydi. Bu genç insanların gözlerinde geleceğin Türkiye’sinin ışıklarını görünce istikbale dair umutlarım arttı.

Şehirde kaldığın süre içinde İsmail Şanlı ile Muhammed Akar’dan ve onlara refakat eden arkadaşlarından aldığım bölgeyle ilgili bilgiler ve haberler ufkumu genişletti. Kürt meselesini anlamada mesafe kat etmemi sağladı. Genel ilkelere dayanan yorumlarla yetinmeyip alan bilgisine sahip olmanın önemini bir kere daha hatırladım.

Diyarbakır uzaktan bakıldığında insana güvenliğin olmadığı ve hayat alanının çok daraldığı bir il gibi görünüyor. Gerçekteyse hareketli ve çeşitliliğin çok zengin olduğu bir yer. Kentte sivil toplum da güçlü. Şehir insanları çok politize ve okuyup tartışmaya meraklı. Diyarbakır’da her yerde her konuda konuşabileceğiniz, tartışabileceğiniz ve kendilerinden bir şeyler öğrenebileceğiniz insanlar bulabilirsiniz. İnsanların özgüveni de şehirlerine sevgisi de yüksek. Toplantıda bir arkadaş, bu özelliğine işaret ederek, ‘Diyarbakır İstanbul’a benziyor’ deyince, bir diğeri ‘Hayır, İstanbul Diyarbakır’a benziyor’ diye düzeltti. Tek başına bu anekdot dahi şehir halkının kendini nerede konumlandırdığı hakkında bir fikir verebilir.

Ziyaretimin en mühim ve yararlı parçalarından biri, Muhammed Akar’ın çabaları sayesinde, Diyarbakır’ın kanaat önderlerinden oluşan yaklaşık 20 kişilik bir grupla sohbet etme imkânı bulmaktı. LDT heyetindeki genç ve değerli meslektaşım Yrd. Doç. Dr. Cennet Uslu ve ben bu kanaat önderleriyle yaklaşık üç saat sohbet ettik. Daha çok onları dinledik. Katılanlar arasında Devrimci Demokrat Kürt Derneği, DİYAYDER, Gönül Köprüsü Derneği, Katılıcı Demokrasi Partisi, Barış Meclisi, Özgürlük ve Sosyalizm Partisi, Azadî İnisiyatifi öncüleri veya temsilcileri vardı. Ev sahipliğini Azadî İnisiyatifi yaptı. Ben kendi hesabıma bütün konuşmalardan çok istifade ettim. Çok şey öğrendim. Farklı perspektiflerle karşılaştım. Bu sebeple toplantıda hazır bulunan arkadaşlara bir kere de buradan teşekkür ediyorum.

Diyarbakır’dan edindiğim izlenimlerden kısaca bahsetmekte, başka bir deyişle muhatap olduğumuz Kürt önderlerin ne isteyip ne istemediğini aktarmakta fayda var. Bunu yapmadan önce iki noktanın altını özenle çizmek isterim. Birincisi, çözüm süreci, çatışmaların durması, ölümlerin olmaması bölgede hissedilir bir rahatlamaya ve memnuniyete sebep olmuş. İnsanlar Kürt probleminin çözülebileceği hakkında önceki zamanlardakinden daha iyimser. İkincisi, Kürt problemini PKK – BDP çizgisine endekslemek çok yanlış. Elbette PKK – BDP oluşumu meselede söz hakkına sahip, ama bölgede kanaatler ve talepler çok geniş bir yelpazeye yayılmış. Sağlıklı bir çözüm için her kesimin ve her kanaat önderinin dinlenmesi lâzım. Bu çerçevede hem PKK – BDP çizgisine hem de T. C. Devleti’ne bir sorumluluk düşüyor: Meselenin tüm ortaklarını görmek ve kimseyi çözüm sürecinden dışlamamak.

Kürt hareketi içinde birbirinden farklı ideolojik çizgileri ve siyasî tahayyülleri olan gruplar bulunmakla beraber tüm çizgilerin ve grupların ortaklaştığı noktalar olduğunu tespit etmek de mümkün. Bundan dolayı ‘Kürtler ne istiyor ne istemiyor?’ diye sormak anlamsız değil. ‘Elçiye zeval olmaz’ deyip, Kürt önderlerin taleplerini ve görüşlerini özetleyeyim.

Kürtler son demokrasi paketini olumlu karşılıyor ama çok yetersiz buluyor. Paketin çözümden çok Kürt kesimini oyalama ve parçalama çabası olmasından endişe ediyor. Daha hızlı ve daha kesin çözümler bekliyor. Bu çerçevede, özel okullarda Kürtçe eğitimin yolunun açılmasını hem yetersiz hem de eşitliğe aykırı buluyor. Devlet okullarında nasıl Türkçe eğitim veriliyorsa aynı şekilde Kürtçe eğitim verilmesini de istiyor. Kürtler de vergi mükellefi ve Türklerden aşağı değil, bu yüzden Türklere tanınan hakkın Kürtlere de tanınması ve devlet okullarında Kürtçe eğitim yapılması gerekir diye düşünüyor. Q, w, x harflerini kullanmanın dekriminalize edilmesini iyi karşılıyor ama çok da önemli olmayan ve abartılmaması gereken bir adım olarak değerlendiriyor. Bu harflerin bölgede zaten tabelalarda kullanıldığını vurguluyor. Devletin Kürt’e düşman olduğuna inanıyor. Demokratikleşme paketini açıklarken Başbakan’ın bir kere olsun Kürt ve Kürtçe kelimesini kullanmadığına, ‘yaşayan diller’ dediğine işaret ediyor ve bunu devletteki zihniyetin değişmediğinin işareti olarak algılıyor…

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.