Cumhuriyeti demokrasiyle tamamlama sürecinde katedilen mesafe dikkate alındığında bu iki seçenek dışında bir yerde duruyor olmalıydık şimdi. Ama Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bazı ‘sivil’ organizasyonların kısıtlanmasında kullanılan dil kafaları karıştırdı. Ankara’da Birinci Meclis’in bulunduğu Ulus Meydanı’nda yapılacak kutlamaların yasaklanması bildik bir ‘devlet’ uygulamasıydı; demokrasiyle cumhuriyetin buluşmadığı bir döneme ait bir zihniyeti yansıtıyordu. Valiliğin veya hükümetin ‘yassak kardeşim’ demesini anlar, bu zihniyete yorardım. Ne de olsa ‘devlette devamlılık esastır’ gibi bir düstur vardı bu memlekette…
Ancak tuhaf ve endişe yaratıcı olan bu yasağın gerekçesi oldu. Bizzat Başbakan, ‘valiliğin elinde istihbarat var’ diye açıkladı yasağı. İşte bu ‘gerekçe’ endişe verici çünkü biliyorum ki bu gerekçeyle devletin ortadan kaldıramayacağı özgürlük yok. İşin gelip istihbarata dayandırılması bir zihniyete ve devlet geleneğine işaret ediyor. Her konuda ve herkes için istihbarat raporları hazırlanabilir, hazırlandı da yıllarca. Kimisi doğru olabilir bunların, kimi de fabrikasyon. Nasıl ayırt edebileceğiz bunları?
On yıllardır kendi halkına zulmeden Esed rejiminin Suriye’sine verilen isim nedir, hatırlayın; muhaberat devleti… İstihbaratın, devlet yönetiminde kararları şekillendirici ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir unsur haline gelmesi hiç de hayra alamet değil. Bu kadar devlet, otorite, gizli bilgi fazla. Ne toplum ne de demokrasi kaldırabilir böyle yüksek dozda devleti…
Siyaseti ve daha da önemlisi özgürlükler rejimini istihbaratın yönetmesine izin verdiğinizde koyu bir ‘güvenlik devleti’ yaratırsınız. Topluma, siyasete ‘güvenlik’ penceresinden bakış kaçınılmaz olarak ‘otoriter’ bir devlete doğru evrilir. Bugün ‘rakipleri’ susturduğunda hoşunuza giden böyle bir devlet, yarın yanındakileri de sindirir. Otoriter devletin ideolojisi yoktur, her renge, kimliğe, ideolojiye bürünebilir. Meşrulaştırıcı zemini de ‘güvenlikçi’ bakıştır. Kâh toplumda tehdit görür, kâh sınırlarında; bazen düşman içtedir, bazen de sınırötesinde. Ama her durumda toplumu ‘disiplin’ altında tutacak bir ‘tehdit’ okuması bulunur. Demokratik cumhuriyet bir ‘güvenlik devleti’ olamaz, istihbaratı ‘susturucu’ bir aygıt olarak kullanamaz. Ama sonuçta Cumhuriyet bayramında bazı Kemalist-ulusalcı grupların Ulus’ta Birinci Meclis önünde gösteri yapmaları, anıtlara çelenk koymaları engellendi. Cumhuriyetin devrim yıllarında o meydana ‘halk’ sokulmuyordu. Cumhuriyet elitlerin, memurların cumhuriyetiydi. Şimdi de bu meydana cumhuriyeti kutlamak amacıyla gelen ‘cumhuriyet seçkinleri’ sokulmadı. Bence yine olmadı…
Elbette biliyorum bunların ‘kimliği’ni. İşte CHP İstanbul il başkanı; ordu mensuplarına hitaben, ‘sizin koruyamadığınız cumhuriyete biz sahip çıkıyoruz’ diyebiliyor. Desin… Bunların ifade ettikleri ‘düşünce’ de bu. İptidai, anti-demokratik, çağdışı, ama olsun. Düşünce ne olursa olsun, ifadesi vazgeçilmez bir hak ve özgürlüktür. 75. yılda 28 Şubat’ı arkalarına alıp memlekette nasıl bir terör estirdiklerini de gayet iyi hatırlıyorum. Ellerindeki bayrakları gözümüze gözümüze salladılar yıllarca her vesileyle. Ama bugün ellerindeki bayrakların, konuşacakları platformların devlet zoruyla alınması da doğru değil. Tıpkı devleti arkalarına alıp herkesi Kemalizm adına itaate ve sadakate zorlamalarının yanlış olduğu gibi. Bırakın bu işi toplumsal dinamikler halletsin. Kemalistlerin bugün ne güçleri var, ne de itibarları. Muhafazakarların ve demokratların ise ‘devlet desteği’ne ihtiyaçları yok. Zaten arkalarına devlet desteğini aldıkları oranda güçleri ve itibarları azalacaktır. Kimsenin devlet gücüne yaslanmadığı bir sivil alanda fikrî ve siyasî rekabet serbestçe cereyan etmeli. Kemalizm ne devlet tarafından topluma dayatılmalı ne de devlet Kemalistleri susturmalı. İstihbarat üzerinden meşrulaştırılan yasakların bizi götüreceği nihai yer ‘ceberrut devlet’tir. Hedefinde kim olursa olsun yeni bir ‘ceberrut devlet’e de bu memleketin ihtiyacı yok… Bu ülkeyi yasaklarla değil özgürlüklerle yönetmeyi bir türlü öğrenemedik.
Zaman, 31.10.2012