Bu yazı Zaman Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.
Önümüzde üç seçim var. Bu seçimlerde oy hesapları yaparak ortamı gerenler memleketin bu gerilime dayanacağını nereden biliyorlar? Dışarıda neredeyse herkesle kavgalı hale geldik.
İçeride de herkes herkesle kavga ediyor… Cepheler karşılıklı bile değil artık. İnsanlar yanındakine, önündekine, arkasındakine de yaylım ateşi açıyorlar. Sanki en çok kişiyi hedef alıp vurana birileri ödül verecek! Bu gerginliğe ne ekonomi dayanır, ne demokrasi. Herkes kaybedecek, ama kaybedecek çok şeyleri olanlar var. Son yıllarda işleri yolunda olan, hem para hem itibar kazanan, şirketleri, grupları büyüyen, artık horlanmayıp saygı gören insanlar… Tüm kazanımlarını bir anda kaybedebileceğini düşünenler… Umulur ki onlar devreye girer, sükunet telkin ederler ve muhataplarını ikna ederler. Çünkü bu kavgayı sürdüren siyasetçiler kazansa bile onlar kaybedecekler… İstikrarını, güvenirliğini, sağduyusunu, barışını kaybeden bir ülkede siyasetçiler hâlâ kazanabilirler bir süre daha, ama toplum kaybeder.
Olup bitenleri ısrarla anlamak istemeyenler olabilir, ama ben meselenin anlaşıldığını düşünüyorum, hem de baştan beri… O nedenle zaten gerilim tırmandırılıyor, komplo teorileri gündeme getiriliyor, taciz atışları sürüyor. İçeride başı sıkışan bütün yönetimler bir yandan dışarıyla kavgalarını alevlendirirler, öte yandan da iç düşmanlar icat ederler. Bunun sayısız örnekleri var, birincisi de bildiğimiz ‘eski Türkiye’.
Popülist nedenlerle, milleti gaza getirmek için dünyayla kavga etmeye kalkışmak kendi ayağına sıkmaktan farksız değildir. Bir süre işe yarar dünyayla kavgaya tutuşmak, bütün dünyanın sizi, sizin ülkenizi hedef haline getirdiğini söylemek. Böylece tabandaki dayanışma güçlenir, lidere mutlak itaat fikri yenilenir, muhalefeti düşmanla işbirliği yaptı diye etkisizleştirmek, itibarsızlaştırmak mümkün hale gelir vs… Ama sonunda dışarıdan izole oldukça içerideki sorunlarınız derinleşir, tepkileri sindirmek için otoriterlik dozunuz artar, baskılar arttıkça tepkiler de büyür… Böyle bir döngüden en maharetli siyasetçi bile kazançlı çıkamaz. Üstelik siyasetçilerin germek yerine barıştırarak, uzlaştırarak da seçim kazanması mümkün. Türkiye’de merkez seçmenin temel oy verme saiklerinden birisi istikrardır. İstikrarı bozucu, kavgacı, gerilim yaratan siyasetçiler bir kısım ideolojik kesimlerin hoşuna gidebilir, ama ‘merkez’ seçmeni kaçırır.
İçeride ve dışarıda kavgaya tutuşmuş bir görüntü ‘işini yapmak’ için barışa ihtiyacı olan iş çevrelerini, sivil kesimleri rahatsız eder. Bir Gezi olayı yaşadık, olayın iç dinamiklerine bakmak istemeyenler, protestoların nedenine gözlerini kapayanlar veya siyaseten bir gerginlik stratejisi izleyenler bütün sorumluluğu dış düşmanlara ve içerideki işbirlikçilerine indirgemiş haldeler.
Muhalefete ‘düşman’ dediğiniz anda akıl da, analiz de, iç barış da bitmiştir. Bunu yıllarca Kemalist vesayet rejimi yaptı. Bir yandan ‘dört yanımız düşmanlarla çevrili’ hikâyeleri anlatıp milleti korkutarak vesayet otoriterizmini örtmeye çalıştılar, öte yandan da iç düşman avcılığı yaparak toplumu birbirine kuşku ile bakar hale getirdiler. Vesayet rejimini yenip, onun akıl yolunda gitmek doğru mu? Hani memleket değişmiş ‘yeni Türkiye’ olmuştu? Bu ‘iç ve dış düşman’ imal etme alışkanlığı oldukça ‘eski’ bir alışkanlık oysa.
En az on yıldır ‘yabancıların, Batı’nın, siyonistlerin komploları’ söylemine kulaklarını tıkayan sağ, dindar ve muhafazakâr taban gazetelerinin ve siyasal liderlerinin bu eski dile savrulmalarını nasıl karşılıyor acaba? Son günlerde savunma güdüsüyle estirilen komploculuk, yabancı düşmanlığı, Batı karşıtlığı rüzgârı eğer dindar-muhafazakâr tabanı yeniden etkisi altına alırsa yazık olur şimdiye kadarki değişim sürecine…