Türkiye’deki hükümet sistemini önemli ölçüde değiştiren referandum geride kaldı. Referandum süreci ve sonrası ise hepimizin aşina olduğu gibi tartışmalı ve gergin geçti. Seçim sonuçlarının üzerindeki ana tartışma konusu ise “mühürsüz” zarfların sayılıp sayılmamasıyla ilgiliydi. CHP önce konuyu YSK’ya buradan istediği sonucu alamayınca AYM’ne ve son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sine (AİHM) taşıdı. CHP’ye göre, mühürsüz zarflar geçerli sayılmamalıdır. Konu AİHM’e taşınınca insan hakları bağlamında bir değerlendirme yapmak sanırım yararlı olacaktır.
CHP’nin başvurusunu köşesine taşıyan deneyimli gazeteci Muharrem Sarıkaya, 05.07.2017 tarihindeki Habertürk’te yayınlanan “AİHM yolu” adlı yazıda konuyu değerlendiriyor. Bu adımı Sarıkaya’nın nasıl değerlendirdiğini merak edip okudum. Sarıkaya “CHP dosyasını dün tamamladı ve referandumu AİHM’e taşıdı. Gerekçesi, Yüksek Seçim Kurulu’nun son anda aldığı bir karar ile referandumda kullanılan pusulalardan mühür şartını kaldırmış olması. AİHM, kendisine gelen bu dosyaya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) hükümlerine göre bakacak…” demektedir. (http://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/1552536-aihm-yolu, 31 Temmuz 2017) Bu yazının giriş bölümü, ancak Sarıkaya yazının kalan bölümünde sadece ama sadece AİHM’in davayı kabul edip etmeyeceğiyle ilgileniyor. Tabiî ki CHP’li Rıza Türmen vb. kişilere referans vererek… Yazının sonunda şunu anlıyoruz ki bir şekilde AİHM davayı kabul etsin yeter…. Deneyimli gazetecimizin aklına konuyu insan hakları bağlamında ve de AİHM’nin misyonu üzerinden değerlendirmek gelmemiş.
Olay Neydi?
16 Nisan 2017 günü yapılan halkoylamasında bir miktar (sayı tam bilinmiyor) zarfta bulunması gereken 4 güvenlik (hukukilik) emaresinden bir tanesi eksikti. Yani zarflar özel filigramlı YSK tarafından basımı yapılmış dağıtılmış zarflardı. Geriye kalan üç mühürden ikisi de (YSK ve İlçe Seçim Kurulu mühürleri) zarflarda bulunuyordu. Üçüncü ve son mührün sandık kurulu tarafından basılması gerekiyordu. Üçüncü mühür sandık kurullarının bazılarında ihmal, kasıt vb. gerekçelerle yapılmamıştı. Durumu fark eden siyasî parti temsilcileri YSK’ya sandıklar daha kapanmadan oy tasnif ve sayımı yapılmadan başvuruda bulundular. YSK, oy birliğiyle, bu tür 3. mührün eksik olduğu zarfların ve içindeki oyların “geçerli sayılmasına” karar verdi. Bu süreçte tüm siyasî partiler hemfikirdi, bir itirazları olmadı. Referandumda evet oylarının galip gelmesiyle CHP fikir değiştirdi. Kanuna açıkça aykırı olan bu eksik mühürlü zarfların sayılmaması gerektiğini ileri sürüdü ve son olarak konuyu AİHM’e taşıdı. YSK’nın eksik mühürlü zarflardaki oyları geçerli sayması insan hakları bakımından uygun bir karardır. Tam tersi olsaydı yani yurttaşların siyasî katılım hakkı bazı gerekçelerle ortadan kaldırılsaydı ve o oylar geçersiz sayılsaydı açıkça hak ihlâli doğardı. Zira yurttaşların kendi tercihinin “yok sayılması” doğrudan bir insan hakkı ihlâli sonucunu doğuracaktır.
AİHM’in Misyonu
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin en belirgin özelliği bir Mahkeme teşkilatına yer vermesi, kişileri Sözleşmede yer alan haklarının ihlâl edildiği iddiasıyla Mahkemeye başvurma yetkisiyle donatması ve böylece Sözleşmeye taraf devletlerin uluslararası bir mahkeme tarafından yargılanmasına imkan tanımasıdır” (Muratoğlu, 2016: 309). Muratoğlu’na göre, AİHM Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (1950) bir uzantısı. Avrupa nezdinde insan haklarını koruyucu, hak ihlâllerini cezalandırıcı ulus üstü bir adalet sağlayıcısı. Kuruluşundan günümüze önemli yapısal değişikliklere giden AİHM güncel yapısına 2010 yılında kavuştu. Bu değişikliklerin temel hareket noktasını, önemli insan hakkı ihlâllerine müdahale oluşturmaktadır (Muratoğlu, 2016: 316). Kişi veya gruplar AİHM’de hak ihlâli gerekçesiyle iç hukukî yolları tüketmek kaydıyla dava açabilirler. Kişi ve gruplardan kasıt, gerçek kişiler, sivil toplum örgütleri, çeşitli gruplar ve siyasî partilerdir. “Hükümet dışı örgütlenmelerin bireysel başvuruda bulunabilmesi için, bunların kural olarak kendi haklarının ihlâl edildiği iddiasında bulunmaları ve dolayısıyla başvurularını kendi üyelerinin haklarının ihlâl edildiği gerekçesine hasretmemeleri gerekir” (Muratoğlu, 2016: 320). Yani hükümet dışı bir grup üyelerinin hak ihlâline uğradığı iddiası ile dava açabilirler.
