Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, 14.10.2015 tarihinde CNNTURK’te yayınlanan “Tarafsız Bölge” programına katıldı. Mevzuu, ülkedeki son gelişmelerdi. Programda, Elçi’nin dışında dört konuk daha vardı. (MHP Milletvekili Uygar Aktan, CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Gazeteci Nevzat Çiçek ve Hukukçu Rıza Saka) Her bir konuk meseleleri kendi perspektiflerinden değerlendirdiler, bazı noktalarda uzlaşıp, bazı noktalarda ayrıştılar.
PKK’nin eylemlerinin ve bununla bağlantılı olarak niteliğinin tartışıldığı bir esnada Elçi “PKK, bir terör örgütü değildir” ifadesini kullandı. Arkasından bu ifadesini dayandırdığı analitik bir çerçeve sundu. Elçi’ye göre “Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa da PKK bir siyasal hareket” idi. Zira PKK’nin hem siyasal talepleri vardı, hem de PKK çok ciddi bir toplumsal desteğe sahipti.
“Elçi’den PKK’ya tepki”
Elçi, kamusal bir figür. Diyarbakır Barosu gibi çok etkili bir kurumun başkanlığını yapıyor. Birçok konuda fikirlerine başvuruluyor. Bahusus Kürt meselesinde, gerek şahsı ve gerek temsil ettiği kurum, iç ve dış medya organları için çok ciddi bir kaynak olarak görülüyor.
Elçi, fikirlerini açıkça savunmaktan sakınmayan bir hukukçu. Yanlış gördüğüne eyvallah etmiyor, doğru bulduğuna destek veriyor. Mesela, iki buçuk aydır devam eden çatışma döneminde PKK’nin taktik ve stratejilerine sert eleştiriler yöneltmekten geri durmadı. Şehirlerde hendek kazılmasının karşısında durdu. Özyönetim ilanlarının yanlış olduğunu savundu. Türkiye’de savaş koşullarının bulunmadığını belirtti, PKK’nin “devrimci halk savaşı”nın Kürtlere zarar verdiğini anlattı.
Eğer kamusal alanda yazılı ve ya sözlü olarak bir görüş beyan ederseniz, kaçınılmaz olarak farklı tepkilerle karşılaşırsınız. Kimi herhangi bir değer atfetmez, kimi sizin yanınızda durur, kimi de karşınıza geçer. Normaldir bu. Elçi’nin dillendirdiği bu düşüncelerin de değişik yansımaları oldu. PKK’liler bundan rahatsızlık duydular. Ama bugün Elçi’nin ipini çekmeye çalışanların bir kısmı “Elçi’den PKK’ya tepki” diye onu manşetlerine çektiler.
Sözü edilen programda Elçi “PKK terör örgütü değildir” der demez, programın Ahmet Hakan Coşkun dâhil beş kişi ona karşı çıktılar. Elçi’ye sert bir şekilde itiraz ettiler, ağır cevaplar verdiler ve PKK’nin bir terör örgütü olduğunu altını çizdiler. Herkes kendi düşüncesini söze döktü ve tartışma orada bitti. Elbette daha derinlikli bir tartışma yapmak isteyenler olabilirdi. Bunun da yolu belliydi: Elçi birtakım gerekçelere yaslanarak bir görüş ortaya koymuştu. Buna katılmayanların yapması gereken, karşı deliller ileri sürerek Elçi’nin görüşlerini çürütmekti.
Gayya kuyusu
Ancak öyle olmadı. Elçi’ye karşı önce sosyal medya üzerinden bir linç kampanyası başlatıldı. Küfür, hakaret ve tehdidin bini bir paraydı. Bu da alışılmadık bir durum değildi doğrusu. Nihayetinde sosyal medya, gayya kuyusu gibi bir yer. Orada bugüne kadar bir düşünceye alakası olmamış, herhangi bir fikrin yükünü çekmemiş, tüm sermayesi 140 karakterle sınırlı olan ve ona buna laf sokuşturmakla kendine bir kimlik inşa eden mebzul miktarda kişi var. Bu neviden olanlar, herkese yaptıklarını Elçi’ye de yapıyorlardı.
Fakat işi daha vahim kılan, yargının devreye girmesiydi. Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı, Elçi hakkında “terör örgütünün propagandasını yapmak” iddiasıyla bir ceza soruşturması başlattı. Yargı bununla da tatmin olmadı; Savcılığın talebi üzerine Bakırköy 2. Sulh Ceza Hâkimliği Elçi hakkında yakalama kararı çıkardı.
Tartışma hakkı
Mahkemenin bu bilinçli ve kararlı tavrı üzerinde durmak lazım. Bir kere, ifade özgürlüğüne doğrudan ve açık bir müdahale bu. Ve başlı başına bir ayıp. Ancak ayıp bununla sınırlı değil. Elçi, soruşturma haberi aldığında ifade vermeye hazır olduğunu açıklamıştı. Mahkeme kendisini davet etse icabet edecekti. Keza Mahkeme, Elçi’nin ifadesini talimat yoluyla ikamet ettiği Diyarbakır’da da alabilirdi. Ama bunların hiçbirine müracaat etmedi. Bir baro başkanı hakkında yakalama kararı çıkardı. Ayıbı katmerli hale getiren bir garabete imza attı.
Mahkemenin tavrı yalnızca Elçi’ye yönelik değil. Sadece onu hedef almıyor. Aslında Mahkeme, herkese, hepimize gözdağı veriyor. Eskide kalması için gayret edilen refleksleri hortlatıyor, kadim korkuları tekrardan piyasaya sürüyor. Toplumsal bir problemin ancak kendisinin çizdiği sınırlar içinde ve kendisinin kabul edeceği kavramlarla konuşabileceğini buyuruyor. Murat Yılmaz dediği gibi “Mahkeme bizim tartışma hakkımızı elimizden alıyor.”
Yargının bir hizası var. Demokratik değerlere göre değil, politik ortama ve hassasiyetlere uygun olarak belirleniyor bu hiza. Ve şimdi İstanbul’daki mahkeme herkesi bu hizaya çekmeye çabalıyor.
Bu ne kabul edilebilir, ne de sonuç verebilir. Beyhude bir çabaya tanık oluyoruz. Mahkeme bu tavrını savunamaz. Bu kararın altından kalkamaz. Bunu yakında hep birlikte göreceğiz.
Serbestiyet, 20.10.2015