Barış ve Demokrasi Partisi’nin başlattığı “sivil itaatsizlik” eylemi devam ediyor.
Sivil itaatsizlik ilk bakışta “isyan, kalkışma, direniş” gibi durumları çağrıştırsa da aslında onlardan farklı bir anlama sahip. Yasaları ihlâl niteliğinde olduğu zaman bile sivil itaatsizlik kriminal bir eylem değildir. Çünkü, onun esas amacı kamu otoritesini adalete çağırmaktır ve dolayısıyla şiddete başvurmaz. Aynı zamanda, devrim ve direnişten farklı olarak, sivil itaatsizlik “sistem-içi” bir eleştiri ve hak arama yöntemidir; sistemi bağlı olduğunu deklare ettiği adalet, insan hakları ve hukuk devleti gibi değerlere saygıya çağırır.
Sivil itaatsizliği “sivil” yapan belki de en karakteristik özelliği, onun yasaları çiğnerken dahi kamu vicdanına hitap etmesi, kamunun dikkatini can yakıcı bir soruna çekmek istemesidir. Dolayısıyla, sivil itaatsizlerin hem kamu vicdanında makes bulabilecek bir davayı gütmeleri, hem de bu uğurda izledikleri yöntemin kamu vicdanını rahatsız etmemesi gerekir.
Sivil itaatsizlik ve kamu vicdanı
Kürt siyasi hareketinin cari “sivil itaatsizlik” eylemine bu açıdan bakıldığında, bununla güdülen temel amacın -yani, Kürt sorununun barışçı çözümünün- kamu vicdanında makes bulmadığı herhalde söylenemez. Bu o kadar “kamusal ilgi” meselesidir ki, hükümet de bir süre önce -her ne kadar gereğine tam olarak uygun davrandığı söylenemezse de- “Kürt Açılımı” başlatmak ihtiyacı hissetmişti. Sivil itaatsizliğin daha özel hedefleri olarak BDP’liler tarafından duyurulan “ana dilde eğitim, siyasi tutukluların serbest bırakılması, operasyonların durması ve seçim barajının kalkması” taleplerinin de bu temel amaçla kabaca uyumlu olduğu söylenebilir.
“Kabaca”, çünkü: Bir kere, “operasyonların durması” talebi devletin PKK’ya yönelik güvenlik operasyonlarını tek taraflı olarak durdurmasını kastettiği sürece, bunun Türk kamuoyu tarafından sempatiyle karşılanma ihtimali zayıftır. Onun için, bu meselede gerçekten kamu vicdanına hitap etmek isteyenlerin PKK için de aynı kategorik talebi dile getirmeleri beklenir. Öte yandan, BDP’liler bu konuda samimi iseler, bu süreçte “kamu vicdanı”nı rahatsız eden yollara başvurmamaya da özen göstermeleri gerekir ki her zaman bu özeni gösterdikleri maalesef söylenemez.
“Siyasi tutukluların serbest bırakılması” konusuna gelince, bununla KCK operasyonlarında tutuklananlara işaret edildiği anlaşılmaktadır. Ben şahsen bu talebin de sağlam bir zemin üstünde durduğu kanaatindeyim. Gerçekten de, Kürt Açılımının başarısının “dağdan inme”yi sağlamaya da bağlı olduğunun genel kabul görmüş olduğu bir ortamda “ovada siyaset” yapmak isteyenlerin bu şekilde üstüne gitmek, hükümetin, güvenlik bürokrasisinin ve bazı “sorumsuz” danışmanlarının aklına uyarak yaptığı hatalardan biri olmuştur.
Şimdiki halde, öyle anlaşılıyor ki, Kürt sorunu onu çözme iradesine sahip görünen iki “taraf”ın -BDP ve AKP’nin- kıskacına alınmış durumdadır. Her iki taraf da bu sorunu çözme onurunu kimseyle paylaşmama düşüncesiyle diğerini dışlamaya çalışmakta, muhtemel bir çözümün “rantı”ndan sadece kendisi nemalanmak istemektedir. Başbakan’ın Irak Kürdistanı’na yaptığı son ziyaretin de gösterdiği gibi, hükümet, bu stratejiyle tutarlı olarak, Kürt sorununu -sadece BDP-PKK’nın değil- neredeyse Türkiye’nin de dışındaki aktörlerle ve konjonktürün avantajlarına yaslanarak çözmek ister gibidir.
Irak’taki bölgesel Kürt yönetimiyle iyi ilişkiler kurmak elbette son derece önemli ve takdire değer bir tutumdur; ama Kürt sorununun nihai çözümünün “dışarıda değil içeride” olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Star, 02.04.2011