Şeytanın Avukatı’nı izleyenler hatırlayacaktır. Başarılı bir taşra avukatı, tacize uğradığından şikâyet eden bir genç kızın ifadesindeki çelişkilerden yararlanarak onun davayı kaybetmesini sağlıyordu. Üstelik de suçlanan öğretmenin tacizci olduğunu fark ettiği halde. Onun yaptığı, adaleti yükselme hırsına kurban etmekti.
***
Gezi olayları sırasında Kabataş’ta tacize uğradığını söyleyen kadın doğru mu söylüyor, yoksa yalan mı? Eldeki görüntü kayıtları onun ifadesindeki gibi deri giysili insanların saldırıp üzerine işediklerini kanıtlamıyorsa, bu onun tacize uğramadığı sonucuna varmak için yeterli midir? Şayet abartıyorsa bu onun kötü niyetli olduğunu mu gösterir, yoksa gerçeklik algısının zedelendiğini mi?
***
Yıllar önce üniversitede araştırma görevlisi dört arkadaşımın yaşadığı bir trafik kazasını hatırlıyorum. Arabayı kullanan arkadaş, polise verdiği ilk ifadede içkili olduklarını, kendisinin de yol boyunca aşırı hız ve sürekli hatalı sollama yaptığını söylediğinde, diğer arkadaşları şaşırmıştı. Çünkü söylediklerinin hiçbiri doğru değildi. Belki kazanın dehşetiyle, belki de suçluluk duygusuyla (çünkü arka koltukta otururken kaza anında camdan fırlayan arkadaşın öldüğünü sanmıştı) kendi aleyhine ipe sapa gelmez sözler söylüyordu. O ifade verirken arkadaşlarının fazla itiraz etmelerine gerek kalmamıştı. Çünkü polis, karşısındaki kişinin travma geçirdiğini anlayıp kalemi bırakmıştı. İnsan karmaşık ve bir o kadar da kırılgan bir varlık. Bazen anlaşılmaz biçimde davranabiliyor, gerçeğe aykırı sözler söyleyebiliyor. Ama her zaman yalan olsun diye değil, sahiden gerçek ile hayal olanı birbirine karıştırdığından.
***
Kabataş’ta o kadın ne yaşadı? Şu an sadece eldeki görüntü kayıtlarının o ifadeyi doğrulamadığını biliyoruz, bir şekilde bir tacizin yaşanmadığını değil. Adli Tıp Raporu’na göre bedeninde morluklar olduğu bilgisi verilen bir kadın var ve tacize uğradığını söylüyor. Ortada ya bir yalan var, ya gerçek; belki tamamen hayal, belki de abartılı bir gerçek.
***
Ben “bir kadın tacize uğradım dediyse mutlaka uğramıştır” diyenlerden değilim. Bu konuda her durumda geçerli tek bir kural ihdas edilebileceği kanaatinde de değilim. Ama kadının fazlasıyla abartılı görünen ve görüntü kayıtlarıyla doğrulanamayan ifadelerine itiraz etmekle kalmayıp, bir de onu yalancı ilan etmenin veya olmamıştır demenin, hem mantığa hem vicdana aykırı olduğunu söylüyorum. Gazetecilere gelince, görüntüleri izlediğini söyleyip şimdi çark edenlere dönüp açıklama beklemek ve yapamıyorsa onları en ağır biçimde eleştirmek doğrudur; ama kadının beyanını haberleştiren kadın gazetecileri “Kabataş yalancıları” ilan etmek zalimliktir. Geçenlerde bir TV kanalında Enver Aysever’in haksız saldırılarına maruz kalan Halime Kökçe haklı olarak, “siz bütün taciz vakalarında mobese kaydı veya doktor raporu mu istiyorsunuz?” diye soruyordu. Bu soru önemliydi; çünkü muhatabının çelişkisi, inanıp inanmamanın bakan gözle de ilgili olduğu gerçeğine ışık tutuyordu.
