Değerli okur, Kalenya Krallığı henüz 11-12 yaşlarındayken oyunlarımdaki ülkenin adıydı. O zamanlar Kalenya’yı hep uzakta, çok uzakta bir ülke olarak hayal ederdim. Sahiden de benzer bir isimde (Karelya Cumhuriyeti) bir ülke olduğunu da öğrenmiş oldum.
Yıllar geçti, bir hukukçu olarak bir kitap yazmaya karar verdiğimde ismini uzaklarda aramamıştım. Kalenya Krallığı olarak başlığı attım ve ince bir kitap olarak tamamladım. Kitap üzerine çalışmalarım henüz bitmedi, yazdıklarımı tekrardan gözden geçirmek istiyor ve sonrasında değerlendirilmesi için yayınevine göndermek istiyorum. Ancak şu aşamada kitaba dair bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Çeşitli platformlarda yaklaşık 100 yazı yazmış olsam da bir kitap denemesi henüz 27 yaşında olan bendeniz için oldukça iddialı ve açıkçası cüretkârdır, biliyorum pek çoğunuz için küçük bir proje olsa da benim için ifade ettiğim gibi bu cüretkâr ve heyecan vericidir. Bu nedenle lafızlardaki hatalarımı bağışlamanızı temenni ederim. Yazının ve inşallah eserin faydalı olması dileğiyle…
***
Kalenya, henüz karanlık çökmemiş masmavi gökyüzünde beliren ay; sıcak bir yaz akşamında tatlı tatlı esen rüzgar gibiydi. Dibi görünen deniz berraklığı, uçsuz bucaksız buğday tarlası kutsallığı, dağlardan oluk oluk akan suyun serinliği, yakamozların ışıltısı, devasa sedirlerin kokusu… İşte Kalenya bunların hepsiydi. Nahif, narin, kadirşinas insanların ülkesiydi Kalenya. Düşünmesi umut idi, yaşaması cennet.
Üst düzey pek çok görevin yorgunluğunun ardından ve hatta “Kalenya çöküyor” diye haykırdıktan sonra mücadelemin sebebi toprakları bundan farklı tarif edemezdim.
Kurtuluş mücadelesinin ardından sistemini kurduğumuz topraklardaki refahın ve huzurun eriyişini izlemek ıstırap vericiydi ancak doğan her şey ölürdü, yapılan her şey hasar alırdı. Her yükselişin düşüşü vardı. Ayrıca bugün Kalenya’nın başına gelen şey bir hikâyenin dönüm noktasının başlangıcıydı sadece. Bu satırlar ise anılardan ziyade artık pek de ziyaretlerini kabul etmediğim dostlarıma bazı samimi mesajlar içermekteydi.
Diğer taraftan bu satırları yazarken evimin hemen arkasında bulunan bahçemle ilgilenirken bir yandan da Kalenya’ya olan vefa borcumu ödemek istemekteyim. Bu nedenle günlüğümden bazı satırları kitaplaştırmak istedim ve bazı anekdotları tarihe not düşmek istedim.
Bizler Kalenya’yı kurarken bazı şeylere önem gösterdik. Çünkü İbn-i Haldun’un da dediği gibi kuruluş aşamasındaki ilkeler ve refah devletin ilerideki gücünü de tayin ederdi. Böylece öyle ince işledik ki bazı şeyleri Kalenya’da çocuklarımız dahi bazı meselelerin öneminin farkına vardı. Örneğin vergi vermenin önemini vermemenin hırsızlık olduğunu göstererek öğretmiştik. Elbette vergi oranları da makuldu ve tabiri caizse bazı ülkelerdeki gibi “mala çökme” veya hafif tabirle “gizli ortaklık” düzeyinde değildi. Bu kimsenin aklından dahi geçmezdi. Vergi verenin, vergi vermekte çıkarı olduğunu hissetmesi ve ticaret için iştahlanması bizler için temel ilkelerden biriydi. Bu nedenle adil ve basit bir vergi sistemi geliştirdik, şirket kurmayı ve ticaret yapmayı basitleştirdik ve dijitalleştirdik ve vergi bilinci ile güvene dayalı bir anlayış aşıladık.
Çocuklarımıza ticareti öğretmiştik. Devlet ticaret yapmazdı ancak bizler ahlâklı ve düzgün ticareti uygulamalı şekilde öğrenmiş ve öğretmiştik.
Eğitim Kalenya için her şeyden önemliydi. Kitap okumak, dilbilim, matematik bilgisi, coğrafya ve mantık mesleklerden bağımsız herkesin mutlaka öğrendiği şeylerdi.
