Bugün 1 Mayıs. Diğer ismiyle, Amerikalı işçilerin 1800’lü yıllarda 8 saatlik iş gününü kabul ettirmek için başlattıkları grevlerin zaman içinde Dünya’ya yayılması ve gelenekselleşmesiyle ortaya çıkan “emek bayramı”. Türkiye’de 1923 yılından beri kutlanan bu gün, ağırlıklı olarak sol grupların hegemonyası altında kutlanıyor. Hatta sol görüşlerin piyasada en çok yer bulduğu, seslerini en çok duyurabildikleri güne dönüşüyor.
İlginç bir şekilde sosyalizmin diğer ideolojilere, diğer fikir akımlarına karşı büyük bir avantajı var. Gerek ülkemizde gerekse Dünya üzerinde özelde sosyalizm, genelde totaliter rejimler insanlara daha çekici geliyor. Bunun birçok sebebi var elbette fakat sebeplerin başında, sosyalizmin dünya üzerindeki kaynakların kıt, insan istek ve ihtiyaçlarının ise sınırsız olduğu gerçeğini görmezden gelmesi geliyor.
Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi bu sene de meydanlardaki mitinglerde, caddelerdeki yürüyüşlerde, sosyal medyadaki paylaşımlarda, dağıtılan bildirilerde ve asılan afişlerde işçilerin haklarını savunmak adı altında sosyalizmin saçmalıkları ile karşı karşıya kalacağız.
Herkese iş, işçiye daha çok asgari ücret, taşerona kadro, zenginlere ölüm ve bolca da kapitalizme sövgü. Bunların neredeyse tamamı, sloganik değeri bulunan, insanların iyi niyetlerine hitap ettiği için kuvvetli bir karşılık bulan fakat gerek iktisat ilmiyle gerekse binlerce yıllık insanlık tarihi ile uyuşmayan talep ve eleştiriler.
İşçilerin, emekçilerin yani aslında tüm insanlığın haklarını popülist söylemlerle aramak yerine insanlık tarihinin binlerce yıllık tecrübesinden faydalanarak çözmeye çalışsak, işimiz hem daha kolay hem de daha başarılı olurdu. Çünkü büyük ekonomist Milton Friedman’ın dediği gibi, iktisadi alanda en tehlikeli şey iyi niyettir. İyi niyetle yapılan bir çok devlet müdahalesi, niyetten bağımsız bir şekilde çok kötü sonuçlar doğurmuştur. Bu sebeple işçilerin sorunlarına ‘iyi niyet’ ve duygusal bir bakış açısıyla bakmak yerine rasyonel bir şekilde yaklaşmak çok daha faydalı sonuçlar alınmasını sağlayacaktır.
İşçilerin haklarını savunmanın öncelikli şartı zenginliği ve özel mülkiyeti savunmaktır.
Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, bu sene de görmeniz çok muhtemel bazı popülist yaklaşımları yakından incelemekte fayda var:
- Asgari ücretin artırılması iyi bir şey değildir
Türkiye’de asgari ücret ile ilgili tartışmalar çok sığ ve derinliksiz şekilde gerçekleşmekte. Asgari ücretin devlet eliyle artırılmasının işçilerin hayat standartlarını yükselteceği görüşü hakim. Fakat gerçekler bundan çok uzak. Asgari ücret artırımları, niyetlenilmemiş kötü sonuçları da beraberinde getirir.
- Bazı işletmeler bu yükü kaldıramaz ve bu sebeple çalışanların sayısını azaltma yoluna gider. Bu, işsizliğin artmasına sebep olur.
- İç pazara mal satan işletmelerin bir bölümü, maliyetlerine gelen bu yükü fiyatlarına yansıtır. Bu, enflasyonu artırır.
- İşletmelerin bir bölümü ise bu artışı fiyatlarına yansıtamaz ve zarar eder. Bir süre sonra bu işletmeler kapanır. Bu da, işsizliği artmasına sebep olur.
- İhracata yönelik işletmeler dış pazarlardaki darlıklar nedeniyle maliyetlerine gelen bu artışı kolay kolay fiyatlarına yansıtamazlar. Bu, onların kârını düşürür, bazılarında zarara yol açabilir. İhracatta düşüşler ortaya çıkabilir.[1]
Dünya üzerindeki örnekleri de göstermektedir ki devletlerin uyguladığı asgari ücret politikaları, uzun vadede işçilerin lehine değil aleyhine bir durum oluşturmaktadır. Ekonomist Jeffrey Clemans ve Michael Wither’in araştırması göstermektedir ki; 2000’li yılların sonunda Amerika’da 50 eyalet genelinde ortalama %30 oranındaki asgari ücret artışı, 1.4 milyon işin yok olmasına sebep olmuştur. Bu da bize şunu göstermektedir ki; asgari ücret artışı aslında en çok yardım etmek istediğimiz insanlara zarar verir. Türkiye’de kaçak işçi çalıştırma, çocuk işçi çalıştırma ve sigortasız işçi çalıştırma oranlarının bu kadar yüksek olmasının sebebi aşırı vergi ve ek harcamaların devlet tarafından zorunlu hale getirilmesidir.