***
Gerçekten de inanıp inanmamak, akıl ve mantık kadar, dünya görüşü ve bakan gözle de ilgili. “Gezi Parkı”nda yaşananlar ile “Gezi olayları”nda yaşananların farklı olduğu, ikincisinde pek çok başörtülü kadının hakaret ve saldırıya uğradığı yönünde haberlerin geldiği, twitterda başörtülü kadınların “oradan geçmeyin, orası güvenli değil” türünden paylaşımlarda bulundukları o günlerde de bu şikâyetlerin hiçbirine inanmayanlar vardı. Belki islamofobik önyargılarından dolayı nefret ettikleri bir kesimden mağduriyet payesini bile esirgediklerinden, belki de şanlı “Gezi direnişi”ne leke sürdürmeme kaygısından.
***
İşte bu anlamda Kabataş tartışması, bizim medeni görünen ama özünde çirkin ve ayrımcı olan yüzümüze ışık tuttu. Bir an için her şey yalan sayalım. Bu olay üzerinden sosyal medyada adeta cinsiyetçi, ırkçı, ayrımcı bir lağım patlaması yaşandığını görmüyor musunuz? Ya sözde mizah adına erkek cinselliğini merkez alan, kadını şeyleştiren, tacizi olağanlaştırma ve gülünç bir duruma indirgeyip sıradanlaştırma anlamına gelen o korkunç paylaşımları? Bir nefret sağanağı altında olduğumuzu görmüyor musunuz? Peki bu olay vesilesiyle açığa çıkan hiyerarşik, buyurgan ve küstah erkek cinselliği ve eril dille kadına şiddet arasındaki bağı? Sırf hükümete ve onu destekleyen medyaya giydirebilmek için bu konuda yazıp çizerken meselenin bu boyutuna tek söz etmemenin ahlaki problemini? Kemalist, islamofobik kesimler, fırsatını bulmuşken, bütün o “ötekilerin” kadınlarının tüm zamanlardaki mağduriyet şikâyetlerini bu olay üzerinden yalanlamaya çalışıyorlar. Gülen Cemaati de bu olay üzerinden hükümete vurmaya çalışıyor. Bu amaçla, geçenlerde twitterda cinsiyetçi ve islamofobik unsurlarla beraber Kabataş’ın “TT” olmasına onlar da epeyce katkıda bulundu. Kerim Gün, arka planda oryantalist önyargıyı yansıtan peçeli ama aynı zamanda bacakları meydanda bir kadın (iktidar partisinin milletvekili adayı “Mağdure”nin sembolize ettiği oryantalist tahayyüldeki örtünme ile çıplaklığın biraradalığı) ile ön planda pos bıyıklı, maço görünümlü, deri giysili, sırıtan bir erkek figürünü içeren cinsiyetçi bir imaj paylaştı. Ne demeli? Anladık, “kamp” değiştirdiniz, olabilir, ama geçtiğiniz “kampın” hastalıklarını ne çabuk içselleştirdiniz böyle? Bu paylaşımlardaki kötülüğü görmüyor musunuz? Haydi o gazeteci görmedi diyelim, ama diğerleri de onu uyarıp “ayıptır, bu cinsiyetçi islamofobik paylaşımları Avrupalı ırkçı dergilerle buradaki oligarşinin yerli oryantalist mizah dergileri yapsın” dememiş olmalı ki o paylaşım hâlâ yerinde duruyor.
***
Kabataş’ın çok ötesinde bir sorun bizimki. Bu olay üzerinden, çarşaflı kadının sergide teşhir malzemesi olarak kullanıldığı, tesettürlü kadın imajlarının porno sitelerden alınmış erkek cinselliğine ilişkin görsellerle kolajlanarak sosyal medyada rahatlıkla paylaşıldığı bir ülkeden söz ediyorum. Bunun bazı kadınlara mubah görüldüğü, kadına şiddet olarak görülmediği, başka bir zaman “bilim adamı” dense düzeltip “bilim insanı” dedirtecek duyarlılıktaki, bir vakitler oturup kalktığımız pek çok insan hakları savunucusundan, bu kötülük rutin olarak devam ederken kayda değer bir tepkinin gelmediği bir ülkeden… Adaleti yükselme hırsına kurban eden o avukatın yaptığı gibi, bütün o saygıdeğer toplumsal cinsiyet söylemlerinin hükümetle kavgaya kurban edildiği riyakar 8 Mart’ların ülkesi burası. Kutlu olsun!
Serbetiyet, 07.03.2015