Kalenya’da herkes yılda birkaç kez gezer, birkaç gün doğayı temaşa ederdi. Hemen herkes muhakkak sözlük okurdu. Eğitimsiz veya alt kültür neredeyse kimse yoktu. Toplumsal hayat canlıydı, insanlar ahlâklıydı ve yozlaşma henüz görünür değildi. İnsanlar sanatın, müziğin, estetiğin, güzelduyunun peşindeydiler. Savaştan yeni çıkan aziz milletimiz; zenginliğin tabiatta, berekette, ruhun yükselişinde olduğunu biliyordu ve Kralımız diri bir şekilde bu eseme ile ulusumuzu inşa ediyordu.
Ekonomimiz ise tasarrufa ve üretime bağlıydı. Büyük tecimevlerimiz vardı ama gösterişsiz sade bir toplumduk ve herkes üretiyor, ticaret ile uğraşıyordu. Ticaretin, dürüst ticaretin bereketine ve bolluğuna inanıyorduk. Çocuklarımıza her daim bunu aşıladık ve öğrettik. 2 her zaman 1’den büyük değil diye anlatır, ticareti övdükçe överdik. 40 gün kadar her çocuk bir tecimevinde yetişir bir belge-sertifika alırdı. Bu adeta bir oryantasyondu ve kırk, kadim geleneklere göre önemli bir sayıydı: Nuh ve halkı 40 gün beklemişlerdi sellerin çekilmesini veya Musa 40 gün kalmıştı Sina’da. 40’ın tılsımına inanılırdı Kalenya’da. Tılsımlarla dolu bir ülkeydi zaten Kalenya…
Kalenya’da bir deyiş vardı ki herkesin dilinden düşmez idi, bu deyiş adeta millet olarakh şiarımızdı:
“Yoğurt ezmek, derya gezmek, inci dizmek, yazı yazmak marifettir.” Bunu bilir, buna uygun yaşardık.
Kalenya’da siyasetçiler ve üst düzey bürokratlar Yetro’nun Asası gibi makamlarına çakılıp kalamazlardı. Kanunlar çok netti ve uygulaması da o kadar keskindi. Kanunlarımızın herkese eşit uygulanması evlatlarımıza tevarüs ettirdiğimiz en önemli şeydi.
Kalenyalılar bayrağımızdaki zeytin ağacından ve mavi renkten olsa gerek tüm dünyada etkin bir diplomasi gücüne sahiptiler. Hemen her ülkede Kalenya’nın kültür vakıfları bulunuyordu ve o ülkelerdeki yerel halklarda Kalenya hayranlığı vardı. Hemen her ülkede üst düzey birkaç yönetici Kalenya Üniversitelerinden mezundu. Bu üniversiteler yalnızca Kalenya’da değil dünyadaki 7 ayrı bölgede 40 ayrı üniversite olarak inşa edilmişti. Kalenya bu üniversiteleri gerektiğinde diplomatik girişimleri için kullanmaktan asla çekinmezdi.
Komşularıyla da oldukça iyi geçinen Kalenya Krallığı güvenliğin ve gücün ilk yolunun komşularından geçtiğinin farkındaydı. Bu nedenle komşu ülkelerde dost ve müttefik grupları sürekli besler, güçlü tutardı ancak ülkelerin iç siyasetine asla karışmazdı. Her iktidarla iyi geçinmek ve saldırmazlık-güvenlik paktı inşa etmek Kalenyalılar için en önemli unsurdu. Kalenya için düşman her daim uzakta tutulmalıydı. Bu nedenle komşu ülkelerle sıkı askeri işbirlikleri yapıyor, diplomasiyi etkin şekilde yönetiyordu.
Kalenya için hem bölgesel hem de küresel olarak barış en önemli hedefti. Kalenya dünyada sakinliğin, huzurun, dinginliğin ve barışın devletleşmiş haliydi. İmparatorluk hırsları yoktu, büyük devlet olma iddiası yoktu, başka ülke topraklarında gözü de yoktu. Etki oyunlarından hoşlanmazdı. Kalenyalılar için tüm dünyada iletişim ne kadar artarsa ve ticaret ne kadar yoğunlaşırsa barış o kadar hızlı sağlanırdı. Ticaretin girdiği yerde savaşa yer yoktu. Bu nedenle sermayenin yayılması, çok uluslu hale gelmesi ile ticaretin küreselleşmesinin önemli olduğuna inanılırdı. Finansal ürünlere ise çok değer verilmez, gerçek sahici üretim ve ticaretin önemi her platformda anlatılırdı. Oyun teorisini iyi bilen yöneticiler herkesin kazanacağı oyunların daha anlamlı olduğunun da farkındaydı ve denklem basitti: Kaliteli üretim, nitelikli ürün, gerçek ve bol ticaret, ebedi barış ve hoşgörü…
Kalenya’da hukuk ve tarım ise her şeyden önemli tutulurdu. Hukuk önemliydi çünkü bir toplumun temeli adalet idi. Adalet olmaksızın bir toplumda ne zenginlik refah getirebilirdi ne de başka bir şey. Halkın mutluluğu diye bir kavram vardıysa eğer -ki Kalenya’da bu kavrama inanılırdı- bunun ilk yolu adaletin sağlanmasından geçiyordu.
