Kürt sorunu, bir kimlik sorunudur ve çözümü de basittir

Evet, hem de çok basit bir çözümü vardır. Yıllardır süren ve neredeyse yüz yıldan fazla bir geçmişi olan ve son otuz yılda 40 binden fazla insanımızın öldüğü ve sadece terörle mücadele için 300 milyar dolardan fazla ve iktisaden hesaplanabilen fırsat maliyetinin 1 trilyon dolardan fazla bir bedelinin olduğu söylenen bu meselenin basit bir çözümü olduğunu söylemem elbette çoğu kişiye tuhaf gelecektir.

Dahası, bu problemin çok komplike bir problem olduğunu; siyasi, iktisadi, kültürel, psikolojik, bireysel ve toplumsal niteliklere sahip olduğunu; bir terör ve asayiş boyutunun bulunduğunu ve uzun tarihî kökenlerinin var olduğunu kaydedip bunları uzun uzun analiz edenleri de güldürecektir.

Bir sorunun çözümü için öncelikle sorunun teşhis edilmesi gerekir. Bundan da evvel tabii ki onun sorun olduğunu kabul etmeniz gerekir. Yani, eğer sizin için asker, sivil ya da terörist 40 binden fazla insanın hayatını kaybetmesi ve ödenen 1 trilyon dolarlık bedel bir mesele teşkil etmiyorsa, söylenecek söz kalmamış demektir. Bugün ülkemizde öyle zannediyorum ki, marjinal bir azınlık dışında büyük çoğunluk bu meseleyi bir problem olarak görmektedir. O zaman problemin nasıl bir sorun olduğunu teşhis etmemiz gerekir.

Yabancı Örnekler Birebir Uymuyor

Hemen belirtmeliyim ki, Kürt meselesi bir kimlik meselesidir. Meselenin siyasî, iktisadi, kültürel, psikolojik ve asayiş boyutlarının var olduğunu söyleyenler haklıdır. Tabii ki Kürt meselesi de; bütün toplumsal olgular gibi, çok boyutludur ve tek bir sebebe indirgenemez. Lakin, bugün gelinen noktada problemin mihenk taşını kimlik mevzusu oluşturmaktadır. Yani, problemi salt bir asayiş meselesi olarak görürseniz veya iktisadi geri kalmışlık ve yatırım eksikliği ile teşhis ederseniz, ya da Doğu ve Güneydoğu’nun “feodal” yapısı ile (aslında Batı Avrupa pratiğinden üretilen feodalizm olgusunu burada aramak yanlıştır) açıklamaya kalkarsanız, belki kısa vadeli soluklanmalar sağlarsınız, ama uzun vadeli bir çözüm getiremezsiniz.

Başka benzer örneklere bakınca da bunun böyle olduğunu görmek mümkündür. İskoçya ve Quebec bugün için iktisaden geri kalmış ve feodal yapıya sahip değil. Lakin, ayrılıkçılığı da barındıran bir İskoç ve Quebec meselesi vardır ve bu mesele kimlikle ifade edilmektedir. Yani Britanya ve Kanada’da sağlanan refah İskoç ve Quebec kimliğini yok etmemiştir. Mesele, bizdeki Kürt meselesi gibi bir sorun haline dönüşmemiştir ve bu da aşağıda söyleyeceğim basit formülle sağlanmıştır. Terör içerdiği için Kürt meselesine daha bir benzer olan Kuzey İrlanda ve Bask bölgesinde de Doğu ve Güneydoğu ölçeğinde bir geri kalmışlıktan bahsedemeyiz. Her ne kadar İngilizlerin ve İspanyolların ödedikleri insani ve iktisadi bedel bizimkisi ile kıyaslanmayacak ölçüde azsa da, onlar da nihai çözümü asayiş ya da iktisadi tedbirlerle değil, kimlik olgusunu içeren tedbirlerle sağlamışlardır. Başka bir deyişle, eğer biz, İskoçya ve Quebec’de olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu’da kişi başına düşen milli geliri yıllık 30 bin doların üstüne çıkarsak da mesele bitmeyecektir.

