“Devlet bize antisemitizm yapmadı. Şalom bir manşet atmıştı ‘Türkiye antisemitizmde şampiyon’ diye ama bu sokakta değil; medyada ve sosyal medyada böyle.”
“…bir yandan antisemitizm tavan yapıyor, bir yandan da tabuların yıkıldığı bir dönem yaşıyoruz. Her şey gibi bu da tuhaf”
Liberal Gençlik Derneği (LİGED) Röportaj’da bu hafta Şalom Gazetesi Genel Yayın Yayın Yönetmeni Ivo Mollinas’la konustuk. İvo Molinas’tan Türkiye Yahudi Cemaati, geçmişi, güncel durumu, beklentileri, problemleri; Türkiye İsrail ilişkileri, Yahudiliğin dinî özellikleri ve Yahudilerin tarihsel konumları konusunda bilmediklerimizi öğrendik. Sonuçta anladık ki birarada yaşamanın ve dost olmanın yolu birbirini tanımaktan geçiyor.
Röportaj: Umut Sakallıoğlu ve Duygu Göç
Öncelikle sizi tanımak istiyoruz.
1960 İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli, annem İstanbullu. Fransız Lisesi mezunuyum, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği lisans eğitimi, sonra da İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası Ticaret master eğitimimi tamamladım. Gazetecilikle ilgili meslekî anlamda hiçbir eğitim almadım. Tamamen Türk Musevi toplumunda yıllardır oluşan gönüllülük esası ile topluma hizmet etme motivasyonuyla oluşan, bende de bir takım yazmaya, düşünmeye yatkın kabiliyetlerim ve kendi inisiyatifimle de yazı yazılabilecek kanalların en önemlisi olan “Şalom”a yaklaşık otuz yıl önce dış haberler editörü olarak girmiş oldum. Biraz da skolastik eğitimin verdiği olayları daha çok teorik analiz etme geleneğinden geldiğim ve yazım ortalamanın ūstünde olduğu için gazeteye yaklaşık üç yıl sonra da başyazı yazmaya başladım. Bu arada kimya mühendisiyim, kimyasallarla ilgili kendi işim var. Hâlâ buraya devam ediyorum ve burası 7/24 zamanımı alan bir şey. Gönüllülük esasıyla hiçbir maddî karşılığı olmadan otuz yıldır yaptığımız bir iş. Son yedi yıldır omuzlarındaki ağırlık arttı çünkü genel yayın yönetmenliği yapıyorum.
Siz Türkiye Yahudi Cemaati sözcülüğü görevini de üstlenmiştiniz. Bu Cemaatin kurumsal yapısından da bahseder misiniz?
Bir zamanlar öyleydi; on yıl öncesine kadar. Şu an da yönetimdeyim. Türk Yahudi Cemaati gibi bir şemsiye vakıf olmadığından tüzel kişiliği yok. Bir tek Hahambaşı var. O da yedi yılda bir Türkiye’nin en üst düzeydeki makamının yetkisiyle resmî gazetede yayınlandıktan sonra bir kereye mahsus seçiliyor. Hahambaşı’nın kendi içinde resmî olmayan müşavirleri, danışmanları var. Bir de günlük işleri yürüten icra kurulu var. Cemaat başkanının hiçbir tüzel kişiliği yok fakat; örneğin cumhurbaşkanı çağırdığında hem Hahambaşı gidiyor, hem cemaat başkanı gidiyor. Yani böyle de facto kabul edilmiş bir sistem var. Ben de danışmanlar dediğimiz meclisin bir üyesiyim.
Türkiye’de doğan bir Yahudi çocuk, cemaatin doğal üyesi mi oluyor?
Evet. Her Musevi çocuk cemaatin kaydına giriyor. Zaten bizim gazetemizi incelerseniz her hafta ismen doğumlar ve ölümler vardır. Hepsi kayda geçiyor. Sonuç olarak Türk Yahudi cemaatinin bir üyesi oluyorsunuz. Dolayısıyla cemaate olan hak ve yükümlülüklerinizi de zamanla yerine getiriyorsunuz. Bu haklardan biri sünnet olabilme hakkı. Sünnetler Sinagog’da dinî törenle yapılır. Müslümanların bildiğimiz sünnet anlayışı Musevîlik’ten gelmedir. İlk sünneti uygulayan İbrahim olsa gerek. Sünnet Yahudi terminolojisinde, İbranice “britmila” diye bir kelimeyle nitelenir. Tanrının oğluyla yaptığı akit anlamına gelir. Bizde gençler Sünnet der, yaşlılar britmila der. Bizdeki en önemli özellik, sünnetin doğumdan sonra yedinci gün sonunda sekizinci günde yapılmasıdır. Bu kuraldır. Bir şekilde cemaate entegre olmanın da sembolik bir eylemi olmuştur.
