Star Gazetesi yazarı Yağmur Atsız, Descartes’ın ‘Düşünüyorum, o halde varım’ sözünü bizim Beyaz Türklere uyarlamış; ‘Korkuyorum, o halde varım’. Bence tam isabet… Varoluşunu, hiçbir objektif temeli olmayan bir korkuya yaslayan Beyaz Türkler nasıl ‘normalleşecek’?
Korkmak adeta bir varlık nedeni. Korkmadan var olamayacaklarını, korkusuz yaşayamayacaklarını düşünüyorlar. Hayatları korkusuz pek bir anlam ifade etmiyor gibi. Hatta korkularından zevk mi alıyorlar ne? Korku filmlerini başlarına battaniyelerini çekip izleyenler gibiler. Seviyorlar bu seyirliği, korkularını… ‘Korkusuz yaşayamam’ türü bir arabesk kıvamdalar.
Bunun nedeni bence açık; ellerinde korkularından başka bir şey yok. Paylaştıkları yegane ‘şey’ bu. Ne bir düşünce sistematiğini, ne bir programı, ne de bir vizyonu paylaşıyorlar. Korktuklarını söyleyerek var olmaya, meydan okumaya, rakiplerini durdurmaya çalışıyorlar. Yani korku hem bir varoluş zemini, hem de rakiplerini denetlemenin, durdurmanın mekanizması. Daha derin, daha akılcı ve de daha etkili bir başka yöntem düşünemiyorlar.
İşin ilginci şu ki Beyaz Türkler kendi korkularını yenmek işini de ‘öteki taraf’a yıkıyorlar. Kendileri hiçbir empati göstermeden bütün empatileri, sempatileri hak ettikleri kanısındalar. Hâlâ kendilerini bu ülkenin ‘efendi’si sanıyorlar galiba. Gerçeklikte bu kadar kopuk bir ruh hali pek hayra alamet değil. Referandumdan öncesi ‘evet’ kampanyasından şikâyetçilerdi. ‘Evetçiler’ çok çalışıyor, çok görünüyorlardı; ‘baskı altındayız’ diye dertleniyorlardı Beyaz Türkler kendileri çalışmayı, görünür olmayı denemeden.
Şimdi de ‘hep kazanıyorsunuz, bir durun nefeslenelim’ deme noktasındalarmış. Neredeyse, ‘bir defa da mahsustan bize oy verin, bize kazandırın’ diyecekler. Yakında AK Parti’yi bir kez yenmek için CHP’ye ödünç oy isterlerse şaşmam.
Her durumda; korkularla yaşamak, korkuyu varoluşsal bir ihtiyaç haline getirmek pek normal değil. Korkularımız esir alır bizi, akıl dışı bir tutuma yönlendirir. Korkularını yenenler özgürleşir, rasyonelleşir. Bizim Beyaz Türkler neden bu kadar uzaktalar bu değerlere?
Korku dedikleri, ‘yaşam biçimlerinin tehdit altında olması’. Aslında korktukları şey, ‘farklı olanla yaşamak’. Kötü olduklarından değil; bilmiyorlar farklı kimlikten, etnisiteden, yaşam biçimlerinden insanlarla bir arada yaşamayı. Sorun bu…
Bütün farklılıkları ezen, yok eden, düzleyen bir cumhuriyetin, otoriter bir ulus devletin çocuğu olmak böyle bir şey. Piyasa ekonomisi, demokratikleşme ve küreselleşme farklılıkları daha görünür hale getirdikçe ‘şok’ yaşıyorlar. Yok saydıkları şeylerin hemen yanı başlarında var olduğunu, kendileri gibi olduğunu ve kendilerininki gibi haklar ve imkânlar istediklerini ve aldıklarını görüyorlar da ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Bu insanlar masum: Onlar, her şeyi homojenleştiren otoriter bir ulus devletin kurbanları. Sıkışınca o ulus devletin, kendilerini yaratan o ulus devletin kurumlarına dönüyorlar ve yaşam alanlarının ‘ötekiler’den temizlenmesini istiyorlar. CHP’ye bakıyorlar kurtuluş için, orduya bakıyorlar, ‘Türkiye Türklerindir’ logolu gazeteye bakıyorlar… Çağın gerisine düşen bu ‘kurumlar’ da çözüm üretmek yerine biraz daha büyütüyorlar korkuları.
Ne yapmalı?
Ben muhafazakâr/liberal blokun bu konuda yapabilecek fazla bir şeyi olduğunu sanmıyorum. Elbette onların temel hak ve özgürlüklerinin hiçbir koşulda kısıtlanmaması için kesin bir tavır almalılar. Hukuk ve asayiş herkes için işlemeli… Ama Beyaz Türklerin korkularının üstesinden gelmek ‘bu tarafın işi’ değil.
Olup bitenlerden hiç ders almayanlarla ne yapılabilir? İşte ‘Tophane’ tartışması… Şiddet, saldırı asla kabul edilemez; kolluk kuvvetleri ve yargı hesabını sormalı şiddet kullananlardan. Ama Beyaz Türkler bu olayın ardından hemen döndüler ‘mahalle baskısı’, ‘sivil dikta’ iddialarına. Eski ezberlerden bir adım öteye gidemediler. Bu kadar mıdır memleketin ‘en rafine, en eğitimli, en dünya görmüş’ kesiminin yaratıcılığı?
Benim diyeceğim şudur: Korkusuz da yaşanır!
Zaman, 28.09.2010