Kaderi Anlamak ve Zaman – Yavuz Selim Erfidan

Zamanın doğrusal oluşu, geleceğe dair tahminlerimizi birer kehânet haline dönüştürür. Doğrusal bir şeyin üzerinden iki defa geçilemez. Dolayısıyla bu doğrusallık içerisinde bir anı, sadece bir defa yaşarız. Dünya’da biz insanların anlayabildiği tek zaman türü bu olmasa da henüz yaşabildiği tek zaman türü budur. Yani Kızılay’da yahut Kadıköy’de bir falcı size “şu zaman başınıza şöyle bir iş gelecek” derse, o zamana gidip sizin yaşayacaklarınızı görüp size söylemiş olmaz. Artık nasıl bir oyunu varsa onu oynar ve geleceğinize dair tahminlerde bulunurlar.

Felsefenin ortaya çıkışının anların geçmesi ile her an yaşanan ölüme bir teselli olduğunu geçen hafta belirtmiştim. Zaman tıpkı bir su gibi akar. Ve aynı dereye iki defa giremeyiz. Her ne kadar bilimkurgu filmlerinden hoşumuza giden zaman yolculukları yaşansa da ya da bilimsel ilerlemelerde bu hayalin gerçekleşme ihtimali üzerinde durulsa da henüz böyle bir düzlemde yaşamıyoruz. Peki madem bu düzlemde yaşamanın imkânı henüz mümkün değilse, falcılar nasıl geleceğimiz hakkında tahminlerde bulunur ve bu oyunu oynama cürretini kimden alır?

Pek çok dindar falcılara inanmayıp, inanmanın da dînen uygun olmayacağını  söylese de falcıların pek çoğu da çoğu dindardan daha fazla  inandığı dinî bir ilke vardır; “kader”.  Bir çok hikayeye, romana, filme konu olan, kenahette bulunanların sıklıkla dile getirdikleri ve kehanetlerinin gerçekleşmesinin meşruiyeti olarak gördükleri bu değer, yani kader, müminler ile kahinlerin en ortak bileşenlerinden birisidir. Kahinler bunu, bulundukları kehanetlerin mutlaka gerçekleşmesi için bir taahhüt olarak kabul ederken müminler ise tanrının mutlak gücünü korumak için bir ön şart kabul ederler. Onlara göre kullarının hayat şartlarını belirlemeyen bir tanrının kudreti sorgulanmaya açıktır. Oysa tanrıya kullarının hayatlarını belirleme yetkisi verilirse onun kudreti ve gücü artık herhangi bir kusura sahip olmayacaktır. Bununla beraber mezhepler tarihinde tanrının otoritesine gölge düşürmek istemeyen mezhepler de, kader konusunda tek etkin alanın tanrı olduğunu vurgularlar. Tanımı gereği ise tanrı aslında tüm bunların hepsini kapsar niteliktedir. O bütün güçlerin birleşimi, bütün bilgilerin toplamı, bütün niyetlerin bilicisi, her şeyi gören, duyan ve yaratan. Gücü, kudreti ve isteği her şeye yeten, ol deyince olduran. Teist dinlerin hangisinde olursa olsun tanrı bu tanımlamaların hepsini üstünde toplar.

Sosyo-psikolojik etkilenmeleri insan için kaçınılmaz ve doğal karşıladığımızda, özgür bir bireyden söz edebilmemiz için doğru nokta da tam burası. Zira kullar, dünya hayatında tercihler yaparlar ve mükafat ya da azap ile tercihlerinin bedellerini öderler. İnsanoğlu ve onun dünyasında zaman doğrusal akıyorken, o halde nasıl oluyor da hem özgür bir bireyden hem de kaderi elinde tutan güçlü bir tanrıdan bahsedebiliriz? İnsan davranışlarında özgür müdür yoksa tanrının izni ile ya da daha kaderci bir ifadeyle emriyle mi davranır? Özgür ve tercihlerinden dolayı sorguya tabii tutalabilecek bir bireyden bahsedebilmemiz için davranışlarının tamamının sorumlusu kendi olması gerekirken, tanımına uygun bir tanrıdan bahsedebilmek için de bu işin bir yerlerinde ona da alan açmak gerekecektir. Tanımına uygun ve teolojik şartlardan kopmadan bir tanrı-birey-kader denklemi kuracaksak; Ancak, tanrının insanın yapıp ettiklerini bildiği(çünkü, o her şeyin bilicisidir) ama müdahale etmediği(edemediği değil, insanı davranışlarından dolayı sorguya çekeceği için, etmediği) bir denklem kurabiliriz. Bu şartlarda hem özgür bir bireyden hem de tanımına ve akte uygun bir tanrıdan bahsetmek daha mümkündür. Teolojik anlamda teizmin çözüme kavuşturması gereken temel konu ise tanrı boyutunda zamanın işleyişi ve insanın zaman algısının farklarını ortaya koymaktır. Yani bizim dünyamızda doğrusal olarak akan zaman acaba tanrı için geçerli midir?

