Diyelim ki Türk’sünüz ve hayali bir ülkede, adı mesela Kürdiye olan bir siyasî ünitede yaşıyorsunuz. Bu ülkede nüfusun çoğunluğu Kürt ve hatırı sayılır bir Türk nüfusu var. Resmî dil Kürtçe.
Eğitim dili anaokulundan mezara Kürtçe. Çocuğunuza anadili olan Türkçede eğitim aldırarak dilinizi yaşatma ve nesilden nesile yazılı kültür olarak aktarma imkânınız yok. Devlet bunu ne kendisi yapıyor ne de siz Türk asıllı vatandaşlarının yapmasına izin veriyor. Çocuğunuza Türk büyüklerinin ve atalarınızın ismini veremiyorsunuz. Devlet sık sık açık ve örtülü, doğrudan veya dolaylı, “vatandaş Kürtçe konuş” kampanyaları yürütüyor. Her Türk, Kürtçe öğrenmek zorunda fakat Kürtlerin üç beş kelimelik dahi Türkçe bilgisi yok. Türklerin yüzyıllardır yaşadığı yerlerin adı değiştirilmiş. Köyler, kasabalar ve şehirlerin, dağların ve ovaların, derelerin ve vadilerin adları. Türk tarihinden neredeyse bir iz bırakılmamış.
Resmî zevat ve Kürt milliyetçileri devamlı kardeşlik nutukları atıyorlar, kardeş olduğumuzdan ve vatan için beraber savaştığımızdan, bölücülük yapmamamız gerektiğinden bahsediyorlar. Okullarda çocuklarınıza Kürtlüğü yücelten ve varlıklarını Kürtlüğe armağan etmelerini isteyen antlar içiliyor. Neler hissederdiniz? Mutlu mu yoksa mutsuz mu olurdunuz? Birinci sınıf vatandaş mı yoksa ikinci sınıf vatandaş mı olduğunuzu düşünürdünüz?
Toplumsal problemlere bakışta ufkumu açan ve sık sık kullandığım bir yol, büyük ahlak filozofu Adam Smith’in “sempati ilkesi”ne başvurmaktır. Smith der ki, birine reva görülen muamelenin doğru mu yanlış mı, iyi mi kötü mü olduğunu anlamanız için o muameleyi bizzat tecrübe etmeniz gerekmez. Kendinizi o muameleye tabi tutulan kimsenin yerine koyarak söz konusu muameleyi onaylayıp onaylamadığınızı vicdanınıza sormanız kâfidir. Muamele sizi mutlu edecekse iyidir, etmeyecekse kötüdür. O zaman size hoş gelmeyen muamelenin başkalarına yapılması da hoş olmayacaktır. Bu muamelenin ahlaken kınanması ve toplum hayatından dışlanması gerekecektir.
Etnik kökeni Türk bir T.C. vatandaşı olarak yukarıda tasvir ettiğim hayali ülkede yaşama fikri tüylerimi diken diken ediyor. Böyle bir ülkede asla mutlu olamazdım. Sistemin beni rahatsız eden ve bariz haksızlık teşkil ettiğine inandığım özelliklerini değiştirmek için elimden geleni yapardım. En azından devamlı itiraz eder ve mutsuzluğumu ilan ederdim. Hiç şüphesiz, her Türk kökenli benim gibi hisseder ve düşünürdü. İşte bu bakış Kürt problemine bakışımız olursa, meseleyi daha iyi anlar ve sonradan uydurulmuş siyasî kavramların, efsanelerin, tabuların esiri olmak yerine temel insanî değerler açısından bu vahim meseleyi ele alabiliriz.
Smith’çi bakış, Kürt probleminin çözümünde izlenecek ana çizginin ne olması icap ettiğini bize göstermektedir. Bir benzetmeyle, çözüm arayışlarında arabayı atların önüne değil atları arabanın önüne koşmayı telkin etmektedir. Burada atlar insanlık değerleridir �insan haklarına saygı, tarafların eşit ahlakî değeri, eşit söz hakkı, önyargısız müzakere vs.- araba ise siyasî sistemin niteliği ve esaslarıdır. Arabayı esas aldığımız sürece bir çözüme ulaşmak imkânsızdır, çünkü ne kadar iddialı formüller geliştirirsek geliştirelim, atlarla arabanın yerini değiştirmeyiz. Bu, hayatın gerçekliklerine terstir.
