Temelde bir ‘güvenlik devleti’ olan İsrail ‘dip-lomasi’den pek anlamadığını gösterdi. Böyle olunca da ilkel bir show tadındaki ‘koltuk dip-lomasi’si elinde patladı. Davos’un birinci yıldönümünde Türkiye’den rövanş alayım derken daha da komik durumu düştü.
Verilen ‘fotoğraf’ çaresizliğin, yalnızlığın ve paniğin somut bir yansıması olarak hafızalara kazındı. Görülen o ki diplomatik teamüllerin dışına çıkarak ‘siyasal mesaj vermeye kalkan İsrail ‘normal’ bir ülke olma yolunda hâlâ sıkıntılar yaşıyor.
Büyükelçisine yapılan muameleyi Türki-ye’nin gayet iyi yönettiğini de zikretmek gerek. İsrail’in diplomatik teamüllerde hiç yeri olmayan, bırakın nezaketsizliği terbiyesizlik boyutuna varan ‘show’una karşı hükümet nezaket içinde ve kararlı bir ‘özür bekliyoruz’ pozisyonu aldı. Başbakan Erdoğan, duygusal bir tepki vermek yerine o ‘fotoğraf’ın altında İsrail hükümetinin kalmasını sağlayan dikkatli, rasyonel ve diplomatik bir tutum aldı. Büyükelçisini geri çağırmaktan İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Ankara ziyaretini iptale kadar birçok ‘haklı’ hamleyi elinde tutup İsrail’i özür dilemeye zorladı. Cumhurbaşkanı Gül’ün de devreye girerek özür beklentisini en üst düzeyde ve partilerüstü bir konumda bildirmesi de ‘diplomatik ağırlık’ın ne demek olduğunu gösterdi.
Sonuçta özür dilendi ve diplomatik bir krizin derin bir siyasal gerginliğe evrilmesi engellendi. Krizi çıkaran da tırmanmayı durduran da İsrail oldu. Hem meydan okudu hem geri adım attı.
Hep söyledik, İsrail için Türkiye son derece önemli bir ülke. Bölgesel yalnızlığını giderebildiği tek ‘dost’. Türkiye’den başka ‘normal’ ilişki içinde olduğu başka bölge ülkesi yok. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 4 milyar dolara yakın. Her yıl İsrail’den yaklaşık 500 bin kişi Türkiye’ye geliyor. İsrail’de yaşayan 80 bin Türkiye kökenli Yahudi önemli bir kültürel, sosyal bağ. İkili askerî anlaşmalar ve ihaleler, işbirliğinin devamının bir başka kayda değer zemini. Aslında ülkeler arasında ‘ikili düzeyde’ ciddi bir sorun yok. Daha 2008 Aralık ayına, yani Gazze saldırısı başlayana kadar Türkiye, İsrail ile Suriye arasında dolaylı barış görüşmelerine aracılık yapıyordu; ve hatta bu görüşmeleri sonuca bağlamak üzereydi.
Sorun ikili ilişkilerde değil; üçüncü taraflara yönelik politikalardaki görüş ayrılıklarında. Bunların başında da İsrail yönetiminin Filistinlilere uyguladığı şiddet geliyor. Gazze hâlâ abluka altında. İnsanî yardım bile ulaştırılamıyor. 1,5 milyon Filistinli toplu cezalandırmaya maruz bırakılıyor.
Bölgede şiddet politikası izleyen bir İsra-il’le Türkiye’nin ilişkilerini ‘hiçbir şey olmamış’ gibi yürütmesi beklenemez. Özellikle Türkiye’nin geldiği demokratikleşme düzeyi buna imkân vermez. Dış politika yapımı üç-beş devlet adamının tercihlerini aşıyor artık, kamuoyunun duyarlılıkları ve talepleri dikkate alınmak zorunda. Temsil mekanizması dış politika alanında da işliyor ve hükümetleri kamuoyuna paralel tercihlere zorluyor. Yani, kamuoyunun İsrail’in yaptıkları ilişkin algı, tepki ve taleplerinden bağımsız bir politika izleme lüksü yok Türkiye hükümetinin.
İsrail’in anlamadığı da zaten bu. Türkiye kamuoyunu kazanmadan İsrail’in Ankara ile ilişkilerini arzu ettiği ‘stratejik’ düzeye çıkarması mümkün değil. Bunun şartı da Filistinlilere ve bölgeye yönelik şiddet politikasını bir yana bırakması.
Aslında İsrail’in en büyük sorunu Türki-ye’nin son 10 yıldır yaşadığı değişimi anlamamış olması. Demokratikleşmenin yavaş da olsa mümkün kıldığı ‘iktidar kaymasını’ fark etmeden Türkiye’deki temel muhataplarının asker/güvenlik bürokrasisi olduğunu sanıyorlar. Beyaz Türkler arasında yükselen ‘antise-mitik’ dalgayı görmeden laikçi elitleri İsrail dostu tek sosyal grup görüyorlar. Kürt meselesinin ve bölgesel dengelerin dönüşümünü anlamadan PKK ile mücadelede Türkiye’nin İsrail teknolojisine ve istihbaratına muhtaç olduğunu sanıyorlar.
‘Yeni Türkiye’yi doğru okumayan İsrail’in işi zor.
Zaman, 15.01.2010