Günümüzde Müslüman dünyada dinle ve toplumun değerleriyle sorunu olmayan, siyasi mekanizmanın meşru parçası olmak isteyen partiler, genel bir yargı ile İslamcı olarak anılmaktadır. Oysa bu hareketlerin çoğu, kısmi bazı İslamcı unsurlara sahip olsalar bile siyaset biliminin kıstas ve tanımlamaları açısından muhafazakâr çizgiye oturmaktadırlar. Ama İslamcı olarak gösterilmeleri konusunda özel gayret vardır. Bunun birkaç nedeni var.
Nedenlerden biri, bu siyasi hareketlerle ilgili bir meşruiyet krizioluşturmaktır. Onlara İslamcı denilerek hâlihazırda yürüttükleri siyasi faaliyetlerin meşruluğu baştan tartışma konusu edilmiş oluyor. Tunus’taki Nahda hareketine karşı yapılan İslamcı nitelemesi bunun tipik örneği. Bu şekilde patlayan bombalar ve işlenen cinayetler konusunda içeride ve dışarıda suçlunun kim olduğu ile ilgili bir algı oluşturuluyor. Bu, Müslüman dünyada sekülaristlerin sıkça başvurduğu bir hiledir. Şimdi onlara başkaları da eklendi.
Bugünlerde, kendilerini liberal olarak tanımlayan bazı gazeteci ve akademisyenler, ulusal ve uluslararası basında AK Parti aleyhinde bu yönde yazılar yazmaktalar ve AK Parti’nin giderek İslamcı bir kimliğe doğru büründüğünü ısrarla tekrarlamaktalar. Bu şekilde meşruluğun ortadan kaldırılmasına çalışılmaktadır.
Diğer bir nedense “İslamcıların” muhafazakâr partileri, kendi güdümlerine sokmak istemeleridir. Müslüman dünyada İslamcı olarak adlandırılabilecek kitlenin toplumsal oranı çok düşüktür, fakat daha ziyade gazeteci ve aydın olan bu gruplar, sanki tabanları çok yüksekmiş gibi davranırlar ve toplumu kendi romantik ve travmatik idealleri peşinde yönlendirmeye çalışırlar. Bu tabandan ve muhafazakâr partilerden umduğunu bulamayan “İslamcılar”, partilerin İslamcı ideallerden ve asıl kimlikten giderek uzaklaştıklarını ve yozlaştıklarını ileri sürerek görünür olmaya çalışırlar. Bu tipler, solcu olduklarını söylemekten çok hoşlanırlar. Sebebi bilinmemektedir.
Bu tavrı sergileyen birçok gazeteci Türkiye’de de var. Onlar, AK Parti’nin hatalarını sözde İslami kıstaslara başvurarak eleştiriyorlar. Partinin İslami değerlerden ve hassasiyetlerden uzaklaştığını ileri sürüyorlar. Oysa Türkiye’de İslamcı bir parti olmadığı gibi İslami değerler üzerinden siyaset yapma iddiası da hiç olmadı. Niyet okumayla İslamcı parti teşhisi konulamaz. Cami yaptırdığı, din derslerini artırdığı, başörtüsünü serbest yaptığıveya parti yönetimi namaz kıldığı için de bir parti İslamcı olarak nitelenemez. Bunlar, muhafazakâr ve liberal siyasetin gereği olan şeylerdir.
İslamcılık, özgün bir siyasi perspektif ortaya koyma çabasıdır. Türkiye, Malezya, Endonezya, Pakistan, Bangladeş ve Mısır’dan başlayıp Fas’a kadar uzanan ülkelerde muhafazakârlar, siyasi bir kültür oluşmak için mücadele ediyorlar. Hemen hepsinin zihninde meşru bir siyasi yöntem geliştirme amacı var.
Sayılan bu coğrafyadaki hareketler, öncelikle batıda üretilen siyasi kültüre saygı duyuyorlar ve İslamileştirme endişe gütmeden batı tarzı siyasi sistemleri ülkelerine getirmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Çünkü batı demokrasisi, ısrarla İslamcı, hatta bazen fundamentalist olarak isimlendirilen bu hareketler için büyük bir siyasi nimet. Muhafazakâr partiler, her seçimde büyük çoğunluğun oyunu alarak iktidar olma potansiyeline sahipler. Ama buna müsaade edilmiyor ve bürokrasi maharetiyle işlemeleri muhtemel suçlar nedeniyle itham edilip siyasetten men ediliyorlar.
Bu partileri cazip kılan, aslında muhafazakâr olmaları değil. Toplumun değerleri ile barışık, siyasi kararlarda temkinli (olumsuz etkilenecek kitleleri hesap etmek) ve piyasa süreçlerinerakiplerine nazaran daha yakın olmaları onların popülaritesini artırıyor. Bu hareketler, ülkelerinde meşru yapılar olmaya gayret ediyorlar. Ancak sürekli olarak İslamcılık eleştirilerine göğüs germeleri gerekiyor.
Olayları ve yapıları gerçek etkisinden (olduğundan) daha fazla dinsel okuma, Müslüman dünyadaki “İslamcı” ve seküleristlerin ortak hatası. Birinciler sürekli dinden uzaklaşıldığını; ikinciler ise dinselleşen bir topluma doğru ilerlendiğini söylüyorlar. İnsanlar, bu büyük dindar ve seküler kitleler, hayatın ritmini yakalamaya çalışırken onlar sürekli bu ritmi bozmaya ve olağanlaşan hayatı kendi zihinsel fantezilerine göre karmaşıklaştırmaya çalışıyorlar. Yani seküleristlerle İslamcılar, Müslüman dünyada siyasi kültürün gelişmesine farklı açılardan ortak zararı veren iki azınlık kitle olmaya devam ediyor. Müslüman dünyada siyasi açıdan en büyük eksik, büyük kitlelerin beklentilerine ve hayata iyimser bakışlarına uygun söylem geliştirebilen ve duruş sergileyebilen entelektüel ve aydınlarının yetersiz oluşudur.
17.07.2015, Yeni Söz