15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ terör örgütüyle bağlantılı pek çok şirketin kontrolü kamuya geçti. Bu şirketlere yönetim için kayyum heyetleri atandı. Kayyum kontrolünde faaliyetlerine devam ediyorlar. Ancak bu şirketlerin bir an önce özel mülkiyet altına alınmasında fayda vardır.
Şirketler şu anda mülkiyet açısından “sahipsiz” konumdalar, kayyum heyetindekilerin bu şirketleri, varlıkları “kâr-zarar” endişesi taşımadan yönetmesi piyasa gerçekleriyle uyuşmaz. Şirketler kayyum altında kaldıkça önce piyasa değerini kaybeder, sonra da üretim gücü zayıflar ve zamanla yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Kayyum heyetinin bazı dezavantajları vardır. Bunlardan ilki; heyettekiler ticaret dünyasını bilmezler, bu kişiler son 15-20 yıl devletten hazır maaş alarak yaşamını idame ettirmiş kişilerdir, piyasadaki risklerin, fırsatların farkında olmaları pek mümkün değildir. Bir diğeri ve daha önemlisi, şirketin mülkiyeti kayyum heyetine ait değildir. J. D. Gwartney vd. (2016: 65-71)’e göre mülkiyetin sağladığı motivasyonlar vardır: 1. Mülkiyet rasyonel yönetimi teşvik eder. 2. Mülk sahibi verimlilik arttırıcı kararlar almak zorundadır. 3. Mülk sahibi başkalarının faydasını arttıracak uygulamalar geliştirir, 4. Mülkün korunmasını ve geleceğe aktarılmasını sağlar. Sayılan müşevvikler ancak ve ancak mülkiyetin özel sahipliği ile mümkündür. Oysa kayyum heyeti, olası zararlardan, oluşacak ekonomik kayıptan sorumlu değildir. Kaba tabirle; “şirket yansa umurlarında olmaz.” Bu onların iyi/kötü niyetli olmalarıyla ilgili değildir. Tamamen mülkiyetin ait olup-olmaması ile ilgilidir. Tüketiciler, fabrikanın sahibinin kim olduğuna göre karar vermezler. Onlar insanlık tarihi kadar eski bir saikle karar verirler: ‘Kendi faydalarına en uygun ürün/hizmet’ hangisi ise onu tercih ederler. Kayyum tarafından yönetilen bir şirkete kimse tam olarak güvenmez, en kısa sürede ilişkisini kesmeye çalışır.
Yakın zamanda kayyum tarafından yönetilen bu şekilde uzun yıllar devletin kontrolünde yer alan şirketler olduğunu biliyoruz. Bu yaşanan tecrübe aynı yolun bu dönemde de izleneceğini gösteriyor. Yukarıdaki saydığımız ekonomik sakıncalar bu dönemde pek çok şirket kayyum heyetleri tarafından yönetildiği için olası tehlikeler daha ciddi boyutlara ulaşacaktır, bu süreçte, sosyal problemlerle karşı karşıya kalma endişesi duyulmaktadır. FETÖ ve onlara bağlı unsurların tespiti uzun zaman alacaktır, bu durumda şirketleri yeniden FETÖ’ye teslim etmemek için siyasî irade ağırdan almaya çalışacaktır. Ekonomik riskler ile güvenlik arasında bir denge kurulmaya çalışılmaktadır. Bu durum gayet anlaşılır, makul bir tablo ancak, olabildiğince hızlı hareket etmekte yarar vardır.
Kayyum tarafından yönetilen şirketlere iç ve dış piyasadan talipliler çıktığını biliyoruz, bu talepler ciddiye alınmalı, oyalanmadan şirketler yeni sahiplerine satılmalıdır. Bazı şirketlerin bütünü değersiz ise parçalanarak şirket satılmalıdır. Burada yapılmaması gereken en önemli şey: devlet işletmesi haline getirmektir. Böyle olursa şirketin, kısa zamanda zarar etme şampiyonluğuna ulaşacağını söylemek kâhinlik değildir. TEKEL, Çaykur, SEKA daha adını sanını unuttuğumuz devlet işletmelerinin oluşturduğu zararları henüz tam ödeyebilmiş değiliz.