Dünya’daki Ermeni Soykırımı tartışmaları nedeniyle tanınmış bir gazetecimiz Ermenistan Cumhurbaşkanı ile görüşmeye gitti. Sorduğu suallerden birisi Türkiye’den toprak talebiniz var mı idi. Bir başkası dışişleri bakanı ile bizim televizyonlarda yine aynı şekilde bir mülakat yaptı ve o da aynı sualleri sordu ve buna bir de Sevres’i karıştırdı. Bunlar hukukî gerekçeleri itibarı ile tamamen mesnetsiz, ancak Türkiye’de hakikaten kamuoyumuzu tedirgin eden gereksiz tartışma başlangıçlarıdır. Ermenistan’ın Türkiye’den hukuken toprak talep etmesi mümkün değildir. Bu saçma bir iddiadır, çünkü milletlerarası hukukun genel kaynakları Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesinde belirlenmiştir. Bunların ön sırasında kuşkusuz milletlerarası anlaşmalar geliyor.
Öncelikle Ermenistan’ın bağımsızlık öncesi döneminden bahsetmek gerekirse 1918-20 arasındaki Rusya Çarlığı dağıldıktan ve Sovyetler Birliği henüz kuruluş aşamasını tamamlamadan önceki dönemde Ermenistan’ın Doğu Anadolu’da bir işgal teşebbüsü olmuştur. Bu geri püskürtülmüştür ve Ermenistan ile Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Sınırlar belirlenmiştir. Bu anlaşma Sevres’den sonradır. Sevres de tam bir uluslararası anlaşma değildir. Gümrü Antlaşması’ndan hemen sonra Ermenistan, Sovyetler Birliği’ne katılıp onun bir federe devleti haline gelmiştir. Gümrü Antlaşması ile çizilen sınır Moskova ve Kars Antlaşması ile de teyit edilmiştir. Bu nedenle de Sevres’in ciddiyeti olsa dahi Sevres’den sonra Ermenistan’ı da temsilen Sovyetler Birliği ile de yapılmış antlaşmalar çerçevesinde Türkiye’nin Ermenistan hududu hukuken tespit edilmiştir. Durumun tartışılmasının hukuki bir dayanağı ve mesnedi olamaz. Ayrıca Lozan Antlaşması ile de bu sınırlar daha sonra teyit edilmiştir. Sevres’e dayanan iddialar anlamsızdır, çünkü evvela Sevres tamamlanmamış bir anlaşmadır. Milletlerarası anlaşmalar tasdik formalitesinde tamamlandıktan sonra hukukî geçerlilik kazanır. Osmanlı 1878 Anayasası’nın 1909 tadili ile toprak terkini ihtiva eden milletlerarası antlaşmaların Osmanlı Meclisi Mebusanı tarafından tasdik edilmemiştir. Sevres Antlaşması’na katılan 12 devletin arasında tasdik formalitesi tamamlayan yalnız Yunanistan’dır. İngiltere dâhil hiçbir devlet bağlayıcı uluslararası anlaşma haline getirecek şekilde Sevres’in tasdik prosedürünü tamamlamamıştır. Bu sebeple hukuken ne Ermenistan ne de bir başka devlet Sevres’e müsteniden Türkiye toprakları üzerinde herhangi bir hak iddia edebilir.
Başka bir konu da “Ermenilerin temel insan hakları ve mülkiyet hakları esasına dayalı iddiaları olabilir mi?” konusu. Mülkiyet hakkı 1789 Fransız Beyannamesi’nin 17. maddesinde var idi. 1948 Birleşmiş Milletler Beyannamesi’nin yine 17. maddesinde yer almaktadır. Fakat bunların yaptırımı yoktur. Bunlar sadece beyannamelerdir. Bu maddelere dayanılarak hukukî bir kararın tesis edilmesi mümkün değildir, çünkü bunu tesis edecek milletlerarası bir organ da yoktur. Bugüne kadar böyle bir içtihat da görülmemiştir. Fakat var olan tek sözleşme 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir. İnsan hakları konusuna dayalı ecdadı Türkiye’den ayrılmış Ermeni grupların herhangi bir iddiası olabilir mi diye bir soruyu kapsaması açısından konuyu ele almaktayım. Müeyyide tertibi imkânını da ihtiva eden insan hakları sözleşmesi Türkiye bakımından yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir. Hukukun genel prensiplerine göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kabul edildiği 1950’den önceki meseleleri bu sözleşmeye dayanarak Avrupa yargı merciine götürme imkânı yoktur. Sözleşmenin önceki şartı bir ülkenin dava tarafı olması için dava tarafı olacağını o ülkenin beyan etmiş olması gerekir. Türkiye komisyon nezdinde bunu 1987’de beyan etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini de Ocak 1990’da kabul etmiştir ve bu tarihten önceki olaylarda Türkiye’nin taraf olmayacağı şartı da bulunmaktadır. Diğer bir şart ise, yine sözleşmenin temel kuralı herhangi bir konunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülebilmesi için ilgili devletin yargı sürecinin bitirilmiş olması. Ecdadı Türkiye’den göçmüş Türkiye’ye karşı mülkiyet haklarını iddia edebilecek dış ülkelerdeki Ermenilerin öncelikle Türk mahkemesi nezdinde dava açması, Türkiye’de dava sürecini tamamlaması ve Türk yargısının kararının kesinleşmesinden itibaren belirli bir süre (6 ay) içerisinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürmesi bahis konusu olabilir. Tabiatıyla iddianın ayrıca ciddi delillere de dayanması lazım. Bu süreçte, evvela yeterli kesinlik ifade eden delillerle Türk mahkemesi nezdinde karar ne olursa olsun iddiasını beyan etmesi lazım. Türk mahkemesi kabul etmezse ondan sonra ancak Avrupa İnsan Hakları Yargısı’na gidilebilir ve Türkiye için bağlayıcı yetkisi kabul edilmiş tek mercii de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Türkiye’de başvuru başlatmış olan olsa dahi o dava Ermenilerin lehinde herhangi bir karara bağlanamaz. Bu konuda Türkiye’deki tereddütler yersizdir.
