Bir meslek grubu ve firma için ekonomik hayatta kolay kazanç elde etmenin en iyi yolu, mevcut ve potansiyel rakipleri ilgili alanda/sektörde çalışmaktan alıkoymaktır. Bunun iki yolu bulunur. Birincisinde menfaat sahipleri bizzat şiddet kullanarak veya şiddet tehdidine başvurarak rakiplerinin çalışmasını engeller.
İkincisinde aracı kişi veya kurumlar kullanılarak aynı şey yapılır. Ekonomik aktörler, her iki yolu da denemeyi isteyebilir. İlk yol düpedüz haydutluktur. Güçlü veya gözü kara olanlar zaman zaman bu yola başvurur. Bunun yıllar önce karşılaştığım bir örneği, Kırıkkale-Ankara arasında yolcu taşımacılığı yapan Kırıkkaleli firmaların, diğer şehirlerden gelen ve şehrin içinden geçip Ankara’ya doğru devam ederken yolda müşteri toplayan otobüslerin şoför ve muavinlerini ve hatta bazen yoldan binen yolcuları darbetmesiydi. Bu metodun sınırları ve açmazları vardır. Her şeyden önce, genel bir uygulama olamaz, sınırlı bir alanda işleme şansına sahiptir. İkincisi karşı sivil-zoru davet edebilir ve bir noktada bitmek zorunda kalır. İkinci metot daha genel, sofistike ve sinsicedir. Dolaylı olduğu için farkına varmak zor olabilir. Daha güçlü gerekçelendirilebilir. Arkasına meydan okunmaları mümkün veya kolay olmayan bir yapıyı, yani mahallî (belediye) veya genel (hükümet) kamu otoritesini koyabilir.
AK Parti hükümeti diğer ana siyasî aktörlere nispetle daha piyasacı olmasına rağmen, menfaat gruplarının kendi menfaatlerini, tüketicilerin ve mevcut veya muhtemel rakiplerinin aleyhine olacak şekilde, devletin sırtından sağlamasına aracılık ettiği durumlar ortaya çıkabiliyor. Parti liderliği ya menfaat gruplarının etkisinde kalıyor ya da yaptığı sekteryen menfaatleri koruyucu düzenlemelerin ne kadar gayri âdil ve zararlı olduğunun farkına varamıyor. Bu yüzden zaman zaman kendi içinde çelişkiye de düşüyor. Sağlık sektörü açısından bakarsak, hükümet bir taraftan haklı olarak iç pazarı yabancı sağlık iş gücüne açmaya çabalarken, diğer taraftan, eczacılık sektörüne girişi, mevcut eczacıların lehine, müstakbel eczacıların ve tüketicilerin aleyhine olacak şekilde sınırlandırıyor. Yani ortada genel bir ilke yok. Kim baskın çıkarsa o istediğini alıyor.
UCUZ HİZMET PAHALIYA MAL OLUYOR
Hükümetin bir yanlışı, taksicilik adı verilen otomobillerle şehir içi insan taşımacılığı alanında ortaya çıktı. Bu yanlış temellendirilirken “korsan” kelimesinin iticiliğinden de yararlanıldı. İddiaya göre, binlerce “korsan” taksi varmış, bunlar “izinsiz” yolcu taşıdığı için “taksici esnafı” para kazanamıyormuş. Ayrıca, vergi kaybı da oluyormuş. Bunlara inanan hükümet bir kanunla ”korsan” taksicilere ağır cezalar getirdi. Daha da korkuncu, bu taksilere binenlerin de cezalandırılmasını öngören bir düzenleme yaptı. Çok vahim bir durum doğrusu. Şehir içi insan taşımacılığı bir meslek. Özgür bir ülkede, isteyen herkesin, genel şartlara uyarak piyasaya girebilmesi lazım. Ancak buna imkân yok ve her yerde taksicilik işine girişte kamunun koyduğu kısıtlamalar var. Niye böyle olduğunu eczacılıkla bir karşılaştırma yaparak açıklayalım. Eczacılık, bir diplomaya ve bir dükkâna dayanır ve eczane olarak kullanılabilecek dükkân arzı neredeyse sınırsız olabilir. Şu veya bu sayıda eczane olması kamusal hayat için bir fark yaratmaz. Buna karşılık, yollar sınırlı olduğundan isteyen herkesin taksicilik yapmasına izin verilmez. İster istemez bir sınırlama koymak, yani arzı tahdit etmek gerekir. İşte bunu yaptığınız anda bir rant yaratırsınız. Bilen, ilgilenen herkes bu ranta koşar, taksi plakası (yani çalışma lisansı) elde etmeye çalışır. Bunu başardıktan sonra da hemen taksi sayısının artırılmaması için mücadeleye koyulur. İddia edildiği gibi İstanbul’da 50 bin “korsan” taksi varsa, neden lisanslı taksi sayısı 18 bin civarında tutuluyor? Demek ki piyasa çok daha fazla taksiyi kaldırabiliyor. Sebep bu durumda taksi plakalarının değerinin düşecek olması.
