Amerika’da bazı sinema ve TV yönetmenlerinin cinsel taciz ve şiddetine maruz kalan aktrislerin açıklamalarıyla başlayan #MeToo hareketi kısa sürede Avrupa’ya sıçradı. Özellikle İsveç’te çığ gibi yayılarak toplumun hemen tüm kesimlerinde yankı buldu.
Önce TV programcıları, film yönetmenleri ve büyük günlük gazete yöneticileriyle başlayan hareket, kısa sürede siyasî partileri (Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti, Çevre Partisi, İsveç Demokratları vb.), başta Sosyal Demokrat Parlamento başkanı olmak üzere İsveç parlamentosunu, milletvekillerini, Belediye başkanlarını, yargı ve polis teşkilâtlarını, bürokratları, üniversiteleri, kilise ve dinî vakıfları ablukaya aldı. Peş peşe açılan soruşturmalarda pek çok “makam mevki sahibi” istifa etmek, görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
En büyük darbeyi de İsveç’in dünya üzerindeki cirminden büyük ve haklı itibarının ana kaynaklarından biri olan İsveç Akademisi aldı. İsveç Akademisi, bildiğiniz gibi, her yıl tüm dünyada heyecanla beklenen bilim, kültür, ekonomi ve edebiyat gibi dallarda Nobel ödülleri veren kuruluştur.
Açılan soruşturmalar Akademi üyeleri ve yakın çevrelerinin Akademiyi nasıl kendi çıkarları doğrultusunda kullandıklarını, bilim, kültür ve edebiyat alanında verilen maddi ve manevi her türlü yardım ve teşvikin nasıl cinsel tacizle kirlendiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Cinsel tacize, aşağılanmaya izin vermeyen kadınlar cezalandırılmış, bilim ve sanat âlemine giriş yolları kapatılmış. O saygın profesörlerin, yazarların, bilim adamlarının, kontrol ettikleri güç ve iktidar mekanizmalarıyla birlikte fiilen ve ahlâken nasıl kirlendiklerini gösteren sayısız açıklama geldi.
İsveç toplumunda bu zamana kadar aslında bilinen ama bir anlamda yok sayılan erkek-egemen kültürün ortaya dökülmesi demekti bu. Öyle anlaşılıyor ki, genel demokratik, liberal standartlar, temel hak ve özgürlükler, güçlü sosyal demokrat gelenek, sendikalar, işçi hakları, cinsel özgürlükler, vb., gibi temel yerleşik kurumlar araçlaştırılmış ve elitler elinde bu durumu perdeleyen bir işlev de görmüşler.
Bu arada esas olarak göçmen-sol-seküler kesimlerde hâkim olan ve onların etkisiyle de son yıllarda sadece ırkçı partiyi (“İsveç Demokratları”) değil aynı zamanda sol/sosyal demokrat çevreleri de güçlü bir şekilde etkisi altına alan İslamofobik takıntıların sert bir hakikat kayasına çarpışına da tanık oluyoruz. Bu takıntılı çevreler, şimdiye kadar, dünyamızda erkek kültürünün bir parçası olan kadına karşı şiddet, ayrımcılık, cinsel taciz ve istismar vakalarını teoride genel, evrensel bir sorun olarak görseler bile, pratikte, bu “aşağı” insanlık hallerini esas olarak yoksul ve göçmenlere, özellikle de Müslümanlara yükleyerek, eleştirilerinin odağına Müslümanları koyarak hakikatin etrafından dolaşmayı başarıyorlardı.
O yüzden #MeToo, kimi bilinen “feminist” simaları şoka soktu. Türk, Kürt, İranlı, Arap, Asyalı, Afrikalı solcu/sosyalist/feminist kadınlar ve erkekler, şimdiye kadar hakkaniyetli eleştirinin sınırlarını aşarak, özellikle, “İslam’da kadının maruz kaldığı ayrımcılık, taciz ve şiddet” üzerine kurdukları güvenli “feminist” söylemleriyle kala kaldılar.
Mesela bir dönem Sosyal Demokrat Parti’de kadın kolları başkanlığı yapmış, halen de etkili bir siyasetçi olan Türkiye göçmeni bir kadın, İsveç’te hızla yayılan #MeToo hareketinde mağdur kız kardeşlerine destek vermek yerine, yaşadığı derin hayal kırıklığıyla “Ama bu kadar da erkeklere saldırılmaz ki” diyor. Modernliğin, demokrasinin, özgürlüğün beşiği bu güzel Batı’da nereden çıktı bu diye hayıflanıyorlar, belli ki taciz ve istismar olaylarının “burada” böyle ortaya dökülmesinden acayip taciz olmuşlar. Çünkü şimdiye kadar hep “geri kalmış, yoksul ülkelerin ezik göçmen kadınları”nın haklarıyla uğraşıyor, onları “aydınlatmaya” gayret ediyorlardı ve rahattılar.
Bu şaşkın kaotik ortam içerisinde en düzgün tavrı kilise gösterdi. İsveç Kilisesi Kadın Baş Piskoposu Antje Jackelén yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Tüm dünya cinsel taciz, istismar ve cinsiyetçilik hikâyeleriyle çalkalanıyor. #MeToo hareketi bir devrimin kapısını aralıyor ve miadını çoktan doldurmuş olması gereken bir şiddet, güç, iktidar istismarını ortaya koyuyor. Çeşitli iş kollarında kadınlar birbiri ardına ayağa kalkıyor ve kutsal bir hiddetle haykırıyorlar: Artık yeter.”
Süreç tam hızıyla devam ederken siyaset katında da kayda değer gelişmeler var. Sosyal Demokratların öncülüğünde İsveç parlamentosu, bu vesile ile mevcut yasalarda cinsel suçlarla ilgili komik cezaları yeniden ele alarak daha ağır ve caydırıcı yasalar çıkarmak için harekete geçti. Bu arada teslim edelim ki, #MeToo’nun İsveç’te kısa sürede bu kadar güçlü bir ses getirmesi, İsveçli kız kardeşlerimizin şimdiye kadar bu yolda aslında büyük mesafe kat ettiklerini gösteriyor. Yolları, yolumuz açık olsun.
“Me too” hareketi İsveç’te ve Batı dünyasında nerelere kadar uzanır şu an kestirmek güç ama genel insanî/ahlâkî değerler temelinde, İslamofobik takıntılardan arınmış, daha uyanık bir erkek-egemen kültür eleştirisine katkıda bulunacağı kesin.