Hristiyanlığa baktığımızda, kız veya erkek çocuk ayrımı olmadan vaftiz uygulaması var, Hristiyanlık kadını cemaate alma noktasında daha mı demokratik davranmış?
Musevilikte erkek bir adım öne çıkar. Ataerkil bir dindir. Kadınların en büyük görevi çocuk yetiştirmek, onlara eğitim vermektir. Çünkü Museviliğin en büyük özelliği Tevrat okumak ve gelecek nesillere Tevrat’ı aktarmak olduğundan; bu Yahudileri eğitime çok önem veren bir millet haline getirmiştir. Tabiî çok çocuklu bir din kültürü de var. Dolayısıyla kadının dışarıdaki hayat için fazla vakti kalmıyor. Bir Sinagog’da akşam duasının yapılması için, on üç yaşını geçmiş, minimum on erkeğe ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Yahudiler niye dünyada önemli yerlere gelmiştir; iyi bankacıdır, bilim adamıdır diye baktığımızda, o ortak genden gelen eğitime verilen önemden kaynaklanıyor. Tabiî bir de diasporada yaşamını sürdürebilmek için… Biliyorsunuz Yahudilerin tarih boyunca paraları alınmış, kovulmuşlar vs. Mesela ben İspanya’dan kovulanlardanım. Molinas İspanyol soyadıdır; değirmen demektir. 15. Yüzyıl’da II. Bâyezîd almış bizi. Bu olay Türkiye Yahudileri’nin oluşmasında bir dönüm noktasıdır. Şu anda on sekiz bin Yahudi varsa bunun yüzde doksanı oradan gelmiştir.
Peki, Yahudi İspanyolcası diye bir şey neden var?
Yahudiler Kudüs’ten kovulmuş ve Avrupa’ya sürgüne gönderilmişler. Daha sonra İspanya’ya yerleşmişler. Bu arada 15. Yüzyıl’a kadar çok iyi dönemler yaşamışlar. 15. Yüzyıl orada yaşayan insan hangi dili konuşur? Tabiî ki İspanyolca konuşur. Böylelikle bir şekilde İbranice’ yi unutmuşlar. İspanya’dan kovulunca II. Bâyezîd gelin demiş; buraya gelince de tabiî ki İspanyolca konuşmaya devam etmişler. Biz o İspanyolcamızı muhafaza ettik; fakat Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “vatandaş Türkçe konuş” denmiş, ulusalcılık durumuna da en fazla Yahudiler uymuş. Yahudiler Türkiye’de devlete her şartta destek veren tek azınlıktır. Devletle probleme girmek istememişler: “Biz devletin işlerine karışmayız” gibi meşhur bir lafları vardır. Hep “devlet ne derse iyidir bizim için” şeklinde düşünmüşler. Ermenilerin ve Rumların Türkçeleri Yahudilere göre daha azdır. Onlar kendi dillerini daha çok korumuş ve konuşmuşlardır. Yahudiler onlara göre daha uyumlu davranmış. Bu kadar zamandır mesela isimlerimiz hep Türkçe oldu. Benim resmi ismim Vedat’tır. Nüfus kâğıdında Vedat yazar fakat bütün sosyal hayatım beni İvo diye bilir.
Bu bir sorun değil midir? Yahudiler kendi isimlerini neden kullanamasın ki?
Çünkü askerlikte sorun çıkmasın, devlet dairelerinde Ivo Molinas dediğinde “sen kimsin, yabancı mısın?” derler. Yabancıyım da diyemiyorsun. Dolayısıyla kimliğini gizlemiş oluyorsun. Hoş bir şey olduğundan değil ama Musevilerde yaygın olarak görülen bir davranışa dönüşmüş bu.
Gazetenizde gördüğümüz yazarların hepsinin bir takma ismi ve bir gerçek ismi mi var?
Kimisinde var, kimisinde yok. Herkes için geçerli değil. Bu arada bizim gazetemizde Musevi olmayan Türk yazarlar da var. Özellikle bunu ben genel yayın yönetmeni olduktan sonra “dışa açılma politikası” olarak gördüm. Hem kendi içimizde Müslüman Türklerin sayısını arttırmak -Türk demiyorum hepimiz Türküz- hem gazetemizi Müslüman arkadaşlarımızın da okuması için bir entegrasyon, bir birlikte yaşama kültürü oluşturmaya çalışıyoruz.
