Gazetelere hükümetin, alışveriş merkezlerinin (AVM) çalışma saatlerini regüle edeceği yolunda bir haber yansıdı. Bir kanun çıkartılarak AVM’lerin çalışma saatlerine sınır getirilecek.
Son yıllarda sayıları hızla artan AVM’lerin pazar günleri açık olmasına izin verilmeyecek. Bunun gerekçesi bakkal, manav, ayakkabı satıcısı, sokak tuhafiyecisi gibi küçük esnafın AVM’lerle rekabet edememesi, iş yapamamasıymış. Bu yüzden esnaf ya dükkânını kapatmak zorunda kalıyormuş veya para kazanamıyor, evine ekmek götüremiyormuş. Esnafın büyük alışveriş merkezlerine karşı korunması gerekliymiş.
Bu görüşleri hararetle savunanlar, doğal olarak, esnaf temsilcileri. Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken büyük alışveriş merkezlerinden çok rahatsız. Bu merkezlerden altmışa yakın işin etkilendiğini söylüyor. Anayasa’nın 173. maddesinin küçük esnaf ve sanatkârın korunması ve desteklenmesi emrini verdiğini hatırlatıyor. Esnafın, korunmak bir yana, yok edilmek istendiğini iddia ediyor. Bu meselenin ülke çapında yaklaşık 2 milyon esnafı ilgilendirdiğini belirtip şunları ekliyor: “Biz büyük mağazalara ve AVM’lere prensipte karşı değiliz. Bizim karşı olduğumuz, büyük mağazaların ve AVM’lerin kuralsız çoğalmasıdır.”
Yapılması düşünülen değişikliğe AVM sahipleri ve oralarda mağazası bulunanlar karşı çıkıyor. Meselâ, Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş AVM’leri pazar günü kapatmayı “seri cinayet” olarak görüyor. AVM’lerin cirolarının %73,8’inin hafta sonu gerçekleştiğini açıklıyor ve pazar kapatmasının sadece ticari hayata değil sosyal hayata da darbe vuracağını iddia ediyor. Diyor ki, “Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde zaman geçirecek bir mekân bulamayan vatandaşlar bunalıma girer.” Karakuş, önemli bir istatistikî bilgi vererek, tüketicilerin %42,6’sının pazar günleri alışverişe gitmeyi tercih ettiğini belirtiyor.
Bu tartışma yeni veya Türkiye’ye mahsus değil. Daha önceleri Batı’da yapıldı ve iktisat ders kitaplarına dahi girdi. Piyasa ekonomisi karşıtları serbest pazarların eninde sonunda küçük esnafı sileceğini ve toplumların bir süpermarket toplumuna dönüşeceğini iddia etti. Büyük marketlere küçük mahallede yerleşik marketler lehine negatif ayrımcılık uygulanmasını istedi. Bu talebi ekonomik bir argümantasyon içinde sunmakla yetinmeyip, sosyal, kültürel boyutlara da vurgulamalar yaptı. Tabii bu görüşlere cevaplar da verildi. Dolayısıyla, ABD ve Avrupa’da yapılıp biten ama bizde yeni yeni canlanan bu tartışmaya hazırlıksız yakalanmadık.
Bu tartışmanın odak noktası, ticaretin ne ölçüde serbest ve rekabetçi olacağıdır. Rekabet, rekabete taraf olanlar için yenmesi zor bir meyvedir. Her daim uyanık kalmayı, mal ve hizmet üretiminde kaynakları en etkin şekilde kullanmayı, yeni teknolojilere açık olmayı, toplumsal eğilimleri takip ve tahmin etmeyi gerektirir. Rekabetçi ekonomide hiç kimsenin yeri, geri dönüşü olmayacak şekilde kazanılmış bir mevki değildir. Bu yüzden, meslek ve menfaat grupları, rakiplerinden korunmak isterler. Bu isteği tüketiciler üzerinden sağlayamazlar; çünkü tüketiciler dağınıktır ve bu tür bir talebe müspet cevap vermeleri ihtimali çok azdır. O yüzden korunma talepleri kamusal otoritelere yönelir.
