Kime İtaat Etmek Farz?

 

Harran Üniversitesi rektörü katıldığı bir televizyon programında “Erdoğan’a itaat etmek farzdır” demiş. Bunu medyaya haber olunca öğrendim. Bu tuhaf söz AK Parti çevrelerini bile rahatsız etti ve Parti sözcüsü Naci Bostancı bir açıklama yaparak rektörün sözlerini eleştirdi. Başta CHP olmak üzere muhalefet te, haklı olarak, bu sözü siyaset oyununda aldığı bir ters pas olarak gördü ve sadece rektöre değil AK Parti’ye de gol atmak için kullandı.

Rektörün sözü siyasî kültürümüzün ne kadar demokrasiden uzak olduğunun yeni bir kanıtı. Her ne kadar yapılan bir benzetmeyse de kamu görevlileriyle siyasî makamlar arasındaki ilişkiye demokrasiyle bağdaştırılamayacak bir bakışı yansıtıyor. Rektörün doğruyu yaparak istifa etti.

Dinî kavram ve kurumların, dinsel açıklamaların siyasî araç olarak kullanılmasıyla ilk defa karşılaşıyor değiliz. Daha önce de örnekleri vardı. En berbatı ise FETÖ’de tezahür etti. FETÖ esas itibariyle dini inanç ve sadakatin siyasî sistemin temel kurallarının ve siyasal itaat yükümlülüğünün yerine ikame edilmesine dayanan bir hâkimiyet savaşı verdi. Sonunda hem tüm ülke ve toplum için hem de FETÖ’yü geçmişte saf ve temiz bir dinî irşat ve eğitim hareketi sanan sade insanlar için tam bir felaket yarattı.

Rektörün sözlerinde tuhaf çelişkiler var. Farz her zaman ve durum için geçerli emirdir.  Zaman ve mekân aşar. Erdoğan’a itaat farz ise, Erdoğan görevden ayrıldığına da bunun devam etmesi gerekir. Bu elbette söz konusu olamaz. Farzlar asla ortadan kalkmaz iken siyasal itaat yükümlülüğünün özneleri değişebilir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları siyasal otoriteye farz olduğu için değil, usulüne uygun kazanılmış meşru bir otoriteye sahip olduğu için itaat etmekle mükellef. Ama bu itaatin şartları ve sınırları var.

Gelgelelim bu sözü eleştirmeye en az hakkı olanlar Kemalistler. Çünkü Kemalistler de, aynı terimlerle ifade etmeseler bile, Atatürk’ün sözü ve yolu olduğuna inandıkları şeylere itaati bir tür farz olarak görüyorlar. Bu hâliyle Kemalizm seküler bir din ve Kemalistler bu dine sıkı sıkıya inanan, bağlı olan müminler. Yani Kemalistlerin durumu, tencere dibin kara senin dibin benimkinden kara…

Demokrasi siyasî yönetim yetkisini kullanacakların halk tarafından belirlenmesine dayanır. Bu kimseler-ekipler seçime dayanan usul kurallarıyla göreve gelir ve görevden giderler. Ancak, bu yetmez. Üstüne siyasî yönetimin sınırlarının olacağının ve bu sınırlar içindeki yönetim işinin de anayasaya ve yasal kurallara göre icra edileceğinin kabul edilmesi gerekir.

Bu kuralların şu veya bu klasik veya seküler dinle alâkası yoktur. Gerek seçme yetkisine sahip kimselerin gerekse seçilen kimselerin dinî inançları ve görüşleri bu sürecin konusu, malzemesi değildir. Seçenler de seçilenler de değişik dinî aidiyetlere sahip veya inançsız olabilirler. Onları siyasal ve hukukî olarak birbirine bağlayan dinsel bağlar değil vatandaşlık bağlarıdır. Vatandaşlık dine dayanmaz. Türkiye gibi geniş ve kalabalık bir ülkede doğal olarak dinsel inanç, görüş ve pratikler bakımından muazzam bir çeşitlilik vardır. Yönetme hakkını veya siyasal itaat yükümlüğünü bir dine veya dinî yoruma dayandırsak o rejim bir taraftan demokrasi olmaktan çıkar bir taraftan da parçalanmaya koşar.

Bu durumu yine güncel tartışma konusu olan ant ile karşılaştırarak daha iyi açıklayabiliriz. Andın yeniden konmasını talep edenler andın kaldırılmasının toplumsal birliği parçalayacağını iddia ediyor. Oysa tam tersi doğru. Andın dayatılması toplumsal birliği bozuyor. Çünkü ant birliği vatandaşlığa değil etnik aidiyete dayandırmaya kalkışıyor. Bunun ayrışmalara yol açması kaçınılmaz. Benzer bir durum  dinsel aidiyet için de söz konusu. Siyasal itaat yükümlülüğü dine dayandırılırsa başka dinden olanlar, o dinin başka yorumlarını benimseyenler ve dinsel bir inanca sahip olmayanlar kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş  hissederler. Bu ise birleşmeye değil ayrışmaya yardımcı olur.
Demokratik siyasal kültürümüz çok zayıf. Dökülüyoruz. Demokratım diyenlerin çoğu kendine demokrat, demokrasinin temel kurallarından ve kurumlarından ve onların tarihî, felsefî, ahlâkî köklerinden habersiz. Üniversitede görev yapan kimi akademisyenler dahi bu bakımdan sınıfta kalacak kadar donanımsız.

Daha iyi bir demokrasi için kat etmemiz gereken çok yol var. Hem de her alanda.

Yeniyüzyıl, 3 Kasım 2018

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et