Ben tekrar merak ettiğim “Ladino”(Musevi İspanyolcası) diline dönmek istiyorum.
Şu an Türkiye’de Musevilerin konuştuğu ana dilleri Ladino’dur. Tabiî bu artık böyle değil.
Bu anlamda bir asimilasyon mu oldu?
Evet, asimilasyon oldu.
Musevî aileler çocuklarına Ladino’yu öğretme ihtiyacı hissetmiyor mu?
Çocuklar Türkçe konuşsun, Ladino konuşmasın; sonra bir şekilde devletle sıkıntıya girer baskısı var üzerlerinde. Bu baskıyla evlerde Türkçe konuşulmuş. Mesela ben bugün İspanyolcayı çok iyi konuşuyorum fakat benim çocuklarım, eşimle ben evde Ladino konuşmadığımız için İspanyolca’yı nereden öğrenecek? Dolayısıyla yok olan bir kültür söz konusu.
İbranice için durum nasıl?
Evet, aslında bir Yahudi’nin bilmesi gereken tek bir dil vardır: İbranice.
Dinî olarak da böyle bir yükümlülük var değil mi?
Evet, tabiî ki. Bir Müslümanın Arapça bilmesi gibi bir şey. İbranice bilmesi lâzım fakat tabiî diasporalarda durum farklı. Yahudi cemaatleri arasında nerdeyse en az İbranice bilen cemaat Türk cemaati. Bu da ilginçtir; İbranice öğretilmesi ne devlet tarafından, ne de Yahudi cemaati tarafından desteklenmemiş.
İstanbul’da Ermeni ve Rum okulları gördüğümüz gibi, Yahudi okulları görmüyoruz…
Çünkü cemaat 18 bin kişi ve tek cemaat okulu yetiyor.
Peki anadilde eğitim hakkı var mı Yahudilerin?
Anadil dediğiniz nedir? Anadil artık Türkçe olmuş durumda ama İbranice dersleri de veriliyor. Devletin bize verdiği yetkiyle İbranice dersi öğretiliyor. Okul, yuvadan başlayarak lise sona kadar eğitim veriyor. Türkiye’deki normal bir lise müfredatının üzerine İbranice dersi ve seçmeli Ladino dersi veriliyor.
Musevî okullarının haricinde İbranice öğrenmek isteyen biri için kurslar var mı?
Resmî olarak yok. Cemaat derneklerinin kendi içinde verdiği kurslar var. Ama en iyisi İsrail’de öğrenmektir. Mesela benim bir arkadaşım Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde Arap hocalardan İbrani dili ve edebiyatı okuyor.
Yeri gelmişken “Kayserili Yahudi” kavramı nedir?
Bütün Museviler “hayatta kalma refleksiyle” yaşarlar. Hayatta kalabilmek için elinden ne geliyorsa onu yapma bilincidir bu. Bunlardan ilki, iyi eğitim almak. Yok olmamak için başa oynamak zorundasın. İkincisi de; yerleşik hiçbir ticaret, sanayi faaliyetine girmemek: çünkü tarihin verdiği travmatik hafızada yazan, bugün değilse bile yarın yaşadığın ülkeden kovulacağın, öldürüleceğindir. O zaman mobilite ve tüccar refleksi gelişiyor. Bu bankacılık, faizcilik, parayla ilgili her türlü aktiviteyi içeriyor. Mesela meşhur Fransız Yahudi Şagal’ın en ünlü eseri “Gezgin Yahudi”dir. Nedir gezgin Yahudi? İnsan bir yerden bir yere kovulursa gezgin olmaktır bu. Ama elinde bir keman vardır, kemanıyla gezer. Eskiden ünlü müzisyenlerin çoğu piyanist değildi, sadece kemancılardı. Çünkü keman, kovulacağı zaman yanında götürebileceği yegâne müzik aletiydi. Dolayısıyla hep bu kovulma, yok edilme refleksiyle yaşadıkları için genelde yaşadıkları yerlerde kalıcı olan faaliyetlere değil, gittiği yere de aklıyla götürebileceği olaylara kanalize olmuştur. Bunlardan biri de ticarettir. O yüzden ticarette olan; paracıdır, kurnazdır, şudur budur… Kayseri de buradan geliyor işte. Kayseri’yi kuran Yahudiler filan değil yoksa.
