Dünkü gazetelerde AK Parti’nin ‘Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular İttifakı’na (AECR) tam üye olduğu haberini okuduk. İngiltere’nin liderlik ettiği ve Avrupa Parlamentosu’nda 52 sandalyesi bulunan grup içerisinde AK Parti’ye başkan yardımcılığı görevi verilecekmiş. İttifakın hedefi ‘Muhafazakâr değerleri Avrupa’da yaymak’ olarak belirtiliyor.
Doğrusu iyi denk geldi… Madem ki AK Parti kendi muhafazakârlık anlayışını bu ittifaka uygun buldu ve üye oldu; o zaman biz de bundan sonra “muhafazakâr bir parti olmak neye cevaz verir, neye vermez” tartışmalarını kendimize özgü bir muhafazakârlık anlayışı üzerinden değil, Avrupa’nın “muhafazakârlık” standartları üzerinden yürütebiliriz.
AECR’nin on temel prensibi arasında konumuza ilişkin prensiplere baktığımızda “toplumun temel taşı olarak aileye verilen önem”in Batılı muhafazakârların on maddelik deklarasyonunun dördüncü sırasına yerleştiğini görüyoruz. Ama birinci ve ikinci sırada yer alan temel değerin bireysel özgürlükler olduğunun altını çizelim…
Dünyanın her yerinde muhafazakârların aile değerleri konusunda hassas oldukları bilinir. Kürtajdan bekarete, evlilik dışı ilişkiden eşcinsel evliliğine kadar birçok meselede muhalefet yürütürler. Ama dünyanın başka yerlerinde, bu değer çatışmaları siyaset alanına “rejim krizleri”olarak yansımaz. Çünkü Batı muhafazakârlığı bireysel özgürlüğe saygıyı bu değerin de üstünde saymayı bilmiştir.
Ya bizim muhafazakârlarımız?
Bizim muhafazakârlarımız ise bu konuda -şükürler olsun ki- tam bir görüş birliği içinde değil.
Karma öğrenci evleri tartışması Türkiye’deki farklı muhafazakârlık anlayışlarının netleşmesi açısından bir turnusol kağıdı işlevi gördü.
Bir yanda bu konunun aile değerleri üzerindeki olumsuz etkisine işaret etmekle birlikte, bu konunun yasalarla ve müdahale yoluyla engellenmesine karşı çıkanlar; öte yanda da “toplumu rahatsız ettiği” gerekçesiyle açıkça müdahaleyi savunanlar…
Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak’taki şu satırları, sanırım önümüzdeki günlerde muhafazakâr kalemler arasında ciddi olarak tartışma konusu olacaktır:
“Bireyin ve azınlığın kendine hak olarak gördüğü şeyi toplumun çoğunluğu böyle görmüyor, hatta kendi hak ve özgürlükleri, değerleri bakımından zararlı buluyorsa korumaz ve engellemeye çalışır. Çoğunluğun istemediği, zararlı, çirkin, gayrimeşru gördüğü bir davranışı, bir uygulamayı, bir ilişkiyi hükümetler de kanun ve düzenlemelerle koruyamaz. (…) Bir toplum içinde yaşayan birey, topluma olan ihtiyacı ve zorunlu alışverişi uğruna bazı özgürlüklerinden fedakârlık edecektir. Hem toplumu kale almamak toplum değerlerini takmamak, bu değerlere isyan etmek, hatta fiilen veya kavlen küçümsemek, tahkir ve tezyif etmek hem de o toplum ile alışverişe talip olmak, o toplumun varlığından yararlanmak mümkün değildir. ‘Batı’da şu şöyle, bu böyledir’ şeklindeki argümanlar, meşrulaştırma delilleri bu noktada işe yaramaz ve yaramamalıdır; çünkü her bir toplumun (kavim, ümmet, milletin) kendine özgü değerleri, sınırları, kutsalları, kuralları vardır; ortak değerler ve kurallar kadar, hatta bazen bunlardan daha fazla farklı değerler etkili olabilir.”
Görüldüğü gibi Karaman, Batı tipi muhafazakârlığın bizim burada sökmeyeceğini söylüyor. Toplum çoğunluğunun kabul etmeyeceği bir yaşam tarzı seçenlerin hükümetin koruması altında olamayacağını; dolayısıyla da ya bu özgürlüklerinden feragat etmek ya da -en azından diyor- mahalle baskısı altında yaşamayı göze almak gibi bir tercihle karşı karşıya olduğunu söylüyor.
Yani kırk katır mı kırk satır mı gibi bir tercih…
Tabii biz şimdi Karaman’ın bu görüşlerine muhafazakâr fikir insanlarının ne kadarının katıldığını ne kadarının katılmadığını öğrenmek için merakla bekliyoruz.
Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.