Başbakan Erdoğan’ın kongre konuşmasıyla Cumhurbaşkanı Gül’ün Meclis açılış konuşması arasındaki çelişkiler dün bütün gazetelerin manşetindeydi.
Tabii ki her gazete kendi meşrebine göre ya abartarak ya da küçülterek verdi iki lider arasındaki bu görüş farklılıklarını.
Ama görüldü ki abartanlar da, küçük göstermeye çalışanlar da ortaya çıkan tabloyu AK Parti açısından bir zaaf olarak algılamaktalar. Tek bir farkla, zaaf görüntüsü AK Partililer’i ve dostlarını üzüyor, düşmanlarını da sevindiriyor.
Ben ise olaya tamamen farklı bakıyorum: Bana göre ortaya çıkan tablo AK Parti’nin zaafının değil, gücünün işaretidir; olumsuz değil, olumlu bir özelliğidir. Sadece Başbakan’la Gül arasında değil, partinin birçok kurmayı arasında yaşanan; sadece birkaç meselede değil birçok meselede ortaya çıkan; üstelik sadece şimdi değil uzun zamandır gözlemlediğimiz birçok seslilik tablosudur.
Sadece Erdoğan’la Gül arasında mı?
Meseleyi sadece Erdoğan’la Gül arasında oluşan çatlak olarak görme gayretini bir yana bırakıp daha yakından bakarsak neler görürüz?
Bu hareketin kurmayları arasında Başkanlık Sistemi gibi önemli bir konuda uzun süredir ciddi fikir ayrılığı var. Abdullah Gül ve Bülent Arınç hep soğuk bakarken, Başbakan, Cemil Çiçek, Burhan Kuzu hararetle destekliyorlar.
Terörle mücadele-müzakere dengesi noktasında parti içinde ağırlıklı olarak iki eğilim bulunduğu, “müzakereci” eğilimin başını Beşir Atalay’ın çektiği, diğer eğilimin tipik temsilcisinin ise İdris Naim Şahin olduğu biliniyor. Buna bağlı olarak, BDP’nin muhatap alınıp alınmaması, dokunulmazlıkların kaldırılıp kaldırılmaması, özel yetkili mahkemelerin yetkilerinin daraltılıp daraltılmaması konularında da bu iki farklı eğilimin tezahürlerine tanık oluyoruz.
Bu hükümetin ekonomiye şekil veren iki bakanı, Zafer Çağlayan ve Ali Babacan ekonominin en hayati kararı konusunda ters düşebiliyor ve kamuoyu önünde açık tartışma yapmaktan kaçınmıyor.
Parti içinde Suriye politikası, İsrail politikası konusunda farklı görüşlerin varlığı biliniyor. Suriye’de fazla öne çıkıldığını; İsrail’e karşı gereksiz sertleşildiğini düşünenler ve endişe edenler var.
Yine hem hükümette hem de partide darbe davalarının gidişatını çok sert bulan, “toplumsal barışın bir an önce kurulması” adına, çok tutuklulu ve ağır cezalı yargılamalar yerine, geçmişten hesap sorma faslını daha yumuşak bir biçimde geçiştirip bundan sonrasını güvenceye almaya önem veren görüşlerle, geçmişin hesabının verilmesinin hiçbir şekilde geçiştirilemeyeceğini savunan görüşlerin iç içe, bir arada var olduğunu da biliyoruz.
Başbakan Erdoğan daha geçenlerde son derece kararlı bir şekilde dershanelerin de, üniversite giriş sınavının da kaldırılacağı açıklarken, dün Milli Eğitim Bakanı Dinçer, eğitim sisteminin bugünkü koşullarında dershanelerin kaldırılamayacağını ve üniversite giriş sınavının TOEFL tarzı bir sınava dönüştürüleceğini söylemekte bir sakınca görmüyor.
Örnekler artırılabilir ve birçok insan bu örnekleri parti ve hükümet açısından bir dağınıklık, bir zaaf ya da kaos işareti olarak görebilir. Oysa bunlar bir parti için son derece önemli sağlık işaretleridir.
Yaşamsal tehdit ortadan kalkınca
Aksi olsaydı ne kadar vahim bir tabloyla karşı karşıya olurduk, düşünsenize:
Üç seçimdir iktidarda olan, oylarını sürekli artıran, karşısında doğru dürüst bir muhalefet partisi bulunmayan son derece güçlü bir partiyle karşı karşıyayız. Ve bu parti içinde hiçbir konuda aykırı ses çıkmıyor. Koca parti her konuda “yekvücut” ve tek ses olarak hareket ediyor. Böyle bir tablo bize görüş ayrılıkları olmadığını değil, sadece bastırıldığını ya da kendini ortaya koymaya cesaret edemediğini gösterirdi. Ve elbette hem AK Parti için hem de Türkiye için son derece korkutucu olurdu.
AK Parti’de farklı görüşlerin böyle açıkça ortaya konabilmesinin -İktidarın ilk yıllarından daha rahat konabilmesinin- en önemli sebebi, dış tehdidin ortadan kalkmış olmasıdır. Dışarıdan ağır saldırı altında olan yapılarda öz savunma mekanizmaları harekete geçer, “düşman” karşısında safları sıkı tutmak, “açık vermemek” eğilimi güç kazanır. Ne zaman ki, varlığı tehdit eden düşman ortadan kalkar, o yapı içindeki farklı eğilimler daha özgürce ortaya çıkar ve farklılaşma gözle görülür hale gelir. Bu durum partinin özgüven kazanması, düşünce üretiminin hızlanması, eleştiri-özeleştiri mekanizmalarının çalışması, yeni siyasi önderlerin yetişmesi ve liderin yanlış çıkışlarının dengelenip engellenmesi açısından hayatidir.
Bugün AK Parti’de olan budur. Ve bu hayırlı bir şeydir.
Bugün, 03.10.2012