1880-1890’larda Anadolu’da devlet gücünü kullanan, temsil edenler arasında epeyce benim aile büyüklerim var. Mesela, Müşir Mehmet Zeki Paşa, 4. Ordu müşiri Anadolu ordu komutanı 1880’den itibaren 1908’e kadar Hamidiye Alaylarını vesaireyi de kuran benim büyük amcamdır. Bahsedilen Amasya Merzifon olayları döneminde Amasya mutasarrıfı olan Bekir Paşa da benim bir diğer aile büyüğüm. Tabiî daha başkaları da var, özellikle 2. Abdülhamit döneminde, özellikle Anadolu’nun tahkimi hususu konusunda. Biraz etkinliği olan bir eski aile hatırasının taşıyıcısıyım da. Bunu şunun için söyledim. Biz büyük bir devletin temsilcileriyiz, affetmek büyüklüğün gereğidir. Ermeniler 19. Yüzyıl’da isyan etmişlerdir. Macarlar da Avusturya İmparatorluğu’na karşı isyan etmişlerdir ve diğerleri de isyan etmişlerdir. Tabiatıyla o devletler devlet olmanın gereği olarak kendilerini savundular. Osmanlı Devleti de savundu. Artık büyüklüğün gereği olarak Ermenilerin ihanet ettiğini söylemeyelim, çünkü bu o zamanın modasıydı. Yani imparatorluklara tabi olan unsurlar Avrupa’da da isyan ediyor ve bağımsızlık istiyorlardı. İmparatorluklar da tabiatıyla kendilerini savunuyordu. Osmanlı’da olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda olandan detayda farklılık gösterse de çok da farklı değildir. Eğitim sistemimizin de kafamıza yerleştirdiği bir tavır olan dünyayı biz ve düşmanlar olarak görmekten vazgeçmemiz gerekir. Karşılıklı menfaatlere göre dostumuz olur, bize karşı olanlar olur, pozisyonlar değişir. Bu yüzden Sevres paranoyasını yaşatmayalım.
İki noktayı hatırlatmak istiyorum. Avrupa’da Fransız Parlamentosu’nda olduğu gibi, Ermeni hareketlerine bir takım cevaplar var. Bunların hukukî neticesi olmaz ama siyaseten bizi taciz eder. Türkiye Avrupa Birliği üyesi olursa Fransa’dan veya başka bir yerden Ermeni tahriki sebebi ile Türkiye’ye karşı bugün olabilen tavırlar ortadan kalkar, çünkü biz organlarda bazılarında nüfusumuza göre ağırlıklı olarak da yer alacağız. Veto hakkımız da olacak. Fransız Parlamentosu da bize karşı istemediğimiz bir tavır içerisine girerse Fransa’nın menfaatini ilgilendiren belki daha da önemli bir konuda biz de Fransa’yı engelleriz. Son olarak, Rusya hakikaten Ermenilere Osmanlı zamanında yapılandan çok daha vahşi şekilde Kafkasyalılara ve Kırımlılara göç yaptırmıştır. Sovyetler’in dağılmasıyla Kafkasya’ya geri gitmek isteyen birçok tanıdığım ve bildiğim var. 1992’de Rusya Federasyonu, ecdadı Rusya Federasyonu’ndan göçmüş olan herkesin ispat edip 5 sene yaşadıktan sonra ikamet etmesi için yasa çıkardı. Geri dönmek isteyenlerin hiçbiri oraya gitseler de yerleşemediler ve geri döndüler. Bunu tartışalım diye hatırlatma olarak anlatıyorum. Şimdi biz Türkiye’de zamanında çeşitli nedenlerle Türkiye’den Amerika veya Ermenistan’a göç etmiş Ermenilerin torunlarına buraya gelip 5 sene yaşadıktan sonra vatandaş yapmayı teklif etsek Amerika’da ve Fransa’da hiçbir Ermeni Türkiye’ye gelip yerleşmeyecektir. Bunu düşünelim, bu örneği Rusya yaptı onun için hatırlatıyorum.
* Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, 2. Cilt ss. 263-265, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2003
Kazım Berzeg, Hukukçu, Avukat, LDT Yönetim Kurulu Kurucu Eski Başkanı