21 Temmuz’da yayınlanan “Türkiye için Akdeniz’de Kilit Adım: Lübnan” başlıklı yazımda Lübnan ile ilgili endişelerimi dile getirmiştim. Çok geçmeden Lübnan’da korktuğumuz oldu ve Beyrut’ta korkunç bir patlama meydana geldi. Bu patlamanın ardından beklendiği gibi protestolar yaşandı. Ancak asıl soru Lübnan’ın zaten kötü durumda olan ekonomisinin patlamanın ardından nasıl toparlanacağı sorusuydu. Bu sorunun cevabı henüz net değil, ancak tahmin etmek de çok zor değil. Lübnan’da patlamanın ardından Çin yardımı tartışması iyice arttı. Sadece Hizbullah kanadında değil pek çok cenahtan Çin için yeşil ışık yanmaya başlandı. Özellikle Beyrut’ta limanın yeniden inşasında Çin çok ciddi bir güç olarak tartışılıyor. Ve eğer Çin Beyrut’ta liman inşasında aktif bir rol alırsa bu durumda Akdeniz’de artık yeni bir denge söz konusu olabilir.
Öte yandan bölgede dengeler açısından çok ilginç gelişmeler de oluyor. Aslında yıllardır herkesçe bilinen “metres” ilişkisi artık gizlenmekten ve yalanlanmaktan çıkarılıyor: İsrail, bölgede yeni ilişkilerini duyuruyor. Arap dünyasında artık “biz çıkarlarımızı koruyan kadim bir halkız” söylemleri eşliğinde İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesi tartışılıyor. İsrail-BAE anlaşmasını muhtemelen daha başka açılımlar da takip edecek. Sudan ile normalleşme çalışmalarının ardından İsrail konusunda oldukça sert tutum sahibi olarak görünen Kuveyt, Suud ve belki Mısır’ın durumu ne olur sorusunu şimdiden sormak ve üzerine düşünmek gerekiyor. Yakın zamanda bu kadar büyük açılımları beklemesem de bazı adımların atılabileceğini de şimdiden değerlendirmek gerekir.
Bu adımlarla ilgili asıl dikkat çekmek istediğim husus ise Çin-İsrail ilişkilerinin Ortadoğu’da bir ortaklığa dönüşebileceği tehlikesidir.
İsrail ile Çin arasında ABD’nin uyarılarına ve engelleme girişimlerine rağmen gittikçe artan bir ilişki ağı mevcuttur. Öncelikle ticarî alanda başlayan ve ciddi hacimlere ulaşan İsrail-Çin ilişkilerinin teknoloji ve altyapı alanları ile liman işletmeleri alanına yayılması dikkat çekici olmuştur. Hatta ABD bu durumu endişe verici olarak değerlendirmiştir. Foreign Policy’de okuduğum bir makalede ABD’nin özellikle teknolojik altyapı noktasında İsrail’i uyardığı hususu dikkate değerdir. Ancak ABD’nin bütün bu endişelerine ve Çin ile artık açıkça süren ticaret savaşına rağmen İsrailliler Çin ile ilişkilerini sürdürmeye devam ettirmişlerdir.
İsrail için Çin henüz bir tehdit değildir. İran ile Çin’in güçlü ilişkileri belli ki İsrail açısından tehdit düzeyinde dikkate alınacak ölçüde değildir. Bu durumun sebebi olarak Çin’in Ortadoğu’da etkin olmamasını öne sürmek veya İsrail’in Asya’da emellerinin olmamasını öne sürmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bana göre her iki ülke de çıkar-güç dengesinin farkındadır. İsrail için Çin gibi bir devletin İran meselesinde tarafsız olması bile yeterli olabilir. Zaten yakın bir zamanda Ortadoğu’da Çin herhangi bir kavgada taraf olmayı arzu etmez. Ancak İsrail, Çin ile güçlü ilişkilerine ve ortaklığına dayanarak Ortadoğu’da etkinliğini artırabilir. Karşılığında ise ABD’deki nüfuzunu Çin lehine kullanabilir. Bu tip bir anlaşma ise bölgemizde çok ciddi kargaşaların doğmasına neden olabilir.
Çin-İsrail ve yanlarına alacakları birkaç kendini bilmez diktatör, bölgede etkilerini arttırmak için kaosu ve istikrarsızlığı fırsat bilmek isteyecektir. Ülkemizin çıkarlarına oldukça ters olan bu durumu politika yapıcıları değerlendirmelidir. Önceki yazımda da vurguladığım gibi Türkiye Libya hamlesine ilaveten Lübnan hamlesi de yapabilirse eğer hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da bölgesel etkin güç haline gelir. Benim önerim Türkiye’nin KKTC-Azerbaycan-Katar-Libya-Tunus-Cezayir başta olmak üzere bölgede ekonomik ve siyasi işbirliği temelli yeni bir “organizasyon” kurması ve ABD-Çin; İngiltere-Fransa-Almanya; İsrail-Arap çekişmelerinden ustaca yararlanması yönündedir.
Haldun Barış
Stj. Avukat
barishaldun@gmail.com