Kamu otoriteleri hem bu taleplere cevap vermek için hem de Tanrısal bir güçle ekonomiyi herkes için hakkaniyete uygun ve tam etkinliğe ulaşmış şekilde düzenleyebileceklerini vehmettikleri için korumacılığa başvurmakta çekingen davranmaz. Ne var ki, korumacılık sanıldığı kadar basit ve etkili bir politika değildir. Serbest ticaretten farklı olarak genel bir ilkeye dayandırılamaz. Ayrıca, her beşerî icraat gibi, niyetlenmemiş sonuçlara yol açar. Birilerine bir fayda sağlarsa bunu mutlaka başka birilerinin pahasına yapar. Amaçlarının tersine sonuçlar doğurur. Kısa vadede korumak istediklerine veya onların yakınlarına uzun vadede bütün topluma zarar verir. Kamu otoritesini icraat yapmasının gayri meşru olduğu alanlara çeker. Toplumu aşırı siyasîleşmeye iter. Kamu otoritesinin vatandaşlar arasında pozitif ve negatif ayrımcılıklar yapmasına sebep olur.
KORUMACILIK YANLIŞ BİR YOLDUR
Bu genel tespitler açısından bakarsak AVM’lerin pazar günleri çalışmasının yasa marifetiyle engellenmesinin zararları bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. AVM’ler Türkiye’nin yakınlarda tanıştığı, özellikle orta sınıfları ilgilendiren bir olgu. İnsanlar hafta sonlarında AVM’lere gitmeyi -birçok mağazanın aynı alanda olması, sıcak hava, klimalı yerin rahatlığı, aydınlatmanın etkisi vs. gibi sebepler yüzünden- sevmekte. Buralarda para harcamasa bile vakit geçirmekte. Dolayısıyla pazar günleri çalışmanın engellenmesi tüketicilere doğrudan doğruya zarar verebilecek bir uygulama. Ama tüketiciler dağınık ve menfaat algılaması zayıf olduğu için siyasî yönetime ‘bu yasayı çıkartma’ diyebilecek durumda değil. Kapatma başka bir grubun menfaatlerine zarar vereceğinden, karşı menfaat grubu -mesela Giyim Sanayicileri Derneği- sesini yükseltmekte. Dernek itiraz ettiği noktaların çoğunda haklı, ama, pek şüphe etmem, aynı dernek, yabancı giyim mallarının Türkiye’ye girmesine engel olacak bir yasaya canı gönülden destek verirdi.Korumacılık yanlış bir yoldur. İlkeye değil oportünizme dayanır. Örneğimizde de genel bir ilke değil esnafın durumu korumacılığa gerekçe yapılmak istenmekte. İyi ama, esnaf kimin pahasına korunacak? AVM’lerde mağazası olanlar da esnaf değil mi? AVM dışındaki esnaf devlet nazarında AVM içindeki esnaftan daha mı üstün? AVM’ler pazar günleri açılmazsa oralardaki mağazaların işini %46’ya varabilecek oranlarda kaybedeceği anlaşılıyor. Bunun sorumluluğunu kim üstlenecek? Hangi hakla bir kesimin cirosunun %46’sı, başka bir kesime aktarılacak? Bunun AVM’lerdeki istihdama etkisi ne olacak? AVM’lerde düşük maaşla da olsa bir iş bulma imkânına sahip olan vasıfsız, düşük vasıflı iş gücü ne yapacak? Bu sorulara pek çok ekleme yapılabilir. Ama buna gerek yok. Korumacılık mucizevi bir yol değil. Bir ülke ekonomisine fayda sağlamaktan çok zarar verici. Sonunda korunmak istenen kesimin çocuklarına da zararlı olacak bir politika. Zira, bu yüzden bakkalın oğlu-kızı da bir AVM’de yahut ilgili bir işte çalışma imkânını kaybedebilir.
Yazının başında işaret ettiğim bakkal-süpermarket tartışması hem teorik hem tecrübi olarak sonuçlandı. İddia edildiği gibi bakkallar yok olmadı. Batı’da bugün süpermarketler ve bakkallar birlikte varlığını sürdürmekte. Meselâ ABD’de AVM’lerde doyum noktasına ulaşıldı, hayatın akışı içinde bazı AVM’ler piyasadan çekilme veya nitelik değiştirme yoluna girdi. Piyasa ekonomisinin geniş bir hayat alanı yarattığı görüldü. Türkiye’de de benzer şeylerin olacağına şüphe yok. O yüzden, siyasî otoriteler korumacılık taleplerinin etkisinde kalıp iktisadî hayata müdahale etmemeli. Tanrı rolüne soyunmamalı. Mutlaka ilkeye dayanan ve ayrımcılık içermeyen politikalar izlemeli. Gerisini hayatın ve toplumun akışına bırakmalı.
Zaman, 05.02.2010