Muhalefetin zayıflığı ölçüsünde AK Parti iktidarından, yeni rejim ve yeni Türkiye’nin kurulmasına yönelik beklenti düzeyi artıyor
Bürokratik vesayetin kalkması ve şiddetin sona ermesi neticesinde siyasi rejim ve toplum adeta yeniden kuruluyor. Daha doğrusu anayasal bir rejim ve toplum yeniden değil, yeni kuruluyor. Bu yüzden yaşanan tartışmalar anayasal bir rejimin kurulmasının ötesindedir.
Bu çerçevede, sadece anayasa, kanun, mevzuat ve kurumlar değil hayat tarzları, moral değerler, tarih, kültür, sanat ve din gibi her başlık tartışılıyor.
Baskı altına alınmış, yok olduğu sanılan, hatta gömüldüğü düşünülen konular ve insanlar da gündemde.
Zorla değiştirilen kadim adlar geri geliyor, Aydınlar gidiyor Tillo geliyor. Ölen ama hak ettiği usulde ve yerde defnedilmeyen Ahmet Kaya Cumhurbaşkanlığından ödül alıyor. Faili meçhuller soruşturuluyor, toplu mezarlar kazılıyor, davalar Fırat’ın öte yakasına geçiyor. Bütün bunlar sadece bir rejimin değil, yeni bir toplumun kuruluşunu ifade ediyor.
Üstelik bu kuruluşu mümkün kılan Türkiye sınırları ötesinde, küresel ve bölgesel gelişmeler de var. Bu gelişmeler, Türkiye gibi aktörlere sistem içinde Frank’ın deyişiyle “göreli bir özerklik” veriyor. Bu özerklik, Türkiye’deki yeni rejim ve yeni topluma uluslararası bir vasat da veriyor. Siyaset içeride ve dışarıdaki vesayetten kurtulduğu ölçüde kazandığı yeni alanı ve sınırlarını keşfetme arzusunda. Bu arzu, yeni rejim ve yeni toplum tartışmalarıyla beraber gelişiyor.
AK Parti’nin rolü
Son dönemde artan tartışmalar, yeni rejimle yeni toplumun kuruluşundaki rezonansla yakından ilişkilidir. Tartışmaların siyasetle sosyoloji arasında gidip gelmesi bu bakımdan manidardır. AK Parti yeni rejime ve topluma siyasi güçle müdahale etmeye çalışıyor. Toplum eski rejimin siyasi partilerini, sosyolojisini ve kurumsallaşmış yapısını ancak bu siyasi güçle değiştirilebileceğinin farkında. Bu yüzden de toplum, tartışmalara ve siyasi müdahaleye ciddi bir kredi açmış durumda. Buradaki hassasiyet müdahalenin sınırlarıyla ve hakların ihlal edilmemesiyle örtüşüyor.
AK Parti geçmişte siyasi rejim yoluyla bastırılan toplumsallığın, yeni toplumda meşru bir şekilde var olmasını ve yeni rejimin toplumsallığı bastırmayacak şekilde tesis edilmesini sağlamaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan, Weberyen anlamda risk alan bir lider olarak, bu sürecin önünü açmaya çalışıyor. Organik bir şekilde bu misyona kendisini adadığı görülüyor. Bu hamlelerin basit bir seçim hesabının ötesine geçtiği alınan siyasi risklerin boyutlarından anlaşılıyor.
Türkiye’de muhafazakârlık, siyasi güç kullanılarak bastırılmış hatta yer yer yok edilmiş bir toplumsallığı ifade ediyor. Bu, bastırılmış muhafazakârlığı siyasi bir kimlik olmaktan çıkararak muğlak bir kültürel muhalefete dönüştürmüştür.
Bürokratik vesayetin kalkması bu muğlaklığı kaldırarak siyasileşmenin önünü açacak tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu şekilde, tıpkı diğer kimliklerin olduğu gibi, muhafazakârlığın sınırlarını artık bürokratik vesayet değil, toplum ve siyaset belirleyecektir. Bu, siyasetin yanında toplumun da kendini keşfetmesi, kendini yeniden veya yeni bir yapıyla kurmasıdır.
Yeni Türkiye’nin kuruluşunda siyasi güçle açılan yer, muhafazakârlıktan ibaret değildir. Kürt siyasi kimliği, Alevi kimliği, eskiden devralınan Kemalist ve milliyetçi kimlikler de yeni toplumun kurucu unsurları olarak ortaya çıkıyorlar. Ancak bu yeni toplumun kuruluşu, toplumsallıkların siyasi güç ve temsillerinin zaafı ölçüsünde siyasetin muhalefet kanadını zayıflatıyor. Muhalefetin zayıflığı ölçüsünde AK Parti iktidarından, yeni rejim ve yeni Türkiye’nin kurulmasına yönelik beklenti düzeyi artıyor. Bu AK Parti’yi yeni rejimin ve Yeni Türkiye’nin yegâne siyasi aktörüne dönüştürüyor. Bu yüzden de sadece muhafazakârlar değil, ona muhalif diğer siyasi kimlikler de yeni rejimin ve yeni toplumun kurulmasında, AK Parti’den temsil kanallarını açmasını bekliyorlar. Burada oluşan güç ve temsil boşluğu, AK Parti’nin önünde kendi oy tabanını aşan bir siyasi hareket alanı açıyor. Bu alan, AK Parti’nin ve Başbakan Erdoğan’ın kendi sosyolojisi aşan bir toplumsallıkta göreli özerklik kazanmasına yol açabiliyor.
Bu bakımdan AK Parti ve Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 2010 referandumunda kendi tabanlarını aşan %10’un varlığını daima hesaba katmalıdır.
Çünkü bu %10 büyüdüğü nispette eski rejimin ve Eski Türkiye’nin reaksiyonu zayıflayacak, yeni rejim ve Yeni Türkiye daha geniş bir mutabakat zeminine oturacaktır. Yeni Anayasa ve Aleviler başta olmak üzere yeni demokratikleşme paketleri AK Parti’ye, hala bu imkânı vermektedir.
Başbakan Erdoğan’ın son Diyarbakır ziyareti, bu imkânın ülke sınırlarını aşan potansiyelini yeniden ortaya koymuştur.
Bu yazı Sabah Gazetesi’nde yayınlanmıştır.