ABD’nin zaman içinde değişmeyen bir Ortadoğu politikası olduğu doğru değil. Öyle “yüz yıllık planları” olduğu da.
Orada da dış politikayı belirleyen çok sayıda dinamik var ve dönemsel olarak onlardan biri öne çıkıyor. Ve bugün öne çıkan, genel olarak İslam coğrafyası ve özel olarak da Türkiye için hiç iyi değil.
ABD’nin Suriye politikası bunun yansıması. İstikrarsızlığın devamını öngören bir Suriye politikası var ve “müttefiki” kıvranırken o bunu ısrarla devam ettiriyor.
Bunun da Türkiye’nin Suriye politikasından bağımsız bir geçerliliği var.
ABD Ne Yaptı?
Esat rejimi halkkırıma başlamadan ve kurbanlarının sayısı yüzbinlerle ölçülmeden önce, onu devirmekte kararlı olduğu görüntüsü verdi.
Barışçı protesto gösterileri kana bulanan Suriye halkının direnme hakkını kullanmasında onun AB devletleriyle birlikte oluşturduğu “kararlılık illüzyonu” etkili oldu.
Türkiye’yi savaşa girmesi için epeyce teşvik etti, onun kara gücü olmasını istedi ve hemen ardından kendisinin de gireceğine ikna etmeye çalıştı. 2014’ün sonlarında bile Amerika’nın Sesi, “Artık Amerikalı yetkililer, Türkiye’den daha kapsamlı askeri rol oynama beklentisini gizlemiyor” diyordu.
Neyse ki Türkiye Hükümeti, zaman zaman Erdoğan ve Davutoğlu’nun diliyle sonradan altında kaldığı büyük laflar etmesine rağmen, ABD’ye inanıp tek başına savaşa girmeme basiretini gösterdi.
Muhtemeldir ki girseydi, ABD daha o gün onu yalnız bırakacaktı. “Esat yeni yılı göremeyecek” diyen Fransa da.
ABD Suriye’de makas değiştirmeye başladığında (belki “makas değiştirdiği” yerine “niyetini daha açık gösterdiği” demek gerek), Türkiye ciddi kaygı duymaya başladı. Haklıydı, çünkü Suriye’deki kilitlenme içeride istikrarını ciddi biçimde tehdit ediyordu. ABD de bunu görüyordu. Çatışmaların uzamasının ABD’nin de tanıdığı meşru Suriye güçlerinin değil radikal grupların belirginleşmesine sebep olacağı konusunda Türkiye de sürekli uyardı. Ama buna rağmen -belki de tam da bu olsun diye- ABD çözüm getirmeyeceği herkes tarafından öngörülebilecek bir yol izlemeye başladı.
Sonuçta Türkiye’nin en çok korktuğu durumlardan biri gerçekleşti: Suriye’de kendisine bir yandan yönetebileceği Kürdistan vaat edilen, diğer yandan da IŞİD ile terbiye edilen PKK, ateşkesi bozdu ve Çözüm Süreci’ni sona erdirdi.
Bugün de Rusya olanca hoyratlığıyla, bir yandan hastane ve okul bombalarken, sınırın hemen ötesindeki Türkmen yerleşimlerinin işgaline veya şimdi “kara gücümüz” dediği PYD’nin Kürt bölgelerinin dışındaki yerlere yönelik saldırılarına ses çıkarmayan ABD, bir de üstüne Türkiye’nin müdahalesini de eleştirerek onu iyice köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Mesele Sadece Türkiye Değil
Mesela “AKP iktidarı” değil.
Eğer 17-25 Aralık’ta hükümet yıkılmış olsaydı, çok muhtemeldir ki yeni hükümet, öncekini yıkan iradenin isteği doğrultusunda Suriye’ye sokulabilecekti. Belki de o süreçlerde hükümetin yıkılmaması, Türkiye’yi bu felaketten bugüne kadar korudu.
Ama bugün de ABD, burnunun dibindeki Türkmenlerin Rusya tarafından bombalamasına göz yumarak veya bu durumu kullanarak onu sıkıştırmaya, hata yapmaya zorluyor. Bu anlamda Rusya’nın ifa ettiği rolden de çok şikâyetçi görünmüyor. Başka konulardaki bütün ihtilaflarına rağmen Suriye’den kalanı da tüketecek dehşet dengesinin devamında onun oynadığı rolden de.
Görünen o ki, bugün Ortadoğu İslam coğrafyasında süreklilik arzeden bir istikrarsızlığı muhafazayı bir politika olarak tercih ediyor.
Ayağını bastığı yerde etnik çatışmalara daha önce yaşanmamış mezhep kavgaları ekleniyor. Çatışmalar bitmiyor, karmaşıklaşıyor. Askeri diktatörlükleri veya otoriter monarşileri, işleyen bir parlamentoya, iplerini elinde tutabileceği yeni Saddam’ları, Sisi’leri Esat’ları da seçimle gelen Müslüman demokratlara tercih ediyor.
Ayakları yere sağlam basan ülkeler bugün onun gerçek Ortadoğu perspektifine aykırı görünüyor ve galiba Türkiye de kötü durumda olmamasının bedelini ödüyor. Kendisi için, tüm bölge halklarının geleceği için de hata yapmaması şart.