Kilisenin ikrazat faaliyetlerini yasaklandığından tarihsel olarak bu alanın Yahudiler’e kaldığını da biliyoruz.
Evet. Bununla birlikte; toplumsal hafızaya baktığınızda hayatta kalabilme refleksinin güçlü olduğunu ve zengin olmak için Yahudilerin ticaret ve finansa yöneldiğini görüyoruz.
Bu şekilde dünyadaki finansal gelişmeyi de bir açıdan Yahudiler’e borçlu olmuş olduk.
Tabiî, mutlaka. Amerikan Merkez Bankası Fed’in başkanı hep Yahudi’dir mesela.
Konu para olunca önyargılardan da kurtulamıyorsunuz sanırım…
Evet, kurtulamazsınız, ama biz bunlara alıştık.
Türk Yahudi Cemaati kaç kişiden oluşur, hangi şehirlerde yaşar?
17-18 biniz. Bunun 1200’ü İzmir’de yaşıyor. Onun dışında Ankara ve Adana’da 20, 30 kişi civarındayız. Diğer şehirlerde herkes birbirinden haberdardır ancak, İstanbul’da sayıdan dolayı bu mümkün değil. İzmir’de de küçük bir cemaatten söz edebiliyoruz; o da yaşlı bir cemaat. Bir doğuma üç ölüm var. Çocuk yapma oranı, ortalama bir buçuk-iki.
Fazla çocuk yapma, çoğalma kaygılarınız var mı?
Var tabiî ama Yahudiler iyi yaşamayı seviyorlar. İyi yaşamak için de para lâzım. Çocuk yapmak çok pahalı bir şey. Yahudi aileler çocuklarını hep özel okullara yollamak istiyorlar. Bu dediğim gibi genlerden gelmiş hep yukarıda olma refleksinin dışa vurumudur. Dolayısıyla bu bütçeyi karşılayamazsan o çocuğu yapmazsın. Zaten Türkiye’den İsrail’e her yıl ortalama 200 kişilik göç var. Gidenlerin yüzde onu idealist nedenlerle gidiyor: “Türkiye’de yaşanmaz, siyonist faaliyetlerimi İsrail’de gerçekleştirebilirim” diyerek. Diğerleri de ekonomik nedenlerden dolayı gidiyorlar. Burada ekonomik rahatlığı yaşayamayacakları ve etraflarına karşı da kendilerini ezik hissedecekleri için; onları koşulsuz kabul eden tek ülkeye, İsrail’e gidiyorlar. Çünkü İsrail, Yahudi olduğunu kanıtladığın müddetçe, seni sorun çıkarmadan kabul ediyor.
Bu ne şekilde kanıtlanır?
Buradaki Hahambaşı evrak verir. O kâğıdı İsrail tanıyor. Dolayısıyla İsrail 1948’de kurulduğunda bütün diasporadaki Yahudileri “ülkelerine geri dönüş” kanunuyla şartsız İsrail vatandaşı yapıyor. Altı ay bedava barınak, dil eğitimi olanakları sunuyor. Altı aydan sonra ucuz kira ve iş buluyor. Bu şekilde Rusya’dan on beş yıl içerisinde bir buçuk-iki milyon kişi geldi. Hepsini içlerine alan bir yapıları var. Antisemitizm Avrupa’da arttıkça göç sayıları da artıyor. Mesela Fransa’da 500 bin Yahudi yaşıyor. Her sene 8-10 bin Yahudi İsrail’e göç etmeye başladı. Bizdeki gidişat antisemitizmden daha çok – ki bizde de medya ve sosyal medyada ciddi bir antisemitizm var- buna rağmen Türk Museviler Türkiye’yi çok seviyorlar. Çünkü bir anlamda burayla özdeşleşmişler ve buranın kültürünü içselleştirmişler. Mesela rakı kültürü, Türk müziği kültürü, alaturka eğlence şekli… Ki ben buradaki tipik Yahudi’ye göre daha Avrupalı’yım. Ama çoğunluk öyledir ve Türkiye’ye âşıktır. Ben de İstanbul’dan başka hiçbir yerde yaşayacağımı düşünmüyorum. İnsanın doğduğu, büyüdüğü, havasını kokladığı yer, en rahat ettiği yerdir. Bu çok doğaldır. Dolayısıyla ben İsrail’e göç etmeyi düşünemiyorum.
