AKP hükümetinin Kürt sorununa yönelik açılım politikası doğru ve gerekli. İktidarın açılım sürecini yönetmekteki hatalarına, bocalamalarına ve yalpalamalarına rağmen açılım, kangrene dönüşen bir sorunu çözmek için şimdilik sahip olduğumuz en iyi yol.
Nitekim, bu gerçek, uzlaşmaz görünen zıtlıklarına rağmen açılıma karşı çıkmakta birleşen çevrelerin tavırları ve argümanları tarafından da ispatlanmakta.
Açılıma siyasî cephede CHP, MHP ve BDP muhalif. Karşı çıkış gerekçeleri nispeten farklı olmakla beraber bu üç siyasî çizgi sonuçlarda buluşmakta. MHP’nin konumu hiçbir bulanıklığa izin vermeyecek kadar açık ve net. Bu parti ülkede bir Kürt sorunu bulunduğuna inanmıyor. Ona göre Türkiye Cumhuriyeti sadece bir terör dalgasıyla ve bir terör örgütüyle savaşıyor. Savaş, sizinle savaşana onunkinden daha büyük bir şiddet uygulayarak çözülebilir. Bu mücadelede insanların ölmesinin büyük bir önemi yok. Olağanüstü hal ve sıkıyönetim gibi imkânlar kullanılmalı, teröristlerin ve destekçilerinin üzerine ateş yağdırılmalı. Açılımdan da hemen vazgeçilmeli. Açılım politikası kökten yanlış ve şehitlerin sayısının artmasına sebep olmakta.
Bu argümanların hiçbirinin sağlam maddî temellere oturmadığı ve sağlıklı akıl yürütmeye dayanmadığı açık. Bir kere, açılımın ölümleri artırdığı tezi çok şüpheli. Çeyrek asırdır süregelen çatışmalarda binlerce ölüm oldu. Açılımın gündeme gelmesinden önce de şehit cenazeleri kaldırılmaktaydı. Öyle görünüyor ki, maalesef, açılım tamamen rafa kaldırılsa da, ölümler sürecek. Bölgede şiddete karşı şiddet ana politika oldu ama şimdiye kadar mühim bir fayda sağlamadı. PKK şiddeti elbette gayri meşru ve bu örgüt benzeri her örgüt gibi kendi varlığını sürdürmeyi ana amaçlarından biri hâline getirdi; ama Kürt sorunu PKK sorunu ile özdeş değil. Kürt sorunu PKK’nın insan ve lojistik destek sağlamasına elverişli bir ortam oluşturuyor. Kürt sorununun hal yoluna girmesi PKK’nın hayat damarlarını daraltacak. PKK’nın bu yüzden telaşa kapıldığı ve hareketlendiği gözlemlenmekte. PKK da MHP gibi kendisini Kürt sorunuyla özdeşleştirmeye çalışmakta. Kısaca, MHP’nin argümanlarının tümü yanlış.
CHP’nin açılıma karşı ana tezi, açılımın muhtevasının belli olmadığı. Açılımın muhtevasının ne olduğu sorusu anlamsız bir soru; zira, önemli olan ilgili her kesimin üzerinde mutabık kaldığı bir somut öneriler paketi değil, çözüme kararlı bir iradenin ortaya çıkması. Hükümet niyetini belli etti ve birkaç somut adım da attı. TRT Şeş, Kürtçe propaganda yasağının kaldırılması gibi yenilikler açılımın parçaları olarak görülmeli. Açılımda dikkat edilmesi gereken, doğru yönün korunması ve sürecin onu bitirecek bir engele uğratılmaması. Bu çerçevede CHP’nin de sorumlulukları var. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu’nun söylemi Kürt sorununun çözümü doğrultusunda küçücük olsun bir umut uyandırmamakta. CHP’nin yeni genel başkanı, şaşırtıcı şekilde, esas sıkıntıları görmezden gelerek, bir “iş ve aş” sorunuyla uğraştığımızı söylemekte. Bu, Baykal CHP’si çizgisine nispetle bile geriye gidiş. Bu kafadaki bir CHP çözüme hiçbir katkı sunamaz. Kürt sorunu sadece AKP’nin sorunu olmadığına, herkesi ilgilendirdiğine göre, CHP’ye düşen, açılıma kategorik olarak karşı çıkmak yerine desteklemek ve hem sürecin yürümesine hem de açılımın içinin doldurulmasına katkı sağlamak.
