Paketin açıklanmasının ardından, eksikliklere ilişkin çok sayıda görüş açıklandı. Liberal ve demokrat çevrelerden gelen eleştiriler esas itibariyle aynı noktalarda birleşiyor: Aleviler’in sorunlarının pakette yer almayışı, kamu görevlilerine başörtü serbestisine getirilen istisnalar, Heybeliada Ruhban Okulu’nun paket dışında bırakılışı, Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasının ertelenmesi, Terörle Mücadele Kanunu’nda gereken düzeltmelerin yapılmayışı…
Bütün bunlara ben de katılıyorum. Ancak eksiklikler belirtilirken kalıp bir cümle halinde sürekli tekrarlanan bir talep var ki, hukuka saygılı, demokrat ve özgürlükçü bir zihnin böyle bir talebi bir demokratikleşme paketi içinde nasıl düşünebildiğine şaşmamak elde değil.
“KCK’lılar serbest bırakılsın” deniyor; “bu paketin en önemli eksikliğinin KCK tutuklularının durumuna bir çözüm getirmemesi” olduğu söyleniyor.
Sanki çıkan bir af paketi!
Terörle Mücadele Yasası’nda sorunlar olduğu ve şu anda KCK davalarında bu sorunlar yüzünden haksız yere yargılanan sanıklar bulunduğu konusunda hemfikiriz. TMY değiştirilir ya da tümden kaldırılırsa, sapla saman birbirinden ayrılır, KCK davalarında fikirleri ya da meşru politik faaliyetleri yüzünden yargılanan sanıklar da otomatik olarak kurtulur.
Ama talebimizi “TMY kaldırılsın ya da değiştirilsin” diye ifade etmek farklıdır; “KCK tutukluları serbest bırakılsın” şeklinde ifade etmek başkadır. Bu iki talebin bir arada ve birbiri arkasına söylenmesiyle, sanki TMY’deki sorunlar halledildiğinde bütün KCK sanıkları kendiliğinden serbest kalacakmış gibi bir algı yaratılmış olur. Oysa bu doğru değil. Eğer Türkiye bir hukuk devleti ise, Terörle Mücadele Yasası ne kadar reforme edilirse edilsin bu davanın sanıklarından önemli bir kısmının yargılanmaya devam edeceğini bilmemiz gerekir.
Çünkü karşımızda Kürtler’in yaşadığı dört ayrı coğrafyada örgütlenen, yasama-yürütme-yargı şeklinde kurumları olan “devlet içinde devlet” görüntüsü veren illegal bir üst yapı var. 700 delegelik bir “Yasama meclisi”, bir ana sözleşmesi (anayasası), mahkemeleri hatta yüksek mahkemeleri olan bir yapıdan söz ediyoruz. Bu yapı bölgede faaliyet gösteren işadamlarından “vergi” istiyor. Üstelik bunu “egemenlik hakkı”nın bir gereği olarak izah ediyor. Seçilmiş belediye başkanlarına ya da milletvekillerine baskı yapıyor. Şehirleri kana bulayan eylemler KCK’nın emriyle hayata geçiriliyor.
Artık daha da fütursuz
Üstelik bu örgüt, çözüm sürecinin başından bu yana Güneydoğu’da eskisinden daha da fütursuzca davranıyor. Sanki barış süreci, KCK’nın faaliyetlerini meşrulaştırmak için başlatılmış gibi, milisleriyle gövde gösterisi yaparak, yol kontrollerine girişerek neredeyse, bölgede“iktidarın asıl sahibi” gibi davranıyor.
Peki şimdi biz demokratikleşiyoruz diye, Kürt sorununu siyasetle çözeceğiz diye, halen faaliyette olan bu illegal örgütü görmezden mi geleceğiz?
Demokratik siyaset açık, meşru örgütlerle yapılır; illegal yapılarla değil. Bir yanda BDP diye legal bir parti olacak; bir yanda bütün Kürt coğrafyasına hükmetme iddiası taşıyan KCK diye gizli bir örgüt olacak ve biz bileceğiz ki bizim muhatap aldığımız BDP, KCK’nın emrinde…
Alın size son bir örnek: Hükümetin ‘demokratikleşme paketi’ni açıklamasının ardından KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, pakete önümüzdeki hafta bir deklarasyonla yanıt vereceklerini açıklamış.
Peki o zaman BDP’nin iki gündür yaptığı açıklamaların kıymetiharbiyesi ne? Böyle bir tablo kabul edilebilir mi?
**
BDP’nin her lafın başında “KCK tutukluları serbest bırakılsın” demesi kolay anlaşılır bir durum. Çünkü bu parti PKK’nın silahlı güçleri alanı terk ettikten sonra yerini KCK’nın doldurmasını; bu yapının olduğu gibi kalarak meşrulaştırılmasını temel misyon edinmiş durumda.
Anlaşılmaz olan, demokratik siyasete inanmış, hukukun üstünlüğüne saygılı insanların böyle bir talebi meşru bir talep gibi dile getirebilmesi…
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.