Kendinizi farklı da hissedebilirsiniz. Oradaki bir Yahudi’yle buradaki bir Yahudi otomatikman özdeş olamayabilir yani.
Aynen; bir de oradaki Yahudi daha yereldir.
Bunu açabilir misiniz?
Mesela Türk Yahudi’si İsrail’e gittiğinde, Ruslar geldikten sonra kendimizi daha rahat hissetmeye başladık. Çünkü onlar bizden daha yüksek eğitimliler ve daha kurallara uyan bireyler. İsrail’deki Yahudiler’de bir Ortadoğu kültürü vardır, kuralsızlık vardır. Yahudiler mücadeleci bir toplum, orada herkes hakkını arıyor. Mesela bir devlet dairesine gittiğinde memur bir zorluk çıkarsa; hiç abartmıyorum “senin maaşını ben veriyorum işimi yapacaksın” der. Buradaki bir devlet memuruna bunu demek mümkün değil. Orada Yahudiler, yıllardır ezik kaldıktan sonra ilk defa eşit vatandaş oldukları bir ülkeye gittikleri için böyle saldırgan tutumlar oluşabiliyor. Dolayısıyla bizim gibi Akdeniz kültürüyle yetişmiş bir Yahudi’ye orası sert gelir. Tabiî bir de herkes Yahudi olduğu için, herkes çok akıllı olduğu için, başarılı olmak daha zor. Dolayısıyla buradan gidenler orada zorlanabiliyor aslına bakarsak.
Türkiyeli bir Yahudi’nin Türkiye’de iş bulma zorluğu var mı?
Hayır. Bir Yahudi hiçbir zaman polis olmak için, Dışişleri Bakanlığı’nda memur olmak için, vali olmak için gitmez. Bunun sebebi sadece Yahudi’nin istememesinden değil; bu ulusalcılık politikasından dolayı devlet zaten onu kabul etmemiş; sadece öğretim üyesi vb. olabilirsin demiş. Yasada değil ama uygulamada bu böyle. Ama hiçbir zaman örneğin Dışişleri Bakanlığı’na bir Yahudi giremez, bir Ermeni’nin bir Rum’un giremeyeceği gibi. Bunu ilk defa Ahmet Davutoğlu değiştirmek istedi. Amerika’dan çok ünlü bir Ermeni’yi davet etmişti ancak o son anda gelmekten vazgeçti.
Mesela KPSS’ye girip öğretmen olmak isteyen Yahudiler var mıdır, atanabilirler mi?
Vardır, atanabilirler. Devlet direkt “bu Yahudi üzerini çiz” yapmıyor. Devlet bize antisemitizm yapmadı. Şalom bir manşet atmıştı “Türkiye antisemitizmde şampiyon” diye ama bu sokakta değil; medyada ve sosyal medyada böyle.
Türk Yahudisi’nin en büyük tehdit algısı nedir?
Çok açık ve net; Ak Parti iktidarlarına kadar Türk Yahudisi’nin normal tehdit algısı bireysel düzeydeydi. Zaten biz bunu dert edecek seviyede değiliz. 1967 savaşında Türkiye- İsrail ilişkileri bozulduğu için bu sokağa da yansımıştır. Bir takım yerlerde ufak tefek antisemitik olaylar olmuştur; fakat bunlar çok bireysel ve yerel kalmıştır. Ama Ak Parti iktidarından sonra İsrail karşıtlığı, hükümetin bile belki kontrol edemediği anlamda antisemitizme dönüştü. Çünkü arada çok ince bir çizgi var.
Hükümetin muhafazakâr olması bir Yahudi’de “acaba?” sorusunu oluşturuyor mu?
Elbette. Milli Görüş’te, fırıncının ürettiği her ekmeğin yüzde on kazancının Filistinliler’i öldüren bir İsrail silahına dönüştüğünü söyleyen ünlü bir retorik vardır. Dolayısıyla ciddi bir antisemitizm vardı. Ama ilginçtir; Ak Parti hükümetinin ilk yılları belki de Türkiye-İsrail ilişkilerinin en üst düzeye çıktığı dönemdir. Ak Parti hükümetleri sırasında, ilk defa İsrail Başbakanı Şimon Perez TBMM’de konuştu. Bundan sonra da ilişkiler iyiydi; fakat Gazze savaşının patlak vermesiyle “one minute”le ve Mavi Marmara olayıyla, aslında içselleştirilmiş bir antisemitizm ortaya çıktı. Tabiî İsrail’in de aşırı sağcı hükümetleriyle bu sürece katkısı olduğunu kabul etmek lâzım. Onlar da Filistinliler’i bir kaşık suda boğmak isteyen insan imajı verdiler. Ben de en çok onları eleştirenlerden biriyim. On yıl önce yazdığım bir başyazıda İsrail’i eleştirmiştim; oraya göçmüş olan Türk Yahudiler “İvo Molinas buraya giremez.” demişlerdi o dönem.
