E. F. Schumacher’in “Küçük Güzeldir” başlıklı bir kitabı var. Yazar, ölçek olarak küçük olana övgü yağdırır bu kitabında. Ama gerçek hayatta kimse küçük olana itibar etmez. Çocuk bile dilinin bağı çözülür çözülmez hep büyüdüğünü söyler durur. “Büyük” şehir olmanın da bu türden Freudyen bir temeli var, belki de. Zira soracak olsanız, hemen her belediye büyükşehir olmak isteyecektir.
***
Türkiye’de Ankara’nın başkent olmasıyla başlayan ama 1950’li yıllardan itibaren artan bir şehirleşme sürecinden söz edilebilir. Şehirleşme biçimimizin en ayırt edici yanlarından biri de, hiç kuşkusuz, bazı şehirlerin diğerlerinden daha büyük şehirler olarak gelişme göstermiş olmasıdır. Nitekim bu eğilim fark edilmiş, 1984 yılından itibaren büyükşehirler için ayrı bir yönetim biçimi öngörülmüştür. İlk başta 3 olan büyükşehir sayısı, değişik tarihlerde yapılan düzenlemelerle artırılmış, 16’ya çıkmıştır.
Adalet ve Kalkınma Partisi, 2011 seçimlerine giderken daha önce kendisinin çıkarmış olduğu Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda değişikliğe gideceğini vaat etmiş, en kısa zamanda, il nüfusu 750.000’i geçen illerde de büyükşehir belediyesi kuracaklarını belirtmiştir. Şimdilerde ise –basına yansıyan bilgiler doğru ise- bu vaadin gerçekleştirilmesinin hazırlıkları yapılmakta ve önümüzdeki yasama döneminde yeni büyükşehirlerin kurulması gündemdedir. Basına yansıyan bilgilerden hareketle, yeni düzenlemeyle 13 ilde daha büyükşehir kurulabileceği söylenebilir.
***
Peki, bir şehir büyükşehir olmayı niçin ister? Bunun pek çok sebebi var. Ama galiba “büyük” sıfatı, büyükşehir belediyesi olmanın en önemli gerekçesi. Düşünsenize, artık, A Belediyesi Başkanı değil de A Büyükşehir Belediyesi Başkanı oluyorsunuz. Bu, büyükşehir olmanın psikolojik gerekçesi.
Büyükşehir olmanın ekonomik gerekçelerinden de söz edilebilir. Örneğin, her belediyenin bir araç parkının olması anlamlı olmayabilir. Onun yerine, geniş bir araç parkından büyükşehir bünyesindeki bütün belediyeler yararlandırılabilir. Buna biz, ölçek ekonomisi diyoruz.
Büyükşehir olmanın siyasetle ilgili gerekçelerinden de söz edilebilir. Bu kararın iktidar açısından önemi var; zira bir yeri büyükşehir statüsüne sokmak, o iktidar açısından oy getiren bir karar olabilecek potansiyele sahiptir. Buna genellikle diğer partiler de karşı çıkamazlar; zira muhalefet de, o yerin büyükşehir olmasını engelleyen konumuna düşmek istemeyecektir.
İşin maliyeyle ilgili bir yanı da bulunmaktadır. Bugünkü mahalli idareler mali sisteminde büyükşehirler, gelir kaynakları bakımından, diğer belediyelere göre daha avantajlı durumdadır. Bu, daha önce yapmakta zorlanabileceğiniz pek çok hizmeti yapabileceğiniz anlamına gelir.
Büyükşehir belediyeleri, plânlama disiplini açısından da önem arz eder. Zira bugünkü imar düzenibakımından, her bir belediye kendi imar düzenini oluşturabilmektedir. Bu da yan yana duran iki belediyede çok farklı imar haklarının verilmesi anlamına gelebilmektedir. Büyükşehir belediyesi, kendi sınırları içindeki yerleşim yerlerine bir bütün olarak bakabilme imkânına sahiptir. Bu da büyükşehir sınırlarında tek bir imar düzeninin olmasına fırsat verecektir.
***
Ak Partinin yeni büyükşehir belediyeleri oluşturması büyüyen şehirlerimizin sorunları çözmeye yeter mi? Bu soruya “Evet çözer” diyerek cevap vermek kolay değil. Gerçi, kamuoyuna yansıyan bilgiler doğruysa, iktidar, büyükşehir belediyelerine çok geniş yetkiler aktarmayı da vaat ediyor. Ama ben yine de büyükşehir belediyelerine aktarılacak bu yetkilerde “merkeziyetçilik” hastalığımızdan kurtulamadığımızı gösteren kılçık düzenlemelerin yer alabileceğini kanaatini taşıyorum. Yani demem o ki, merkez, merkezin dışındaki yönetim birimlerine güvenmemeye devam eder. Niçin mi? İki sebepten dolayı:
Bir:Terör olaylarının tırmandığı bir dönemde bu türden bir düzenlemeyi yapıyorsanız, bu dediğim merkeziyetçi refleksin daha da yüksek olacağını tahmin etmek zor olmasa gerekir.
İki:Ak Parti, iktidara geldiği ilk yıllardaki kadar yerinden yönetim yanlısı değil artık. Kanaatim şu: Ak Parti o zamanlar yerel yönetimlerde güçlüydü. Merkezi idarede ise sadece iktidardı, muktedir değildi. Şimdi ise merkezi idare hem iktidar hem de muktedir. Bu yüzden, büyük bir ihtimalle merkeziyetçi refleksi yüksek bir düzenleme yapılacaktır. Bunun kanıtı, son yıllarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığına aktarılan yetkilerdir.
***
Peki, Türkiye’nin şehirlerini Ankara’dan yönetmek ne kadar mümkün? Bu soru, yeni bir soru değil, aslında. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde de İstanbul’un örneğin Bolu’ya bile yetişemediği belirtilerek adem-i merkeziyetçi (yerinden yönetimci) bir anlayışla ülkenin yönetilmesi gerektiği belirtilmiştir. O zaman da, bugün de, bu türden beklentilere “bölünme korkusu”yla karşı çıkılmıştır. Kanaatim o ki, yeni düzenleme de “bölünme korkusu”nun gölgesinde çıkacaktır. Dolayısıyla “dağ fare doğurdu” tarzında bir düzenleme çıkabilir.
Yeni düzenleme, 13 şehrin “büyük” şehir olmasına ve buralardaki yerel idarecilerin biraz şişinmesine katkı sağlamaktan öte bir amaca hizmet edemeyebilir.
Tersi olursa ne olur? Yanılmış olurum. İyi de olur.
Rotahaber, 21.09.2012