Türkiye’de iç ve dış yatırımların gelmesine engel olan bir çok bürokratik engel bulunmaktadır. Yanlış, adaletsiz vergi politikaları ve şahsi teşebbüse imkan vermek yerine çomak sokan devlet yapısı buna sebep olan başlıca aktörlerdir. Türkiye’de çalışabilecek insan çok fazla iken, yatırımların önü bir türlü açılmadığı için çalışacak yer bulmak zordur. Bu sebeple işverenler için işçinin maaşı devletin belirlediği asgari ücret ile sınırlıdır. Bu devletçi iktisadi yapı yüzünden işçilerin aldığı para bu kadar az, işsizlik bu kadar fazladır. Oysa yatırımların önündeki ekonomik ve bürokratik engeller kaldırılsa, gelen yatırımla birlikte iş gücüne ihtiyacı olan işletme sayısı artarken işsiz sayısında bir azalma olacaktır. İşsizler iş değil, iş verenler işçi aramaya başlayacaktır. Böylelikle iş verenler, işe almak istedikleri ya da mevcut işçileri görevlerinin başında tutabilmek için onları memnun etmeye çalışacaklardır.
İşçilerin maaşları ancak ve ancak daha fazla yatırım ve asgari ücret uygulamasının ortadan kaldırılması ile artabilir.
- Devlet eliyle işsizlere iş verilmesi işsizlik problemini çözmez
1 Mayıs kutlamalarında ön plana çıkan taleplerden biri de işsizlere devlet tarafından iş bulunması yönündedir. Bu istekte bulunan kişiler, devletin yapacağı kamu istihdamları ile birlikte işsizliğin bitirilebileceğini sanmaktadır. Oysa, kamu istihdamları (özellikle de gereksiz olanları), işsizliği bitirmek yerine daha da artırır. Kamuda göreve başlayan personel, “devlete sırtını dayadıkları” gerekçesiyle işlerinden başka bir alanla ilgilenmezler. Bu kişiler içerisindeki potansiyel yatırımcı, girişimci insanlar ise bunu değerlendiremezler.
İnsanları kamuda göreve başlamaya değil, kendi işlerini kurmaya teşvik etmek, girişimciliği aşılamak gerekir. Böylelikle kendi yatırımını yapan insanlar, yanlarında çalıştırdıkları başka insanlarla birlikte işsizliği azaltabilecek olan ana omurgayı oluşturur.
İşsizlik tamamen yok edilemez. Devlet eliyle azaltılamaz bile. Kısa süreli etkilerini saymazsak tabii. Fakat işsizliğin azaltılabilmesinin bir tek yolu vardır; şahsi teşebbüsün yani özel girişimlerin önünü açmak.
- Kapitalizm bir şeytan değildir
1 Mayıs kutlamalarında en öne çıkan görüş, kapitalizmin modern çağların şeytanı bir sistem olduğu algısıdır. Çoğu insan, kapitalizmin ne olduğunu ya da ne olmadığını bilmeden kapitalizme söver.
Kapitalizm, özel mülkiyeti savunan, serbest ticareti ön plana çıkaran bir ekonomik sistemdir. Hakkında bir çok (negatif ya da pozitif) efsane üretilen kapitalizm, piyasa düşmanı, katı devletçi ideolojiler tarafından modern çağın günah keçisi ilan edilmiştir. Açlıktan susuzluğa, yoksulluktan evsizliğe kadar her türlü olumsuzluğun tek sebebi olarak suçlanan kapitalizm, aslında kendisine atfedilen birçok olumsuz yargının ne sebebi ne de bir sonucu olma özelliğini taşır. Bu yüzden kapitalizmin ne olduğu kadar ne olmadığının da önemi vardır.
Kapitalizmin genel hatları ile iki farklı çeşidi vardır; serbest piyasa kapitalizmi ve devlet kapitalizmi. Devlet kapitalizmi, devletin özel teşebbüsün/üretimin üzerinde siyasi ve ekonomik kontrol uyguladığı bir sistemdir. Serbest piyasa kapitalizmi ise, piyasa organlarına devletin müdahalesinin olmadığı ya da minimal seviyede olduğu bir sistemdir.
Zenginlik ve zenginlerden nefret etmek işçilerin haklarını savunmak anlamına gelmez. Zenginlik ve servet birikimi olmasa zengin insanlar olmaz, zengin insanlar olmazsa yatırım yapılamaz ve işsizlik artar.
Türkiye’de işçilerin mevcut problemlerinin neredeyse tamamı, devletin ekonomiye müdahil olma girişimleridir. Oysa işçilerin ihtiyacı olan daha çok serbest piyasa, daha çok kapitalizmdir.
[1] http://www.mahfiegilmez.com/2015/11/asgari-ucret-artsnn-artlar-ve-eksileri.html