Sizin tutturmanız gereken bir sürü denge var, işiniz çok zor.
Zor, yani geceleri uyumuyorum. “Toplum ne diyecek, Ankara ne diyecek?” Öyle bir başlık atacaksın ki her ikisini de kızdırmayacaksın. Neyse, alıştık. Özellikle Mavi Marmara olayından sonra Türk Yahudisi büyük sıkıntıya girdi. Tabiî İsrail hükümetinin sorumlu olduğu öldürmeler inanılmaz büyük bir hataydı. Mavi Marmara kırılma noktasıdır. Türk Yahudiler’i bu olaya hiçbir şekilde dâhil olmamasına rağmen “Türk Yahudileri İsrail’i protesto etsin, yoksa sinagogların önüne geleceğiz” diyen bir insan hakları derneği başkanı vardı. Allah’tan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve sonradan Ahmet Davutoğlu “Türkiye’deki Yahudilerin bu konuyla hiçbir alâkası yoktur. Onlar Türk vatandaşıdır, onlara bir şey yapmayın” demişlerdir. Hatta Tayyip Erdoğan “onlara bir şey yaparsanız karşınızda beni bulursunuz” demiştir.
Son dönemdeki İsrail – Türkiye ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buna vereceğim cevap “Sokaktaki Yahudi ne ister?” başlıklı yazımda görülebilir. Sokaktaki Yahudi’ye neyini kaybetmek istemiyorsunuz diye sorsanız; bir parasını, iki sağlığını, üçüncü olarak da Türkiye- İsrail ilişkilerinin kaybedilmesini istemezler. Çünkü iki ülkeyle de gönül bağı vardır. Dolayısıyla son duygularımız pozitife doğru gidiyor. Bugünlerde Türk Yahudi toplumunun ortak psikolojisi eskiye göre daha iyi durumda.
Bildiğimiz kadarıyla 2015’te Holokost resmî olarak ilk kez Ankara’da anıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Holokost resmi olarak 2011’den beri anılıyor. Fakat bu anmalar sinagoglarda oluyordu. Dışişleri Bakanlığı bir müsteşarını gönderiyordu. Yani biz kendimiz organize ederdik; ama devletten de katılım olurdu. İlk kez 2015’te Ankara’da devlet himayesinde Bilkent Üniversitesi’nde yapıldı ve Cemil Çiçek de katıldı. Gerçi yaptığı konuşma bizi şok etmişti. Holokost gününde, Gazze’de ölen çocuklardan bahsetmişti, alâkası olmayan bir konuydu bu; o günün anlam ve önemini kaybeden bir konuşmaydı. Bu sene ikincisi gerçekleşti. Çarşamba günü Ankara Üniversitesi’ndeydik. AB Bakanı Volkan Bozkır geldi ve çok olumlu bir konuşma yaptı. Dışişleri Bakanlığı’nın bütün yetkilileri oradaydı. Hepsinin konuşmasında önemli bir nokta vardı. Bizim yılbaşında attığımız başlık “Tabuları yıkan 2015” idi. Dört tane tabu yıkıldı: Birincisi ilk kez Ankara’da yapılan Holokost anması, ikincisi Struma Faciası’nın ilk kez geçen sene Sirkeci açıklarında devletin organize ettiği, Ömer Çelik’in de katıldığı bir anmaydı. Sonra Edirne Sinagogu’nun açılması, dördüncü de benim fikir babalığını yaptığım Hanuka’nın ilk defa kamuya açık bir alanda kutlanmasıydı. Bu büyük bir devrimdir. Bunun Türkiye’nin olumlu tanıtımına yapacağı katkıyı düşünün. Hem de ilk defa bir Müslüman ülkesinde yapılması çok önemli bir gelişmedir.
Yahudilik’te en önemli dinî ritüeller nelerdir?