Kalenya’da hukuk sisteminin en önemli özelliği hızlı olmasıydı. Bunun için yeterli mahkeme vardı. Ayrıca belli yaşın üstünde hukukçular “hakemlik” yapabiliyorlardı. Taraflar anlaştıkları takdirde bu hakemlere başvurabilirler, hakemler uyuşmazlıkları hızlıca çözüme bağlardı. Hakemlerin kararları üst mahkemeye götürülerek denetlenebilirdi. Bu daha düşük tutarlı niza konuları için böyleydi ve tahkimden farklı bir modeldi. Bu modelin pek çok faydası bulunmaktaydı.
Diğer yandan hakim-savcı-avukat-akademisyenler arasında yılın 12. ayında genişletilmiş yüksek hukuk şurası adı verilen tam 15 gün süren eğitimler-konferanslar, çalıştaylar yapılırdı. Bu sayede hukuk profesyonelleri her yıl kendilerini yeniler, geliştirirlerdi. Ayrıca bu şurâya muhakkak pek çok yabancı hukukçu, sosyolog, psikolog, siyaset bilimci katılırdı.
Ceza sistemi ise daha farklı bir anlayışa sahipti. Kalenya’da kötüler, ceza çekerlerdi. Bu sistemi, ileride, sizlere tüm sistemleri anlattığım gibi anlatacağım.
Diğer yandan Kalenya’da tarım da çok önemsenirdi. Sağlıklı nesillerin yetişmesi kaliteli ve sağlıklı tarımdan geçiyordu. Sağlıklı hayvanların yetişmesi sağlıklı ve kaliteli tarımdan geçiyordu. Tarım yalnızca yenilip içilen yetiştiricilik olarak düşünülmüyordu, devasa ormanlar da tarıma dâhildi ve Kalenya’da ormanlara çok önem verilirdi. Hemen her şehir bir orman etrafına kuruluydu. Ayrıca her semtte korular ve uçsuz bucaksız bağlar bulunurdu. Onlarca çeşit kuş ve hayvan bu korularda, ormanlarda yuva yapardı. Kalenyalılar ise her sabah seher vaktinde bu korularda yürüyüş yaparlar, kuş seslerini dinlerlerdi. Bu Kalenyalılar için bir ritüeldi ve hatta bazı Kalenyalıların kuşlarla konuştuğu söylentisi yayılmıştı.
Tarımda da benzer durumlar söz konusuydu. Tüm çiftçiler muhakkak çiftçilik yüksek okulu mezunuydu. Geniş alana yayılarak genellikle bahçeli şekilde inşa edilmiş evlerde oturan halk kendi bahçelerinde dahi olsa tarımsal üretime önem verirdi. Kalenyalı halk tüm teknolojik gelişmeleri yakından takip eder, sık sık yurtdışındaki fuarlara giderlerdi. Kalenya’da tarımdaki en önemli ilke doğallıktı. Bu nedenle kimyasal kullanımı oldukça azdı ve çiftçiler sıklıkla verimsizlikle karşı karşıya kalabiliyordu. Böyle zamanlarda gelişmiş sigorta sistemi devreye giriyor, havuzda biriken fonlardan çiftçilerin zararı gideriliyordu. Bütün Kalenyalılar, aslında sağlam bir sigorta sisteminin ne kadar önemli olduğunun farkındaydı. Bu nedenle herkes vergisini ve sigorta primini hassas şekilde öderdi. Sigortada bulunan para ise profesyonellerce ülke içerisinde fon olarak kullanılırdı. Sigorta sistemi kâr eden bir ülkeydi Kalenya. Pek çok Avrupa ülkesindeki gibi sosyal bir yapı olduğuna inanılmıyordu. Bunun için sivil toplum kuruluşları vardı. Kalenya’da “başkasının parasıyla hayır yapılmaz” anlayışı hâkimdi. Her yıl kasada artan para ise altın yapılarak Hazine’de saklanırdı.
