Büyük oğlumun dün akşam haberleri izlerken sorduğu soru buydu. Hiç tereddüt etmeden “hayır” dedim.
***
Müstakil evlerden oluşan bir yerleşim yeri düşünelim. Sizin de iki katlı bir eviniz olsun. Güvenilmez komşularınız var. Ne yaparsınız? (Evinizi satıp da başka bir yere gitme imkânınız yok, bu bir sınırlılık olsun.)
En basit tedbir, kapılarımızı çelik kapı haline getirmek olur, hiç kuşkusuz. Ama bazen bu da yetmez. O zaman, pencerelerimize demir yaptırırız. Bunlar da yetersiz kalırsa, akla şunlar gelebilir: Evimizin etrafına bir duvar örmek, duvarın üzerine dikenli teller çekmek, bir köpek alıp beslemek. Bütün bunlar da para etmezse dikenli tellere elektrik vermek.
Soru şu: Sizin evinizin güvenlik harcamalarının artmasının doğrudan sonuçları ne olur? Çok basit. Aileniz için daha az eğitim, daha az sağlık, daha az kültürel etkinlikler harcaması yapması demek.
***
Teşbihte hata olmaz derler. Yukarıda verilen örnekte her bir müstakil ev yerine ülkeleri koyabilirsiniz, rahatlıkla. Taşınma imkânımız olmasın derken, ülkelerin yerlerini değiştirmenin mümkün olmadığı gerçeğine vurgu yapmak istedik.
Komşusundan emin olamayan bir ülkenin yapacağı en basit güvenlik harcaması, sınırlarındaki askerlerin sayısını artırmaktır. Bu yeterli olmazsa? Sınırlara mayın döşemektir. Daha fazla top, tank, tüfek almaktır, vs.
Peki, bütün bu harcamaların doğrudan sonucu? O ülke vatandaşlarının toplam bütçeden daha az eğitim, daha az sağlık ve daha az diğer ihtiyaçlar için harcama yapması demektir.
***
İki şeyin dili, evrenseldir: Çocukların dili ile müziğin dili. Meselâ, iki yaşındaki bir Yunanlı ile Türkiyeli bir çocuk yan yana gelirse oynarlar. Ama aynı çocuklar, yirmi yaşına gelince birbirini boğazlayacak kıvama gelirler. Yine, sözlerini anlamadığınız bir müzik, bazen alır sizi bir yerlere götürür. Ne dinlediğinizi anlamazsınız ama müziğin tınısı, sizin gönlünüzdeki bir yerlere dokunur, Gönül Yarası filmindeki Kürtçe şarkı dinlenilen sahne gibi.
***
Türkiye ve Yunanistan, hep güvensizlik üzerine bir dış politika takip ettiler. Bu da bizi, daha fazla askerî harcama yapmaya itti. Daha fazla askerî harcama, her ülke açısından da, daha az toplumsal refah harcamaları anlamına geldi.
Aslında aynı durum, ülkemiz için de geçerli. Biz de, komşularımızdan emin olamadık, olmak istemedik yıllarca. Dahası, bizim içerdeki komşularımız da hep kapıdaki tehlike olarak görüldü. Kimse kapısındaki komşudan emin olamadı. Bu pompalandı yıllarca.
Bu güvenlik sorunu, binlerce insanın ölümüne ve tonlarca paranın har vurup harman savrulmasına yol açtı. Oysa iki yaşındaki bir Türk ile bir Kürt çocuk da yan yana gelince ancak oyun kurabiliyordu. Ama ne oluyorsa bu çocuklar büyüyünce birbirlerini öldürebiliyorlardı. Bu yüzden, çok kan aktı, çok yüklü miktarda güvenlik harcaması yapıldı. Bunlar da bize, daha az toplumsal refah harcaması şeklinde geri döndü.
***
Bu harcamaların fazlalığı, komşumuzu köşeye sıkıştırdı. Biz de bu durum karşısında evimizi ovuşturup pusuya mı yatmalıyız? Hayır. Ulus devlet sınırları, yapay sınırlardır.
Kendinizi ulus devletin sınırlara hapsederseniz, Yunanistan sorunu da, Suriye’deki kargaşayı da bizim dışımızdaki sorunlar olarak algılarız. Ama kendimizi insanlık ailesinin fertleri olarak tasavvur edersek, o zaman mesele bir anda “komşusuz açken tok yatan” meselesi haline gelir.
Yunanistan’ın durumu, bu haliyle bile bizim durumumuzdan daha iyi, belki. Ama buradan alınacak ders şu: Daha fazla güvenlik harcaması, daha az huzur, daha az refah demek. İçeride de dışarıda da daha az güven.
Bunu anlayabilmek için –bugünlerde- güvensizlik üzerine siyaset yapanların, Yunanistan’ın içinde bulunduğu durumdan ve bizim yıllardan bu yana atlattığımız badirelerden alacakları dersler olmalı, değil mi?
Rotahaber,
01.07.2011