AİHM’e yapılan başvuruların kabul veya ret edilmesini belirleyen kurallardan birisi de “konu uygunluğudur” Özetle, mahkemeye her konu götürülemez. AİHM’nin temel kanunu AİHS ve Ek Protokollerdir. Bu çerçevede Paris 1952 Ek 1 Protokolüne göre, “Madde 3 Serbest seçim hakkı: Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler” denilmektedir. Kaba bir yorumla 16 Nisan halk oylamasının AİHM’e taşınabilmesi için siyasal katılım hakkının engellenmesi yani insan hakkı ihlâli söz konusu olması gerekirdi. YSK’nın aldığı “eksik mühürlü zarflardaki oyların geçerli sayılması” kararı bir insan hakkı ihlâli değil, siyasal katılım hakkının uygulanmasıdır. CHP’nin AİHM başvurusu kanaatime göre konu bakımından uygun değildir ve reddedilmelidir. AİHM başvurulardaki içeriğe, delillere bakarak ret veya kabul yönünde bir karar vermektedir. Dayanak yeterliliği şu şekilde özetlenmektedir:
“Açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle bir başvurunun reddedildiği hallere şu örnekler gösterilebilir: Başvuru konusu olayda Sözleşmede yer alan bir hakkın ne şekilde ihlâl edildiğine ilişkin yeterli açıklama yapılmaması, başvuruda yer alan vakaların gerçekle örtüşmediğinin açık olması veya bu vakaların ispatının mümkün olmaması, başvuruda Sözleşmede yer alan bir hakkın ihlâl edildiği iddiası yerine sözleşmeci devletlere ait mahkemelerin ilgili devlete ait hukuk kurallarını hukuka aykırı bir şekilde uyguladığı iddiasına yer verilmesi (Muratoğlu, 2016: 342).”
AİHM kendisine ulaşan bir başvuruyu dayandığı gerekçe ve deliller bakımından değerlendirmektedir. CHP, AİHM’e yaptığı başvuruda dört dosya eklemiştir. Bu dosyalarda: “…AGİT Raporu, Venedik Komisyonu Raporu, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Raporu ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin Türkiye’nin denetime alınması ile ilgili kararı….” (http://www.hurriyet.com.tr/chpnin-aihm-dosyasinda-4-rapor-40448899, 02 Ağustos 2017). Bu karar ve raporların söz konusu halk oylamasının katılım hakkının ihlâli ile ne ilgisi olduğunu doğrusunu ifade etmek gerekirse ben anlamadım. AGİT raporu seçimin genel güvenlik ve demokratik katılım kanallarının açıklığıyla ilgilidir. Diğer üç rapor ve kararların gerekçe ve deliller olarak bu davada kullanılması mümkün değildir. CHP’nin AİHM başvurusunda halk oylamasının bir bütün olarak iptal edilmesi istenmektedir. Konuyla ilgili görüşüne başvurulan Bülent Tezcan: “Başvurumuzda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesindeki örgütlenme özgürlüğünün ihlâli suretiyle ifade hakkının engellenmesi, 13. maddesindeki etkili başvuru yollarının ihlâli ile ek 1’inci protokolün 3’üncü maddesindeki serbest seçim hakkının ihlâl edildiğini gerekçe gösteriyoruz ve ihlâlin seçimleri iptal ederek ve referandumu yenileyerek giderilmesini talep ediyoruz” dedi. (http://www.milliyet.com.tr/chp-aihm-e-basvurdu-gerekce-uc-siyaset-2479286/ 02 Ağustos 2017). Tezcan’ın “iptal” talebinin gerekçelerini ana başlıklar altında öğrendik. Ancak bu bahse konu hakların nasıl ihlâl edildiğini anlamak mümkün değildir.
Sonuç
YSK’nın referandum devam ederken eksik mühürlü zarflardaki oyları geçerli sayma kararı insan haklarının lafzı ve ruhuyla uyumludur. Ayrıca AİHS ve ek protokollerinde tanımlanan insan haklarıyla da uyumludur. YSK’nın kararı insan hakkı ihlâline neden olmamış hakların kullanımı yönünden genişletici bir karar olmuştur. CHP’nin AİHM başvurusu “konu ve dayanak” bakımından kabule değer değildir. Somutlamak gerekirse X kişi veya grubu Y kişi veya grubun bir hakkı kullanmasını gerekçe göstererek X’in insan hakkı ihlâline uğradığını iddia edemez. Örneğin, bir kişinin seyahat hakkını kullanması başka bir kişinin hak ihlâline uğradığı iddiasını gündeme getiremez. Aksi halde hiçbir hakkın kullanımı mümkün olmazdı.
CHP’nin AİHM nezdinde açtığı davada nasıl bir sonuç çıkar bilinmez, zira Avrupa bazı siyasî problemler nedeniyle Türkiye’yi cezalandırma, zor durumda bırakma konusunda istekli görünüyor. AİHM’in bazı davalarda (Refah Partisi vb.) “insan hakkı ihlâli yoktur” mealinde kararları da bulunmaktadır. Bu eski kıtanın elitlerinde bulunan çifte standart uygulama hastalığından kaynaklanmaktadır. “Batı için standart, doğu için yeterli” görülen demokratik standartlar anlayışı bu davada etkili olabilir.
Sonuçta, eksik mühürlü zarflardaki oyların geçerli sayılması AİHM’de açılan davanın konu ve dayanak bakımından reddedilmesini gerektirmektedir. Benim kanaatime göre, oyların geçerli sayılması insan haklarına uygundur. Demokrasinin kalbi olan sandığın tercihini yansıtmaktadır. Demokrasinin işlemesini sağlamıştır.