Mesele bir kimlik meselesiyse o zaman nasıl bir kimlik meselesidir diye sorulacaktır ve hemen “etnik” mi “ulusal/milli” mi olduğu hususu gündeme gelecektir. (“Ulusal” ve “milli” kelimelerinin anlam muhtevası aynı değil, ama ben burada, günümüz Türkçesinde yaygın olarak kullanıldığı üzere, eşanlamlı olarak alıyorum). Zaten Türkiye’deki “Türk” kimliğinin etnik bir içeriğe sahip olmadığı hukuki olarak tanımlanan bir “ulusal” (milli) kimlik olduğu sıkça duyduğumuz bir argüman. Burada uzun uzun “etnik” kimlik “ulusal/milli” kimlik tanımlamalarına ve ayrımlarına girmeyeceğim. Aslında bu tanımlamaları ve ayrımları yapmak hiç de içinden çıkılmaz bir konu değildir. Etnik kimlik, insan gruplarının tarihin ilk dönemlerinden beri sahip olduğu ve soy, dil, tarih, kültür, âdetler ve semboller gibi ortaklıklarla tanımlanan bir aidiyettir. Ulusal/milli kimlik ise yer yer bu ortaklıkları da içeren ve ülkesel merkeziyetçi devlet tarafından inşa edilen “modern” bir aidiyettir. Etnik kimliklerin uzun bir tarihi geçmişi varken, ulusal/milli kimliklerin tarihi 3-5 yüzyıl öncesine gitmez. Bu çerçevede “Türk” kimliği hem bir etnik kimlik hem de bir ulusal kimlik olarak görülebilir. Hatta buna bir de “dini” kimlik kategorisi eklenebilir. Tarihen baktığımız zaman, “Türk” kimliğinin en az bin beş yüz yıllık bir etnik kimlik olduğunu, yaklaşık bin yıllık bir dinsel kimlik olduğunu ve en fazla yüz yıllık bir ulusal/milli kimlik olduğunu söylemek mümkün. Bu kategorileri ve tarihsel belirlemeleri “Kürt” kimliği için de yapmak mümkün. Kimin Türk, kimin Kürt olduğunu tanımlamanın 2×2=4 şeklinde kati bir formülü yok. Dahası kimlikleri oluşturan unsurların ve değerlerin tarihî süreçte değiştikleri de malum. Bir insan topluluğunun tanımlanması ve bu tanımlamanın bir aidiyet/kimlik olarak o toplumca benimsenmesi tarih içinde oluşur. Tanımlama bazen toplumun kendisi tarafından, çoğu zaman da başkaları tarafından yapılır. Biz “Japon” derken onlar kendilerine “Nippon” derler. Ya da biz “Fin” derken Finliler “Suomi” derler. Biz ve bütün dünya Çince kökenli bir kelime olan “Türk” deriz ve bunu bir aidiyet olarak da benim gibi bir sürü insan benimsemiştir. Bu bahsi uzatabiliriz ve benzeri argümanları “Kürt” aidiyeti için de ileri sürebiliriz. Lakin, önemli olan, iradi bir varlık olan insanların şu ya da bu şekilde kendilerinin belli bir kimliğe sahip olduklarını düşünmeleri ve ona aidiyet duymalarıdır. Tarihî olarak nasıl açıklanırsa açıklansın ve hangi kategoride görülürse görülsün bugün için bir Türk kimliği ve Kürt kimliği vardır ve bizim “Kürt” meselesi dediğimiz sorun bu iki kimliğin (aslında başka diğer kimliklerin de) barış içinde bir arada yaşama sorunudur ve başta da söylediğim gibi çözümü de çok basittir.

Zorluk Problemin Kendisinden Değil

Hz. İbrahim’den Hz. Muhammed’e bütün peygamberlerin, Sokrat’tan Konfüçyüs’e bütün bilgelerin, Prens Gautama’dan (Buda) Yunus Emre’ye bütün mistiklerin ve Stoiklerden post-modernistlere çoğu filozofun üzerinde ittifak ettiği barış içinde bir arada yaşamanın basit formülü şudur: “Kendine nasıl muamele edilmesini istiyorsan başkalarına da öyle muamele et” ya da “kendin için istemediğini başkaları için de isteme”. Başka bir deyişle, kimlik meselesinin çözümü karşılıklı tanımadır. Mesela, ben bir Türk olarak Türk kimliğini bir ulusal kimlik olarak mütalaa edip ona hiyerarşik bir üstünlük atfedersem, başkalarının da kendi kimlikleri için bunu yapma hakkı var demektir. Böyle bir durum ise barış içinde bir arada yaşama ile sonuçlanmaz. Çünkü bahsettiğim formül insanların moral eşitliğini temel alır. İnsanların moral eşitliğini temel alan siyasî rejim demokrasidir. Dolayısıyla Kürt meselesinin çözümü çoğulcu demokrasi ile mümkündür. Bunun da ne olduğu ve nasıl yapılacağı az çok bellidir ve zor da değildir. Zaten hükümetin çözüme yönelik başlattığı “demokratik açılım” süreci ve daha önceki çözüm çabalarının, meselenin teşhisi ve halline ilişkin çalışmalardan çok, meseleyi problem olarak görmeyenleri, yani kendilerinin başkalarıyla moral eşitliğini kabullenmeyenleri, ikna etme süreci olması da, zorluğun problemin mahiyetinde olmadığını ortaya koymaktadır.

Zaman, 25.08.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et