Kafesteki Türkiye

Sürekli olarak unuttuğumuz için… Sadece kendi dertlerimize gömüldüğümüz için… Kendimizi bu mağduriyetler müzesinin en nadide parçası zannettiğimiz için…

Kolayca “diğerlerine” düşman kesilebildiğimiz, kolayca “manipüle” edilebildiğimiz için bütün bunlar oluyor.

2004-2005 yıllarında bir anda Türkiye’de müthiş bir “misyoner” avı başladı. Misyonerler yurdun dört bir yanını sarmıştı ve vatan-millet elden gitmekteydi. Başta Doğan Grubu olmak üzere, bazı medya organları oldukça enerjik bir şekilde misyonerlikle “savaşmaya” başladılar. Ankara Ticaret Odası ardı ardına misyonerlikle ilgili “raporlar” hazırlayıp dağıttı. Sonradan Sinan Aygün, Ergenekon’dan sanık oldu ama, hiç kimse Aygün’ün kurumunun yürüttüğü bu aktif kampanyaya dikkat etmedi. Ergenekon sanığı Ergün Poyraz’ın, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ü uluslararası Yahudi komplosunun bir parçası olarak gösteren “Musa’nın Gülü”, “Musa’nın Çocukları” gibi kitaplarından önce, arkadan gelecek olan yoğun medya saldırısının işaret fişeği niteliğindeki “Misyonerler Arasında Altı Ay” kitabını kaleme almasının üzerinde pek durulmadı… Ergenekon’un önemli buluşma mekanı Türk Ortodoks Kilisesi’nin basın sözcüsü Sevgi Erenerol’un, MGK üyelerine “misyonerlikle” ilgili seminerler vermesi dikkat çekmedi. Ergenekon’un tutuklu sanıklarından Kemal Kerinçsiz’in, misyonerler hakkında davalar açtırdığı pek fazla dillendirilmedi… Neden Ergenekon misyonerlerle bu kadar yakından ilgiliydi dersiniz? Bu ülkenin dindar Müslümanlarını nasıl milliyetçi hale getirebilirsiniz? İşte “misyoner” bu amaç için biçilmiş bir kaftandı. Günah keçisi “misyoner”, Ergenekon’un elinde yeni bir manipülasyon aracına dönüşmüştü…

LÜMPEN GENÇLİĞİN ÖRGÜTLEN(DİRİL)MESİ

Bana kalırsa bu yoğun anti-Hıristiyan kampanya aynı zamanda arkadan gelecek olan diğer hamlelerin zeminini hazırlamayı da amaçlıyordu. Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya misyoner katliamları… Ergenekon’un “lümpen gençliğin örgütlenmesi” konsepti ile yukarıda sözü geçen cinayetlerdeki “katil zanlısı” profilini yan yana koyun. Her üç cinayette neredeyse tornadan çıkmış bir “katil tipi” tarafından icra edildi: Aşırı milliyetçi, oldukça genç, lümpen ve derin devletle bağlantılı…

İttihatçı Ergenekon bu cinayetlerle üçlü bir amacı gerçekleştirmek istedi. Birincisi Türkiye’deki gayrimüslimlere “kuvvetli” bir mesaj verilmek istendi, ki bu İttihatçıların Türkiye’yi “Hıristiyanlardan arındırma” politikasının bir devamıdır. İkincisi dünyaya ve Türkiye’nin “laikçi” kesimlerine “İslamcı” parti iktidarda olduğu için Hıristiyanların “kıtır kıtır” kesildiği mesajı verilmek istendi. Üçüncü ve son olarak da Türkiye’nin AB sürecinin önüne ciddi bir blok konulacaktı… Tabii biz burada sonuçlara bakarak konuşuyoruz. Kanımca orijinal plan çok daha kanlıydı ve çok daha fazla cinayet işlenmesi öngörülüyordu; ama birkaç gelişme bu planları bozdu. Samsun, Antalya ve Diyarbakır’da, yine “aynı profil” tarafından işlenmesi planlanan diğer “misyoner” cinayetleri, polisin başarılı operasyonlarıyla sessiz sedasız bir şekilde engellendi. Arkadan gelecekleri engelleyen bir diğer önemli gelişme, Santoro cinayetinden farklı olarak, Malatya misyoner katliamı ve Dink cinayetlerinden sonra açılan davaların insan hakları savunucusu hukukçular tarafından mercek altına alınmasıdır.

En son ortaya çıkan “Kafes” planında, Santoro, Dink cinayetleri ve Malatya misyoner katliamından “operasyon” olarak söz ediliyor. “Kafes” söz konusu “operasyonların” çok daha sistematik ve planlı bir şekilde yapılmasını öngörüyor. Tekrar, “Müslümanların” Hıristiyanları boğazladığı yönündeki “kara propagandayı” piyasaya sürmek istemişler. Bu sayfalarda defalarca yazdığım üzere, Ergenekon sadece darbe girişimlerinden ibaret bir örgüt değildir. Bir ayağı Kıbrıs’tadır, diğeri Azerbaycan’da… Bir kolu JİTEM’dir, öbürü Özel Harp Dairesi… Bir yandan Gülen Hareketi’ne komplo düzenler, öbür taraftan Hıristiyanları katleder. Bütün resmi göremediğimiz, kendi mağdur kimliğimizin dar çeperinden sıyrılıp “diğerlerine” yapılanları fark edemediğimiz ve tüm sorumluların hesap vermesini sağlayamadığımız sürece “kafesin” içinde yaşamaya devam edeceğiz. Ahmet Altan’ın çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi “Zihninizdeki ‘duvarları’ yıkmazsanız, birbirinize dost olmazsanız, güçlerinizi birleştirmezseniz, ‘hedef’ olacaksınız. Özgürleşeceksek birlikte özgürleşeceğiz. Esir kalacaksak birlikte kalacağız”, gelin bu kafesi hep birlikte yıkıp geçelim!

Zaman, 22.11.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et