Kalenyalılar, sığınak olarak inşa ettikleri mahzenleriyle de ünlüydü. Her biri bir sanat eseri olan mahzenler tıpkı Krallık Sarayı’nda olduğu gibi buğday, defne, nar motifleriyle süslenmişti. Eski Aram Tanrısı Rimmon’dan bu yana kutsal olduğu düşünülen narın bereketi tüm Kalenya’yı kaplasın istenirdi.
Kalenyalılar siyasetin en önemli iki sorunu olan sivil toplum siyaset ilişkisini ve siyasetin finansmanı ilişkisini büyük oranda çözebilmişlerdi. Kalenyalılar vergilerinden düşürülmek üzere sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olabiliyorlardı. Sivil toplum kuruluşları ise sosyal hizmetlere yoğunlaşmıştı: Temiz Sokaklar Derneği, Hasta Bakım Vakfı, Kuşları Besleme Derneği vb.
Sivil toplum kuruluşlarının gücü halktan geliyordu. Bir kısmı ise kamu hizmeti yürütüyordu. Örneğin pek çok orman koruma derneği vardı ve pek çok ülkedeki orman muhafızları işlerini yürütüyorlardı. Veyahut köylere bazı şehir hizmetleri için kurulmuş dernekler vardı.
Sivil toplum kuruluşlarının finansman ihtiyacı için şirketlerden de bağışlanan meblağlar doğrudan vergiden düşülüyordu. Bu formül ile pek çok kuruluşa fayda sağlanıyordu. Bu vergilerin muvazaalı şekilde bağışlanmaması içinse sıkı bir denetim vardı.
Bir diğer yöntem ise şahısların vergiden düşmek üzere bağış yapabilmesiydi. Örneğin “mahalle bakım ve kütüphanecilik dernekleri” yaşanılan çevrenin güzelleşmesi için pek çok hizmeti gerçekleştiren kuruluşlardı ve mahalledeki pek çok kişi vergilerinin bir kısmını bu derneklere bağışlardı. Vergiden bağışlanabilinen oran %40 civarındaydı ve bu oran ciddi bir orandı.
Kalenya’da bu vergi sistemi sayesinde devletin yetkileri dar tutuluyor bağımsız ve güçlü pek çok sivil toplum kuruluşu var ediliyordu. Bu sayede demokratik bir toplumun önemli bir sacayağı var edilmiş idi.
Kalenya’da siyasetin finansmanı ise şeffaflığa dayalıydı. Eğer siyasete girecekseniz, kişisel verileriniz önemli ölçüde açık olmak zorundaydı. Verginiz, banka hesaplarınız, ailenizin banka hesapları vs. vs. Dolayısıyla her bir kuruşunuz siyasetteyken özel bir incelemeye tabiydi ve bu Krallık tarafından denetlenir raporlaştırılır, raporlar halka açılırdı. Bir siyasetçi siyasete girdikten sonra olağan sayılamayacak şekilde zenginleştiyse vergi denetçileri, Krallık denetçileri ve denetim kurumu tarafından ayrı ayrı denetlenirdi. Ayrıca meclisteki vekiller de bir komisyon ile denetim yapabilirdi.
Siyaset, %3’ten fazla oy alan parti veya şahıslara devlet tarafından verilen desteklerle finanse ediliyordu. Ayrıca yine vergiden düşülmek kaydıyla halk bağış yapabiliyordu. Partilere verilen destekler oy oranları ile orantılı değildi. Bu oldukça önemliydi, böylece yeni partiler de destekleniyordu.
Siyasetçilerle sivil toplum kuruluşları önemli bir çizgi ile ayrılmıştı. Böylece siyasi partilerin toplumsal hayatı sivil toplum eliyle şekillendirmesi engelleniyordu. Siyasallaşan ve açıkça siyasi partilere-kişilere-şahıslara destek veren sivil toplum kuruşları kapatılıyordu. Siyasetin toplumsal desteği bağımsız olmalıydı.
Kalenya olabildiğince özgürlükçü bir ülkeydi ancak bazı ilkeler söz konusu olunca sert yasaklar uygulamaktan da geri durulmuyordu. Çeşitli sosyal medya mecraları, yapay zekâ uygulamaları, çeşitli hibrit robotlar, endorfin-dopamin salgılatan bazı nesneler belli yaşın altında kesinlikle yasaktı. Senato gerektiği takdirde yeni yasalarla yasaklar inşa edebiliyordu. Buna ilişkin tartışmaların ayrıntılarını da aktaracağım.
Şimdilerde ise her sistem değişiyor ve dönüşüyordu. Korkarım, Şanlı Kalenya Krallığı’nda günler hızlı ve kıraç geçmeye şimdiden başlamıştı…