Bugünkü legal Kürt siyasî yapılanması olan BDP de çok ilginç bir yerde durmakta. Başbakan tarafından itilip kakılma şikâyetinde haklı olmasına rağmen BDP yapıcı bir rol oynamaktan uzak. Zaman zaman abartılı ve irrite edici bir siyasî söylemi ılımlı ve makul bir söyleme tercih etmesi sorunun çözümünü kolaylaştırmamakta, güçleştirmekte. BDP’nin bazı tezleri MHP’ninkiler ile çakışmakta. Bunun ana sebebi, onun PKK’nın vesayeti altında olması. Bu böylece sürdüğü müddetçe BDP’nin Kürt sorununun çözümüne yeterince katkı yapması hayal. Silahlı güçlerin sivil denetim altında olması ilkesi bir anlamda BDP-PKK ilişkisinde de gözetilmesi gereken bir ilke. BDP, Kürt sorununun devrimci bir hamleyle değil, sağduyulu ve dengeli bir siyasetle ve bir süreç içinde çözülebileceğini görmeli ve politikalarını buna uygun olarak revize etmeli.
Muhalefet partilerinin pozisyonu ne olursa olsun Kürt sorununun çözümünde inisiyatif alacak ana güç AKP ve özellikle Başbakan. Başbakan’ın iyi niyetinden ve samimiyetinden şüphe etmemizi gerektirecek hiçbir veri yok. Aksine, takdir edilmesini gerektirecek şekilde cesaretli davrandığı ve siyasî risk almaktan çekinmediği açık. Ancak, bunlara ilave edilmesi gereken birkaç şey daha var. En başta geleni tutarlılık ve fevrî davranmama. Bu çerçevede Başbakan’ın BDP’yi dışlayıcı tavrını değiştirmesi lâzım. BDP’yi PKK’yı kınamaya zorlaması çok anlamlı değil. Bu, doğrudan değil dolaylı olarak elde edilebilecek bir şey. Erdoğan’ın BDP’yle teması kesmek için değil geliştirmek için fırsat ve vesile araması şart. O BDP’yi muhatap aldıkça PKK’nın ağırlığı azalır. Başbakan’ın öldürülen PKK’lıların cesetlerine işkence yapıldığının söylenmesine gösterdiği tepki de, verdiği cevap da yanlış. Bunun böyle olduğu uzun süredir biliniyor. Cesetlere işkencenin önlenmesi için çaba sarf etmesi Başbakan’ı küçültmezdi, yüceltirdi. Ayrıca, Kürt toplumu nezdindeki itibarını da artırırdı.
Geçtiğimiz günlerde TESEV, Kürt sorununun çözümü için hazırladığı bir raporu açıkladı. Bence bu çok iyi, ılımlı bir çalışma ve hükümete açılımda rehberlik edebilecek vasıfta. Rapor Anayasa’da ve 17 yasada sorunun çözülmesi için yapılması gereken değişiklikleri vurgulamakta. Türkiye’nin daha çoğulcu ve çok kültürlü bir demokrasi olması için siyasi ve hukuki sistemde atılması gereken ilk adımları sıralamakta. Bunların gerçekleştirilmesi, bazı radikallerin iddia ettiği gibi, teröre taviz vermek anlamına gelmez. Tam da tersine, terörün nefes aldığı alanı daraltmayı sağlayarak terörle mücadeleye en büyük katkıyı yapar. Başbakan, hükümet üyeleri, üst düzey silahlı ve silahsız bürokratlar bu raporu iyi incelemeli, hiçbir alınganlık göstermeden, bir an evvel, onun gösterdiği istikamette icraata geçmelidir.
Zaman, 23.07.2010