Yunan başkentinde altı ayda bir düzenlenen bir Ortadoğu Konferansı var. ABD’den, Avrupa’dan ve Ortadoğu’dan yüzlerce akademisyen ve diplomat bir araya gelip Arap dünyasının sorunlarını ve İsrail-Filistin meselesini tartışıyor. Ben de üçtür buradayım.
Bu seneki toplantının ana konusu, son altı aydır Ortadoğu’da esen “Arap Baharı” rüzgarları. Ele alınan enteresan temalardan biriyse, bu demokratikleşme rüzgarı karşısında bölgenin krallıkları ve cumhuriyetleri tarafından verilen farklı tepkiler.
Önce bir hatırlatma: Bizde pek fark edilmedi, ama Arap Baharı sürecinde yıkılan ya da sarsılan dört büyük rejimin dördü de (yani Tunus, Mısır, Libya ve de Suriye) birer cumhuriyet idi. Fakat bunlar ya “Tek Adam” ya da “Tek Parti” cumhuriyetleri olduğu, yani demokrasiden yoksun oldukları için, kendi haklarının çoğunluğu tarafından benimsenmiyordu.
Tunuslular ve Mısırlılar, tepelerindeki bu diktaları yıkmayı başardılar. Libya ve Suriye rejimleri ise direndi ve ayakta kalabilmek için kitlesel cinayetlere girişti. Yanıbaşımızdaki Suriye’nin zalim, acımasız, insanlık dışı siyaseti her gün devam ediyor.
Bu karşılık, bölgedeki krallıkların tutumu biraz daha müspet. Bunun en iyi örneği de, her ikisi de “meşruti monarşi” sayılabilecek olan Fas ve Ürdün. Her iki ülkede de anayasa ve meclis kurumu var. Dolayısıyla farklı siyasi partiler ortaya çıkıp birbirleriyle yarışabiliyor. Fas’ta, mesela, bizdeki AK Parti’yi örnek alan ve tam da onunla aynı ismi taşıyan bir Adalet ve Kalkınma Partisi var, İstiklal Partisi gibi diğer partilerin yanında.
Fas Krallığı’na göre çok daha laik ve “çağdaş” bir ülke olan Suriye Cumhuriyeti’nde ise, Baas dışında hiçbir partiye izin yok. Müslüman Kardeşler’e üye olmak, idamlık suç sayılıyor. Dolayısıyla Fas’ta, partiler üstü olan kral, parlamentonun yetkilerini giderek genişleten ve tüm siyasi partileri kapsayan bir “reform süreci” başlatabiliyor. Suriye’de ise, Baas Partisi ile özdeş olan rejim, diğer partilere bir türlü hayat hakkı tanıyamıyor.
Özgürlük nerede?
Bu tablonun ise, bizlere çocukluğumuzdan beri ezberletilen “krallık kötüdür, cumhuriyet iyidir” ezberlerini biraz sorgulatması gerekiyor.
Bu ezber sorgulatma işini son dönemde Taraf gazetesinde yayınlanan “Taraf Üniversitesi” adlı köşesiyle harika bir biçimde yapan akademisyen dostum Serdar Kaya, önceki haftaki yazısında şöyle diyordu:
“Günümüzde dünya üzerindeki 194 devletin 128?sinin resmi adında ‘cumhuriyet’ ifadesi yer alıyor. Ancak bu, söz konusu ülkelerde rejimin gerçekten de halka ait olduğu anlamına gelmiyor… Freedom House verilerine bakıldığında, resmi adında ‘cumhuriyet’ ifadesi geçen ülkelerin ortalama özgürlük seviyesinin, dünya ortalamasının altında olduğu görülüyor… Adında ‘krallık’ ifadesi geçenlerin demokrasi ortalaması ise… daha yüksek!” (“Siyaset Bilimi 104: Cumhuriyet”, Taraf, 17 Temmuz)
Yani, dünya ortalamasına bakılırsa, krallıklar cumhuriyetlerden daha özgür rejimler!
Tabii, detaya inince, etiketlerden ziyade, demokrasi kriterlerinin önemli olduğunu görüyorsunuz. Britanya da krallık; Suudi Arabistan da. ABD de cumhuriyet, Kuzey Kore de…
Bizde durum nedir derseniz, Tanzimat’tan itibaren giderek demokratikleşen bir meşruti monarşimiz var iken, hem demokrasi hem de özgürlük açısından ondan daha geri olan bir Tek Parti Cumhuriyeti’nin eline düştüğümüzü, ama Allah’tan 1950’den bu yana aynı Cumhuriyeti aşama aşama demokratikleştirdiğimizi söyleyebiliriz.
Bizdeki Tek Parti rejiminin teslim etmemiz gereken bir erdemi ise, “çok partili hayata” geçmeyi kabul etmesi, kan dökmeksizin iktidarı teslim etmesidir.
Yiğidi öldürürken hakkını da vermiş olalım.
25.07.2011