Bu uygulamadan dolayı, sektör fiyat, kalite ve hizmet niteliği bakımından çeşitlenemiyor, bir yelpaze oluşmuyor. Birçok durumda müşteri tatminsizlik duyuyor ve yeni arayışlara yönleniyor. Piyasa doğal olarak ihtiyaca cevap veriyor. “Korsan” taksicilik dedikleri şey böylece doğuyor. Diğer taraftan resmî taksicilikte haksız ve mantıksız bir rant ve sanal bir servet oluşuyor. Taksilerin kasa değeri 10-15 bin lira ederken, plakaları 1 milyon liraya tırmanıyor. Oysa bir taksinin ekonomiye katkısı, kasası 20 bin lira da olsa 120 bin lira da olsa, plakası 10 bin lira da etse 1 milyon lira da etse, aynı. Piyasaya girişin kısıtlanmasından dolayı taksilerin plakaları bu şekilde değerlenebiliyor. Böylece fiyatlar şişiyor da şişiyor ve taksicilik fakir ve zayıfların yapabileceği bir meslek olmaktan çıkıyor. Rantın devam ederek büyüyeceği umuduyla zenginler ve alâkasız kesimler (meselâ sanatçılar) taksi plakaları alıyor. Plakaların toplam (suni) piyasa değeri milyarlara varıyor (Eser Karakaş’ın hesabına göre sadece İstanbul’da 10 milyar dolar) ama bununla hizmet arasında hiçbir ilişki bulunmuyor.
Yapılabilecek şeyler var. Taksi plakalarının şahsa bağlı verilmesi ve çalışma süresiyle sınırlı kalması, devredilememesi bir ilk adım olabilir. Buna paralel olarak piyasaya girişin olabildiğince serbestleştirilmesi gerekir. Tüm girişlerin sarı taksi plakası sahipliğiyle olması gerekmez. Bütün taşıyıcıların aynı tip ve nitelikte olması ve aynı türde hizmet sunması şart mı? Bugün meselâ oto kiralama şirketleri de, özellikle otomobil şoförlük hizmeti ile birlikte kiralandığında, bir tür taksicilik yapmış olmuyor mu? Bazıları hep bu firmaları tercih etmiyor mu? Sektörde rekabet mutlaka kalite ve fiyat iyileşmesi de getirecektir. “Resmî” taksilerin 50 lira aldığı havaalanına gidişi “korsan” taksiler 20 liraya gerçekleştirebiliyorsa, bu tüketicinin lehinedir. Bir hizmeti daha ucuza sunanları cezalandırmak da neyin nesi? Hele tüketicilere (yolculara) ceza konulması, tam bir despotik yaklaşım. Mahallemizdeki bakkalı öğütleyeceğim, o da, başka bakkallardan alışveriş yapan veya gezici seyyar tezgâhlardan karpuz alan mahallelilerin cezalandırılmasını öngören bir kanun çıkarttırılması için bakkallar odasına baskı yapmaya başlasın.
Hükümetlerin görevi sekteryen çıkarları değil genel kamu yararını gözetmektir. Bu yüzden, menfaat gruplarının şantaj ve manipülasyonlarına karşı uyanık ve dayanıklı olmaları gerekir.
Zaman, 29.06.2012