Problemin çözümünün çok önemli ve acil olduğunun altını tekrar tekrar çizmek gerekir. Kürt sorunu bu ülkenin an ağır sorunudur. Ondan daha acil bir sorunumuz yoktur. Bu sorunun insanlarımıza maliyeti saymakla bitirilemeyecek kadar çoktur. En vahimi elbette can kaybıdır. Bu mesele yüzünden on binler ölmüştür. Artık bir tek kişi dahi hayatını kaybetmemelidir. Yüz milyarlarca dolar çöpe gitmiştir. Problemin ahlakî, psikolojik, kültürel maliyetleri de çok yüksektir ve ne yazık ki büyük ihtimalle bu maliyet kalemlerinin tam bir dökümü asla çıkarılamayacaktır. Türkiye demokrasisi de Kürt probleminin mağdurları arasındadır. Birçok demokratın şikâyetçi olduğu bürokratik askerî vesayetin en büyük payandası Kürt sorunudur. Uzun lafın kısası, Kürt problemi hakikaten toplumumuza maliyeti anormal derecede yüksek ve problem olarak sürdürülmesi mümkün olmayan, başka bir deyişle sürdürülemez bir sorundur. Acilen çözülmelidir.
Bu çerçevede son gelişmeleri memnuniyetle karşılamak ve atlarla arabaları doğru yere koyma çabalarına bir başlangıç yapma teşebbüsü olarak görmek istiyorum. Tabii henüz yolun başındayız ama problemin çözüm zemini olacak iyi niyet ve siyasî-toplumsal irade her zamankinden daha kuvvetli görünüyor. Nitekim, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklamaları tarz ve üslup olarak gayet memnuniyet vericiydi. İçerikle ilgili fazla bir şey yoktu ama yöntemin ana hatlarını vurgulamak bakımından anlamlıydı. Açık olmak, konuşmak, herkesten katkı beklemek ve herkesin sorumluluk almasını istemek doğru yaklaşımın parçalarıdır. Buna rağmen hükümet kanadından daha atik ve cevval olmasını beklemek, bu sorundan bıkmış usanmış vatandaşlar olarak hakkımızdır. Hükümet klasik engellere takılıp kalmamalıdır. Bu ilan edilmemiş savaşta bir galip bir mağlup olması gerekmemektedir. Kürt tarafı da Türk tarafı da “şerefli” bir çözüme sahip olmalıdır. Muhatap meselesi de abartılmamalıdır. Bir kere DTP’nin muhatap alınmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Bana göre ana muhatap DTP’dir. Bu partiyi, “PKK’yı kına, terörist olduğunu ilan et” diye tazyik altına almanın da yararı yoktur. Bunu yapsa ne değişecektir? Nasıl ki Türk tarafında TSK’nın geri çekilmesi ve siyasîlerin inisiyatifi ele alması gerekiyorsa Kürt tarafında da siyasî muhatapların teşvik edilmesi gerekir. Bunu yapmak da Türk siyasetçilere düşer. PKK, DTP’ye kınama baskısı yapma yoluyla değil, DTP’yi muhatap alıp siyaseti önemseme yoluyla geri plana itilebilir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok adımı atmak için muhataba ihtiyacı yoktur, tabii eğer Kürt vatandaşlarımız bu devletin statüsü ilan edilmemiş rehineleri değilse. İnsan haklarıyla ilgili adımlarda muhatap, adlarını tek tek bilmemiz gerekmeyen Kürt vatandaşlarımızdır. Anadilde eğitim, istediği ismi çocuğuna verebilme, yer isimlerinin iadesi gibi konularda kimseyle müzakereye, pazarlığa, muhatap aramaya ihtiyaç yoktur. Sadece, yapılması gerekenler yapılmalıdır.
Ancak, bu problem sadece AKP’nin değil bütün ülkenin problemidir. Sorumluluk sadece AKP hükümetinin üstüne yıkılamaz. Muhalefet de elini taşın altına koymak zorundadır. Bu çerçevede özellikle MHP’ye büyük görev düşmektedir. Birçok konuda geleneksel aşırılıklarından partisini uzak tutan MHP lideri Bahçeli, burada da soğukkanlı ve yapıcı olmalıdır. En azından üslubuna dikkat etmeli ve incitici olmamaya çalışmalıdır. Polis Akademisi’nin düzenlediği toplantıya katılan aydınlarla ilgili sözleri MHP’ye de Bahçeli’ye de hiç yakışmamıştır. Bahçeli isterse bu problemin çözümünün öncüsü bile olabilir. Ve ona da bu yakışır.
CHP de daha yapıcı olmalıdır. On sene önce kendisinin yapılmasını istediği veya yapmayı vaat ettiği şeyleri bugün sırf AKP gerçekleştirecek diye reddetmemelidir. CHP de bu ülkenin önemli yapı taşlarındandır. Onun katılacağı bir çözüm çok daha hızlı ve sağlıklı olacaktır. Deniz Baykal’da bir insan ve aydın olarak çözümün önemli bir parçası olma kapasitesi vardır. Kürt problemini kazan-kazan yöntemiyle çözebiliriz. Herkesin kazandığı hiç kimsenin kaybetmediği bir çözüme sanıldığından çok daha kolay ulaşabiliriz. Yeter ki toplumun her kesiminde bu doğrultuda bir irade oluşsun. Şimdi buna her zamankinden daha yakın görünüyoruz. Ha gayret…
Zaman, 07.08.2009