Şüphesiz değildir. Zira tanrı kurtuluş teorilerinde bize bunun sinyalini verir. Bizlere ölümü yenmemiz için bir imkân tanır. Ölüm de tıpkı zaman gibi geri dönülemez bir özelliğe sahipken eğer iyi bir kul olursak, tanrı dahasını da vadeder. Gözümüzün önünden akıp giden bütün hazlar tatlar ve en bariz şekliyle bir daha ölümün olmadığı bir evren. Sonsuzluk evreni. Burada ölüm diye bir şeyden bahsetmemizin imkânı yok. Çünkü artık ölüm, ölmüştür. Tüm karmaşıklığına rağmen tanrının zamanının bizim zaman algımızdan farklı olduğunu görebilmek yeterli. Böylelikle tanrı insandan farklı olarak gelecek ve geçmişle bağlarını esnek tutar. İnsanın öncesini de bilir, geçmişine de hâkimdir.

Dolayısıyla mevcut kader anlayışımıza alternatif olarak, doğrusal bir zamana bağlı kalmayan bir tanırının -ki tanımı gereği zamanın da yaratıcısı bellidir- varlığını kavramamız gerekiyor. İnsan iradesine alan açmaya çalışan ancak klasik kader anlayışındaki tanırının yerinde de yeni bir anlayışa gidemeyenlerin -ister falcı olsun, ister kâhin ya da en sıkı mümin- üzerinde durdukları konular bellidir. İnsanın hayatındaki dönüm noktaları belirlenmiş vaziyettedir; “kiminle evleneceğimiz, ne zaman öleceğimiz, nasıl öleceğimiz” . Ne yazık ki hiç düşünmeden kabul ettiğimiz bu yanılgılardan kurtulmak için tanrının kudretine sarılmamıza ya da saldırmamıza gerek yoktur.

Yaşam süremizin beş on yüzyıl önceki insanlardan çok daha fazla olmasının sebebi tanrının kaderimizi bu şekilde belirlemesinden değil teknoloji ve tıbbın gelişmesinden kaynaklanır. Yakın bir geçmişe kadar otuzlu yaşlarda ishalden ölen –ki ölüm oranları günümüzün kanserinden daha fazladır- kulların erken yaşta dünyamızdan ayrılmasının sebebi tanrı istediği ya da emrettiği için değil, o çağda ve coğrafyada yaşadığı içindir. Netekim o çağda ve coğrafyada doğup yaşaması da tanrının belirlemişliği içinde değerlendirilemez, zira biyolojik olarak varolabileceği tek an o andır. “Başka bir coğrafyada ya da başka bir zamanda doğsaydım” diye iç geçirenlerin kaçırmaması gereken detay başka bir coğrafyada ya da başka bir zamanda hem biyolojik hem de sosyolojik olarak varolmalarının imkansızlığıdır. Çünkü ancak sahip olduğunuz DNA’lar ve toplumsal hayat varızdır ve bunlar her insanda biricik durumdadır. Başka bir DNA’ya sahip olursak başka bir canlı, başka toplumsal hayata sahipken de başka bir birey oluruz.

Bütün bunlarla beraber, tanrı ne zaman öleceğimizi ve kiminle evleneceğimizi bilir. Çünkü o zamanı çark gibi elinde çevirip yaşanmış ya da yaşanacak her anı bilir. Sonuç olarak; Tanrının kudretini, onun zamanın da yaratıcısı olduğu için, ne olup bitecekse önceden bilebileceği ile açıklayabilecekken, kendi koyduğu sözleşmeye itaat etmeyen bir varlık olarak bambaşka bir tanrı üretmenin zararını ne yazık ki inananlar çekecektir.

Naftalin Dergisi, 20 Temmuz 2019

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et