Demek ki “ıslak imza”lar asla kurumuyor!
Attığımız her imza, ömür boyu ıslak ıslak bizi takip ediyor. Kaybolmuyor, silikleşmiyor. “Zamanı geldiğinde” ortaya çıkıp son sözü söylemek üzere öyle sinsi sinsi bekliyor.
O yüzden de ıslak imzalar “kötü adamlar”ın hayatlarının kâbusu olabiliyor.
Basında yer alan ama henüz yetkililer tarafından doğrulanmayan haberlere göre, Albay Dursun Çiçek’in müellifi olduğu ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın ıslak imzalı kopyası karargâhta çalışan bir subay tarafından son anda imha edilmekten kurtarılmış ve on gün önce beş sayfalık bir ihbar mektubuyla birlikte Ergenekon savcılarına yollanmış. Savcılar belgeyi incelenmek üzere Adli Tıp’a göndermişler. Adli Tıp’tan gelen rapor, belgedeki imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunu doğrulamış.
Gerçi olay unutulacak gibi değil, üstelik de çok yakın bir tarihte yaşadık; ama biz yine de neydi şu “İrticayla Mücadele Eylem Planı” şöyle bir hatırlatalım:
Olay geçtiğimiz Haziran ayında Taraf Gazetesi’nin bir haberiyle patlak vermişti. Genelkurmay’ın beyni sayılabilecek bir birim olan Harekât Başkanlığı’nda, hem de olayın duyulmasından sadece iki ay önce hazırlanan bir eylem planında Türkiye ordusunun kendi halkına karşı savaşan bir ordu haline getirilmesinin planı yapıldığını öğrenmiştik. Planda meşru hükümeti yıkmak için harekete geçilmesi, halka karşı komplolar kurulması, etnik sorunların tahrik edilmesi, bazı komşu ülkelerle aramızın açılması, suçsuz insanlara karşı provokasyonlar düzenlenmesi, iftiralar atılması düşünülmüş ve bütün bu korkunç suçlar, altında Kıdemli Albay Dursun Çiçek’in imzasıyla resmi bir rapor haline getirilmişti.
Taraf’ta yayınlanan belge fotokopiydi. Yani hukuken kanıt değeri taşımıyordu. Ama besbelli ki planın aslı Genelkurmay’da bir yerlerde mevcuttu ve bir gün “ortaya çıkmayı” bekliyordu.
Haberin yayınlanmasının ardından Genelkurmay Başkanlığı soruşturma emri verdi ve aynı gün askeri savcılık soruşturma başlattı. Fakat biz daha Genelkurmay’ın işi ciddiye aldığına sevinemeden, askeri savcılık, o dakika belgenin sahte olduğuna kanaat getiriverdi ve “Belgenin sahte olmasının anlaşılması üzerine” olayla ilgili soruşturmaya yer olmadığına karar verdi.
Daha sonra Dursun Çicek Ergenekon Davası kapsamında “örgüt üyeliği” suçlamasıyla tutuklandı ve askeri cezaevine kondu ama tutuklamanın üzerinden 24 saat geçmeden, tutuklama kararını veren heyetin bir üyesi el çabukluğuyla değiştirildi ve Dursun tahliye edildi.
İki hafta kadar sonra, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, o talihsiz basın toplantısını düzenleyerek belgenin “kağıt parçası” olduğunu söyledi. Genelkurmay, “sahte belge üretenlerin yargılanması için” gerekeni yapacaktı!
Ama ne oldu; daha “sahteciler” yargılanamadan, belgenin sahte olmadığı anlaşıldı.
Ve doğrusu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, daha genel olarak da ordu, halkın karşısında son derece güç bir pozisyona düştü.
Şu anda iki şeyi birbirinden ayırmak durumundayız.
Orijinal belgenin neden tartışmaların en ateşli zamanında ortaya çıkarılmayıp, aradan dört ay geçtikten sonra savcılığa yollandığı, belgeyi bugün ortaya çıkaranların amaçlarının ne olduğu ayrı bir meseledir; belgenin doğrulanması ayrı bir mesele…
Birinci meselenin uzmanları çok Türkiye’de. Bugünden başlayarak bu sızmanın niteliği üzerine kalem oynatmaya başlayacaklardır.
Türkiye için, demokrasimiz için önemli olan ise ikincisidir. Yani, böyle bir belgenin hazırlanmış olduğu; ordu karargâhında ülkenin seçilmiş yönetimine ve halka karşı komplolar kurulduğu, darbe hazırlıkları yapıldığı gerçeğidir.
Bu öyle ağır bir durum ki, ne Genelkurmay ne de halk böyle bir gerçeği sineye çekip hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir.
Bu gerçekle hesaplaşılmadan, halk ile ordusu arasında güvene dayanan sıcak bir ilişki kurulamaz.
İlişkinin restorasyonunun tek yolu var; Genelkurmay’ın şimdiye kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapması: Halkına karşı açık ve dürüst davranması… Hiç değilse bu noktada, artık bir şeylerin üstünü kapamaya, bir şeyleri korumaya çalışmadan; kıvırtmadan, gizlilik bahanelerine sarılmadan; toplumu aptal yerine koymadan gerekeni yapması.
İşe samimi bir özeleştiriyle başlayarak, bizi olan bitenden ders çıkardığına inandırması… Kısacası bizi şaşırtması…
Ne dersiniz, hayal mi kuruyorum?
Bugün, 25.10.2009