Van depreminin üzerinden 6 gün geçti.
Kurtarma çalışmaları yerini yavaş yavaş enkaz kaldırma çalışmalarına bırakıyor. Ardından 600 bin bölge insanının kışı insanca koşullarda geçirmesi için yapılması gerekenler gelecek. Yaralar yavaş yavaş sarılacak.
Ama bütün bunlar olurken, bir yandan da neredeyse tamamı faylar üzerinde kurulmuş olan bu ülkede bundan sonraki depremlerde kayıpları en aza indirmenin yollarını yeniden ve yeniden; bıkmadan usanmadan konuşmamız gerekecek.
Artık hepimiz biliyoruz ki, can kayıplarını önlemek dediğimizde karşımıza dikilen en çetin konu, mevcut çürük yapıların yenilenmesi…
Yapılması zor olsa da, zaman alsa da, devletin ve sivil toplumun daha iyi örgütlenmesiyle altından pekâlâ kalkılabilecek işler var:
Örneğin, her depremden sonra artan tecrübemizle, bundan böyle kurtarma çalışmalarında daha iyi organize olmayı öğrenebiliriz. Kamu İhale Yasası’nı değiştirebilir, devlet binalarını mezara çeviren hırsız müteahhit-ahlaksız siyasetçi işbirliğini kırabilir; yeni yapıların deprem yönetmeliklerine uygun inşası için daha etkili denetim tedbirleri düşünebilir; Ceza Kanunu’nda değişiklik yapıp çürük binaların sorumlularına daha caydırıcı olabilecek yüksek cezalar verilmesini sağlayabiliriz.
Ama bütün bunları mükemmelen başarsak bile, gelecekteki depremlerde uğrayacağımız can kaybını çok az oranda azaltabiliriz.
Çünkü can kaybına yol açan asıl faktör, 1997’den önce yapılmış olan çürük bina stoku olacak. Böyle binaların sayısı bütün Türkiye’de o kadar çok; bu binaların yenilenmesinin faturası o kadar ağır ki, bu faturanın altından ne devlet tek başına kalkabilir ne de o ev sahiplerine “evlerini güçlendirmelerini ya da yenilemelerini” söyleyip durmanın bir faydası olabilir.
Yetkililer, İstanbul’daki çürük yapıların minimum düzeyde takviyesi için gereken paranın bile 5 milyar dolar olduğunu ve bu para harcanırsa, yaklaşık 20 bin hayatın kurtulabileceğini söylüyor.
Ama böyle bir para, ne o çürük evlerin sahiplerinde var ne de devlette…
Peki kim sağlayacak bu kaynağı?
Ben burada, 99 depreminden bu yana defalarca tekrarladığım bir çözümü yeniden hatırlatmak istiyorum: Çürük yapı stokunu yenilemenin tek yolu, imar durumu değişikliği yoluyla bu yapıların ekonomik ömrünü tamamlamasını sağlamaktır. Bir başka deyişle, bu konuda “piyasa”yı yardıma çağırmak; depremin yerle bir edeceği o binaların, sahipleri tarafından yıkılıp yeniden yaptırılmasını kârlı hale getirmektir.
Bunun ilk akla gelen yolu, kat iznini yükseltmektir kuşkusuz. Bir başka deyişle, imar durumu değişikliği depreme karşı en büyük silah haline getirilebilir.
Birikimi olmayan hiçbir aile iki katlı çürük evini yıkıp yerine yine iki katlı sağlam bir ev yapamaz. Ama iki katlı evi olan yirmi aile bir araya gelip arsalarını birleştirir ve müteahhide verirlerse ve o müteahhit de o arsa üzerine 30 katlı 60-90 daireli bir blok inşa edebilirse, ortaya çıkan rant hem ev sahipleri hem de müteahhit için cezbedici olur. Böylece şehir kendi kendine yenilenir ve yüz binlerce insanın canı kurtulur. Üstelik de, çoğunlukla bir avuç yeşile bile yer bırakmamacasına, dip dibe yapılmış o 20 evin arsası üzerinde tek bir blok yapıldı mı, o bloğun etrafında koskoca bir yeşil alan kazanılır, yani daha yeşil bir şehir yaratılmış olur. Bununla da kalmaz, inşaat sektöründeki bu büyük patlama bütün ekonomiyi canlandırır.
İstanbul’u ele alacak olursak; deprem uzmanları şu anda depremin asıl hedefi olan, en kötü yapılaşmanın olduğu bölgelerin aynı zamanda İstanbul’un zemin açısından en sağlam bölgeleri olduğunu söylüyorlar. İşte bu, İstanbul için büyük bir şanstır. Bu, İstanbul’un yıkılması gereken bölgelerinde gökdelenler yükselebilir demektir.
Bundan gerisi, somut bir hesaplama ve planlama işidir. Şehrin imar durumunun bu perspektifle yeniden gözden geçirilmesi ve gerekli imar durumu değişikliklerinin bir an önce yapılması meselesidir.
Ondan sonra bırakırsınız piyasanın kuralları işlemeye başlar. Rant elde etme dürtüsü depremin tehdit ettiği bölgelerdeki yenilenme sürecini tetikler. Ekonomik ömrünü tamamlayan binalar birbiri ardına yıkılıp yenileri yapılmaya başlar.
Elbette ki, bu yöntem sorunun bütününü çözmeye yetmeyebilir. Ama piyasa sorunun öyle büyük bir kısmını çözer ki, geri kalan kısmı devlet için de, yabancı finansörler için de baş edilebilir hale gelir.
Ne var ki, böyle bir kurtarma planının uygulanabilmesinin önüne dikilen çok büyük iki engel var. Bunlardan birisi rant düşmanlığı, diğeri de gökdelen alerjisi. Özellikle aydın çevrelerde çok güçlü olan bu iki batıl itikat yüzünden, şehirlerimiz kendi iç dinamiklerini harekete geçiremeden, eli kolu bağlı kötü kaderini bekliyor. Ve bizler palyatif değişikliklerle oyalanıp duruyoruz.
Bugün, 28.10.2011