Birçok semavî dinde “cennet” tasviri ve inancı vardır. Bu cennet tasviri, aslı itibari ile bu Dünya’daki insanların her isteklerinin gerçekleşemeyeceği gerçeğine dayanır. Bu dinlerin ahiret inançlarına göre Cennet ile yaşadığımız dünya arasındaki temel fark, orada her isteğimizin gerçek olabileceği, burada ise olamayacağıdır.
Yaşadığımız dünya, cennetten çok farklıdır. Var olan kaynaklar sınırlı, insanların ihtiyaç ve istekleri ise sınırsızdır. İktisat biliminin ortaya çıkışı da bu gerçeğe dayanır/dayandırılır. İktisat bilimi, kıt olan kaynaklar ile sınırsız olan insan istek ve ihtiyaçları arasındaki bağlantıyı inceler, sonuçları değerlendirir.
İktisat bilimi, insanlık tarihinin başından bugüne kadarki bütün ekonomik faaliyetleri, iktisadî sistemleri ve iktisadî fikirleri kapsayan devasa bir bilgi ve tecrübe birikimine sahiptir. İlkel insanların yaşamından paranın bulunuşuna, faizin ortaya çıkmasından bankaların kurulmasına kadar birçok olay bu tarihî birikimin içinde yer alır.
İnsanlar modern çağlarda iktisadî anlamda birçok farklı sistemi tecrübe etmiştir. Bu tecrübe birikimi bize göstermektedir ki; devletin ekonomiye etkin bir şekilde müdahil olduğu sosyalizm, komünizm gibi devletçi sistemler servet birikimini ve refahı engellemiş, insanları fakirliğe ve sefalete sürüklemiştir. Bunun yanında ekonominin serbest bırakıldığı, özel teşebbüsün önünün açıldığı, devletin yetkilerinin varlık amacına uygun bir şekilde sınırlandırıldığı piyasa ekonomilerinde ise insanların refaha kavuştuğu gözlemlenmiştir.
Bu girişin sebebi, İsviçre’de her ay çalışan-çalışmayan herkese 2.500 İsviçre frangı (yaklaşık 7.500) vatandaşlık maaşı bağlanması için yapılan referandumda halkın %78’inin “Hayır” oyu kullanması ve bu sonucun ülkemizde birçok kesim tarafından şaşkınlıkla karşılanması.
Aslında ortada şaşırılacak bir durum yok. Fakat bu olayı anlamlandırabilmek için girişteki basit iktisat bilgisinin yanında İsviçre’nin siyasî ve ekonomik durumundan da bahsetmeliyiz. İsviçre, dünya üzerinde doğrudan demokrasi ile yönetilen tek ülke. Herhangi bir vatandaş herhangi bir kanuna dava açabiliyor ya da anayasada değişiklik teklifinde bulunabiliyor. 100 bin imza toplanması durumunda da herhangi bir öneri referanduma götürülebiliyor. Ülkede devlet başkanı bulunmuyor, onun yerine devlet başkanının görevlerini üstlenen 7 üyeli bir konsey bulunuyor. Bunların yanında İsviçre dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Ürettiği çikolataları kadar, ülkesinde bulunan bankaları ile de meşhur. Yani kısaca İsviçre birçok sosyal bilim alanının incelemelerine konu olan/olabilecek “ilginç” bir ülke.
İsviçre’de vatandaşlık maaşı ile ilgili öneri 100 bin imzaya ulaşıp referanduma sunulduğunda Türkiye’de ve Dünya’da birçok kimse bu önerinin geçeceğine kesin gözüyle bakarak liberal kapitalizmin sonunun geldiğini artık dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan İsviçre’nin bile komünizme geçtiğini, dolayısıyla da Marx’ın haklı çıktığını kim bilir kaçıncı kez yazıp çizmeye başlamışlardı.
Referandum sürecinde İsviçre’deki partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının neredeyse tamamı nedenlerini açıklayarak halkı “Hayır” oyu kullanmaya davet etti. Sonradan dağıtımın ve ekonomiye devlet müdahalesinin refah ve özgürlükleri kısıtlayan, servet birikimini engelleyen, zenginliğe düşman bir durum olduğunun farkında olan İsviçre halkı da %78’lik bir oranla bu öneriyi reddederek Marx’ı ve destekçilerini bir kez daha haksız çıkardı.
Türkiye’de bu haberi duyan birçok insan -ki bunların içinde iktisat profesörleri bile var-haberi şaşkınlıkla karşıladı. Nasıl olurdu da herkesi eşit şekilde zengin edeceği iddiasında olan bir öneri halk tarafından kabul edilmezdi. Böyle düşünen iktisat profesörleri, sıradan bir İsviçre vatandaşı kadar bile iktisattan anlamadığını kanıtlamış oluyordu bizlere.
Böyle bir kıyaslama doğru olur mu bilemiyorum, fakat seçim sürecinde çalışanlar için asgarî ücretin miktarının yükseltilmesinin bile partiler tarafından oy malzemesi olarak kullanıldığı bir ülke olan Türkiye’de böyle bir konu gündeme gelse parti liderleri ne der, referandumdan ne sonuç çıkardı bir düşünmek gerekir. Öyle zannediyorum ki; gelişmiş ülke olmak ile gelişmekte olan ülke olmak arasındaki farklardan biri bu.
Faizi Merkez Bankası eliyle düşürerek, para basarak, asgarî ücreti artırarak ekonominin rahatlatılabileceğine inanılan bir ülkede, bu gelişmenin şaşkınlık yaratması normal karşılanmalı elbette.
Eğer bir terslik olsa ve ilk bakışta çok iyi niyetli gözüken bu öneri referandumda kabul edilseydi, İsviçre zaman içinde yoksullaşacak ve belki de yok olmaya kadar gidecekti, tıpkı diğer sosyalist devletler gibi. Zira yazının başında da bahsettiğim kaynakların kıt olduğu gerçeği yok sayılmış olacaktı. Nereden mi biliyorum? Elbette tarihî bilgi ve tecrübe birikimimizden. Devlet tarafından gelir desteğinin verildiği sosyalist ülkelerin zamanla nasıl sefalete sürüklendiğinden.
İktisadın evrensel kanunları vardır ve bunlardan biri “Piyasaya müdahalenin görünmeyen ve niyetlenilmemiş sonuçları vardır” ilkesidir. Nobel Ödüllü büyük düşünür, ABD’li ekonomist Milton Friedman “(iktisatta) iyi niyetten başka daha zararlı bir şey yoktur” der bu durumu açıklamak için.
Refah ve özgürlüklerin sağlanması ve korunması için asgarî ölçüde de olsa iktisat bilgisi herkese gerekli. Çünkü dünya, “cennet” değil.