Kadrolaşma aracı olarak mülakat yöntemi

Besbelli ki devletin, kadro alımlarında şu mülakat yönteminden uzak durması gerek…

Başka ülkelerde nasıl işlediği başka mesele. Ama devletin “ele geçirilmesi” ya da “elde tutulması” konusunda kıyasıya bir kavganın sürdüğü; bütün siyasi, dini ya da etnik kimliklerin devletin tepelerine doğru tırmanmak için birbirinin üstüne basarak öne geçmeye çalıştığı, devletin hem bu kadar büyük ve güçlü hem de bu kadar ideolojik olduğu, üstelik saydamlığın ve denetimin de bu kadar yetersiz olduğu bizim gibi ülkelerde mülakat yönteminin kadrolaşma aracı olmaktan çıkması mümkün değil. Tabii sadece kadrolaşma aracı da değil; aynı zamanda torpil ve iltimas “geleneklerinin” sürmesi için olmazsa olmaz bir zemin…
 
Gittikçe yaygınlaştırılıyor
 
Nitekim devlete kadro alımları ya da terfiler için yapılan mülakatlarla ilgili, gün aşırı bir başka söylenti ya da iddiayla karşı karşıya kalıyoruz. Bu iddiaların çoğu iddia olarak kalıyor ne ispatlanabiliyor ne de yalanlanabiliyor. Ama kesin olan şu ki, bütün bu söylentilerin tortusu kalıyor toplum vicdanında. “Arkasız” vatandaş devletin belli kademelerinin git gide kendisinden uzaklaştığını hissediyor; oralara sadece “belli kişilerin” ulaşabileceği duygusuna kapılıyor.

Buna rağmen, mülakat yöntemi gittikçe yaygınlaştırılıyor.

Son olarak, dört yılını doldurduğu için görevden alınacak okul müdürü ve müdür yardımcılarının yerine gelecek olanlara da mülakat yöntemi uygulanacağını öğrendik mesela. Ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığı, müjde verir gibi üniversite giriş sınavlarında Amerikan sistemine geçileceğini açıkladı. (ABD’de sistemin nasıl işlediği ayrı bir konu ve yeri geldiğinde ayrıca yazacağım.)
 
Optik okuyucunun objektivitesi
 
Mülakat savunucularının gerekçelerini ezbere biliyoruz.

Test usulü yapılan merkezi sınavların katılımcıların zihnini belli seçeneklerle sınırlı düşünmeye şartladığı ve özgür düşünme yetisini dumura uğrattığı… Değerlendirmede insan unsurunu tamamen yok ederek insanların kaderini optik okuyucuya terk ettiği… Ezberciliğe prim verdiği… Şansa dayanan bir sistem olduğu… Gerçek performansı ölçebilmek için karşı karşıya gelip konuşmanın yerini başka hiçbir şeyin tutamayacağı vb…

Bu söylenenlerde doğruluk payı var elbette. Ama mülakatı yapanların tek niyetlerinin liyakatı ölçmek olması kaydıyla…

Bu ideal duruma ulaşmanın hayal olduğu şartlarda ise mülakat eşittir kayırma ve kadrolaşma imkanıdır ve başka da bir şey değildir. Dolayısıyla, sistemi bütün bütün çürütmemek adına, yüz yüze gelememekten kaynaklanan bazı hataları göze alıp merkezi sınava razı olmaktan başka bir seçeneğimiz yok. Optik okuyucunun para pul, nüfus torpil ve aidiyet tanımayan objektivitesini, nasıl bir araya geldiğini bilmediğimiz bir sınav heyetinin sübjektif değerlendirmelerine tercih etmek durumundayız.
 
Devletin gözü kapalı olmak zorunda
 
Özel sektörün ya da üçüncü sektörün kendi elemelerini nasıl yapacağına, kendi kadrolarını nasıl seçeceğine elbette karışamayız. Ama “tarafsız” devlet, elemanlarını seçerken gözü kapalı olmak zorunda. Sübjektif değerlendirmelere imkan verecek bütün noktaları kapatmak, optik okuyucunun mutlak objektivitesinden başka bir kıstas tanımamak zorunda…

Diyeceksiniz ki, devletimiz onu da beceremiyor; boyuna sınav soruları çalınıyor ve belli kişilere veriliyor.

Ama hiç değilse bunu yapanlar mutlaka geride deliller bırakıyor, iddialar yargıya taşınabiliyor ve yıllar sonra bile olsa ortaya çıkarılabiliyor, öyle değil mi?..

Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır. 

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et