En önemlisi Yom Kippur dediğimiz, 25 saatlik, tek günlük oruç tutulan gündür. Bu oruç Tanrı’yla beraber olma ve Tanrı’ya karşı günahlarını kabul ettirmek için yalvardığın, kefaret günü dediğimiz günde gerçekleşir. Bunun dışında Hamursuz Bayramı vardır. Bir hafta ekmek ve hamur işi yemezsin. Bir de Aralık’ta Hanuka var. Sekiz gün boyunca, her gün bir önceki günden bir fazla mum yakarsın. O da bir mucizeyi simgeler.
Bu yıl Hanuka ilk kez halka açık bir şekilde, Ortaköy Meydanı’nda kutlandı. Bu süreçten bahseder misiniz?
Biz her sene yurt dışında kutlanan Hanukalar’a gıptayla bakardık ve Türkiye’nin de buna ihtiyacı olduğunu düşünürdük. İlk defa bir İslam ülkesinde kamuya açık bir alanda Hanuka’nın kutlanması ilk ve tek olacaktır ve dünyada iyi yankılanacaktır diye düşündüm ve bir tweet attım ve bir gün sonra da “Türkiye’de de halka açık Hanuka düzenlenebilir mi?” diye anket yaptım. O arada Cemaat Başkanı’nın Beşiktaş Belediye Başkanı’yla görüşmesi vardı. Orada böyle bir istekten bahsedilince, hemen yaparız dediler. Bizim için hiç beklenmedik bir şeydi bu. Benim amacım bu sene farkındalığı arttırmak ve belki önümüzdeki sene bu etkinliği yapabilmekti. Ama benim girişimimden dört gün sonra karar alındı. Aslında bir parça da tedirgin oldum. Çünkü terörün hız kesmediği dönemlerden geçiyoruz. Büyük bir tedirginlikle gittik ama cesaretimiz de vardı. Etkinlik Beşiktaş Belediyesi’yle yapıldı ama devlet erkânı da destek verdi. Bu kadar Müslüman-Yahudi savaşının olduğu bir dünyada, bir Yahudi din adamı ve İmamın birlikte Yahudi Bayramı için mum yakmasının Türkiye’ye kazandırdığı olumlu imajın reklam karşılığı yok. Bu eşiği aşmamız gerekiyordu ve aşıldı.
Görünür olmakla, hedef olma kaygısı arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu çoğulcu bir toplum inşasında ne anlam taşır? Türkiye’de açılımlar yapılıyor, Yahudiler de açılım yapıyor mu?
2011 ve 2012’de yapılan bir kamuoyu araştırmasında “komşun olarak en çok kimi istemezsin” diye bir soru sorulmuş. Katılımcıların yüzde sekseni, eşcinsel istemem demiş, yüzde yetmiş beşi de Yahudi istemem demiş. Daha da önemlisi beni istemeyenlerin yüzde sekseni de; hayatında hiçbir Yahudi ile tanışmamış. Tanınmayan bir insan yabancıdır, yabancı her zaman tehlike olasılığıdır. Ben de bir yabancıyı, tanımadığım birini yanımda istemem; ama bunu genelleştirmem. Kürtleri, Yezidileri istemem demem çünkü onlar da Tanrı ‘nın yarattığı bir canlıysa, iyisi de var kötüsü de var derim. Dolayısıyla genelleme yapmak yanlış olur. Twitter’a ve gazeteye gelen geri bildirimlere baktığımda Türkiye’nin bu sosyolojik haritasını üçe ayırıyorum. Bir beyaz kısım, bir siyah kısım ve bir de gri alan var. Siyah ve beyaz kısım çok az, yüzde on ile on beş düzeyinde. Yüzde yetmişlik bir gri alan var. Tanımadığından dolayı, antisemitik olmasa bile Yahudiler’e karşı önyargılı. Ama bu gri alana dokunduğunuz müddetçe o alanı beyaza dönüştürmeye başladığınızı görüyorsunuz. Ben hem bireysel olarak, hem gazete olarak o gri alana dokunmaya çalışıyorum. Oraya dokundukça sizi tanıyacaklar, tanıdıkça da önyargılar azalacak, azaldıkça Yahudiler’le ilişki kurulacak. İşte görünür olmak da dokunmak demek, nasıl görünür oluyorsunuz; gazeteyle, paneller yaparak, ortak çalışmalar yaparak.
Yahudiler’in kamusal alandaki talepleri nelerdir?
Bu meselede Ak Parti hükümetlerinin önceki hükümetlere göre çok daha olumlu yaklaşımları olduğunu söylemem gerekir. Mesela vakıfların mallarının iade edilmesi, her ne kadar eksik bir adım olsa da, bu hükümetlerle başlamıştır. Edirne Sinagog’u gibi müthiş bir külliyenin büyük paralar harcanarak tekrar açılmasının, İslamcı dediğimiz bir hükümet zamanında olması da, olayın bir başka ilginç boyutu. Bundan evvelki hükümetlerin hiçbir şekilde böyle bir yaklaşımı yoktu. Fakat ayrımcılıkları da fazla yoktu. Yani vardı da; “Yahudi” lafı çok görünür değildi. Fakat ilginçtir ki hem Ak Parti hükümetleri zamanında antisemitizm tavan yaptı, hem de onların zamanında ilk defa Yahudi cemaatlerine karşı bir takım düzeltici faaliyetler yapıldı. İşin tuhafı da bu, aslında. Altı ay önce yabancı bir kurumun yaptığı araştırmada Türkiye antisemitizmde şampiyondu. Türkiye’de antisemitist fikirler yüzde altmış yedi düzeyinde çıkmıştı. Ondan sonra İran geliyordu. Biz de “Türkiye antisemitizmde şampiyon” diye bir manşetle çıktık. Ama altı ay sonra Hanuka yapıldığı zaman “Teşekkürler Türkiyem” dedim ki bazı başka kişilerden fırça yedim: “Bu kadar yalakalık nedir?” dediler. Ben hükümete teşekkür etmedim; ben Türkiye’ye teşekkür ettim. Müslümanların ülkesi olarak ilk kez açık havada, diğer ülkelerde gıpta ettiğimiz şeyi yaptırdık. Sonraki hafta da “Tabuları yıkan 2015″ dedik. Orada da özellikle devletin yaptıklarına atıf vardı. Ama işte bu tuhaflığı vermeye çalışıyorum: bir yandan antisemitizm tavan yapıyor, bir yandan da tabuların yıkıldığı bir dönem yaşıyoruz. Her şey gibi bu da tuhaf.
Taleplerinizi devlete aktarma noktasında sıkıntılarınız var mı?
Bu konuda Ak Parti hükümetleri öncekilere göre daha iyi. Bugün, cumhurbaşkanıyla veya başbakanla görüşme talebinde bulunduğumuzda, eğer çok acil programları yoksa; bir hafta, on gün içinde randevu veriyorlar. Programları yoğunsa bir ay sonra gelin diyorlar. Daha on beş gün evvel Cumhurbaşkanı Hahambaşı’nı kabul etti. Zaten senede iki kez düzenli görüşürler. Sıkıntılarımız varsa, zaten bunu bürokratik yollardan herkese iletebiliriz. Yahudiler devlet işlerine karışmadıkları için, alçak profilde yaşadıkları için, ilişkilerde de bir mesafe oluyordu. Ama hem Ak Parti hükümetleriyle, hem değişen cemaat anlayışıyla, bizim dışa açılma politikamız ve gazetemizin de etkisiyle, bu daha yüksek profilden davranış şekline dönüştü ve bu da ilişkilere yansıdı. Tabiî burada Tayyip Erdoğan’ın kişisel karizması da önemli. Bizim Hahambaşımız da çok samimidir. O konuda hiçbir sıkıntımız yok.
Peki sorun yaşadığınız ve düzeltilmesini istediğiniz alanlar nelerdir?
Bizim sıkıntımız hâlâ anlayamadığımız nedenlerden, herhangi bir yaptırımda bulunulmayan antisemitik yazılar ve yayınlar. Türkiye’nin en büyük antisemitik gazetesinin yazarlarının iktidar çevreleriyle yakın ilişki içinde olmasını biz anlamakta güçlük çekiyoruz. Tabiî iktidardakiler bu kişileri sadece antisemitizm üzerinden değerlendirmiyordur. Antisemitizm onlar için on tane kriterden biriyse, dokuzu iyiyse biri olumsuzsa dokuza bakmayı anlarım. Ama bazı durumlar var ki; hakikaten rahatsız edici. Bizim beklentimiz, onların dışlanmasından öte “yaptığınız şeyler yanlış, ırkçılık ve antisemitizm bizim devlet politikamızda, Türkiye’de, hükümetimizde yoktur” denmesidir. Bir de tabiî en önemlisi hukukun bu doğrultuda çalışmasıdır. 301. madde var, nefret söylemi konusunda yaptırımlar var, savcılar dava açabilirler ama hiçbiri açmıyor. Yoksa sokakta bir antisemitizm yok dediğim gibi.