YÖK Genel Kurulu, 15.8.2013 tarihinde yapılan toplantıda, ilahiyat ve İslami ilimler fakültelerinin ders programlarını değiştirme kararı aldı. 12 kabul, 8 retle alınan karar, ilahiyat programında köklü değişiklikler içeriyor.
Felsefe tarihi ve İslam ahlakı dersleri tamamen kaldırıldı. 112 zorunlu kredinin 80’i temel İslam bilimleri bölümüne ayrılırken İslam tarihi ve sanatları bölümüne 16; felsefe ve din bilimleri bölümüne ise 18 kredi ayrılıyor.
Yeni programla ilahiyat öğrencisi, ortalama 10 kredi eksikle mezun oluyor ama daha fazla tefsir, hadis, Kur’an-ı Kerim ve fıkıh dersi alacak olmasına rağmen daha az felsefe, kelam, İslam mezhepleri tarihi, İslam felsefesi, din felsefesi, din eğitimi, din sosyolojisi ve din psikolojisi öğrenerek.
YÖK’ün ilahiyat programına müdahalesi yeni değil. 28 Şubat ve sonrasında ilahiyat müfredatı, üç defa değiştirildi. İLİTAM, DİKAP gibi birçok yeni program da açıldı. Bunların her biri YÖK’ün görevlendirdiği kişiler tarafından proje olarak tasarlandı. Bu nedenle müfredatların gerekçeleri, pedagojik olmaktan çok ideolojikti. Yeni program da tersten bir 28 Şubat süreci olarak ilahiyatın gündeminde yerini aldı.
Programın gerekçeleri ortaya çıkmaya başladı. Felsefe ve kelam derslerinin, ilahiyat öğrencilerini dinî konularda daha eleştirel hale getirdiği ileri sürülüyor. Bu yaklaşıma göre öğrenciler, dini sorgular hale geliyor. İlahiyat öğrencilerinin dini konularda bir eleştiriye girişmeden ve şüpheye düşmeden mezun olması için felsefe derslerinin kaldırılması öngörülüyor. Ancak İslam-felsefe ilişkisi ve daha genel olarak din-felsefe ilişkisi, kökenleri çok eskilere dayanan kadim bir tartışmadır. Bu köklü tartışma, bir müfredatla ortadan kaldırılabilecek kadar basit değildir.
Yeni müfredata yapılan eleştiriler üç noktada yoğunlaşıyor. Birincisi usulle ilgili: Paydaşların görüşleri alınmamıştır. Oysa “onların işleri aralarında istişare iledir.” İkincisi, felsefe öğretimi, geleneksel olarak ilahiyatın parçasıdır. Aklî ilimler, İslamî ilimlerin çağın sorunlarına çözüm sunmasına yardım ediyor. Ayrıca İslamî kültürün canlanmasını, İslam mesajının derinliklerinin ve inceliklerinin anlaşılmasını sağlıyor. Aklî ilimler olmaksızın Kur’an’ın ilmî ve müminde bıraktığı manevî duygular nasıl anlaşılabilir? İslamî ilimlerin gelişmesi, Kur’an’ın hikmetlerinin ortaya çıkarılması ve anlamının zenginleştirilmesi için felsefeye ve beşeri ilimlere ihtiyaç vardır. 16. yüzyıla kadar İslam kültürünün zenginliği, İslam ve felsefe arasındaki gerginliğin ürünü olarak canlı düşünceler ortaya çıkarabilmesinden ileri geliyordu. Türkiye’de 1933’ten beri ilahiyat fakültesi geleneği ve birikiminin bu minvalde aslına uygun olarak gelişmesi için büyük çabalar sarf edildi. Oysa yeni programla sil baştan yapılıyor ve hangi sonuçlara yol açacağı belli olmayan Afganistan-Pakistan modeli riskli bir yapılanmaya gidiliyor.
Üzerinde durulan üçüncü itiraz ise siyasi ve hukukidir. İlahiyat programlarını neden YÖK hazırlıyor? Yükseköğretim Kanunu’nda ilahiyatın hukukî statüsü diğer fakültelerden farklı değil. Diğer fakülteler, ders programlarını kendileri hazırlıyor fakat İslam’ı devlet ideolojisi (Kemalizm) ile uyumlu hale getirmeye çalışan kamu otoritesi, YÖK Kanunu’nun 14b ve 44b maddelerinde, ders adları, içerikleri ve kredileri belirleme hakkı öğretim üyeleri ve üniversite senatolarına verilmiş olmasına rağmen başından beri kanuna aykırı şekilde ilahiyat müfredatlarını dikte etmiştir. Yeni Türkiye vizyonunda YÖK’ün merkeziyetçilikten uzaklaşması beklenirken jakoben ve vesayetçi tavır, şimdi tekrar nüksetti. İdeolojik gerekçelere dayanan ve toplumu dizayn etme amacı güden bu merkeziyetçi tavırdan kurtulmadıkça müfredat değişmeye devam edecektir.
Sistemle sürekli oynamayı ve güven kaybını engellemenin yolu, merkeziyetçiliği kırmak, YÖK’ün üniversite ve fakülteler üzerinde bu denli etkili olmalarını engellemektir. Merkeziyetçilik, merkezi bir yapının çok uzakta bulunan kurumların müfredatlarını hazırlaması, nasıl bir eğitim yapılacağını, ders saatlerini ve ders adlarını belirlemesidir. Merkeziyetçilik, içinde müfredatçılık denilen, kredi artışı ve planlamacılıkla eğitimin kalitesinin artırılabileceğine inanan aydınlanmacı eğilimleri de barındırır. Bunlar, eğitimde en ilkel ve en başarısız yapılanmalardır. Nitekim ilkokuldan yükseköğretime Türk eğitim sistemindeki başarısızlığın temel nedeni merkeziyetçiliktir. Çünkü rekabet yoktur, tek-tipçilik hâkimdir, devletin ideolojisine uygun ayıklanmış tekçi müfredatlar vardır, öğrenci ve hoca performansı fark edilemez ve ölçülemez. Onun yerine işini yapmaksızın iyi geçinme ve ahbaplıkla itibar ve yetki kazanma yöntemleri daha ön plandadır. Bu nedenle düzgün çalışanlar işlerine odaklanamazlar. Bu, işin psikolojik yanıdır.
YÖK’ün vesayetinin dayanağı, 12 Eylül darbe anayasasının 130. maddesidir. Eğitim hakkının anayasalara girmesinin ve YÖK gibi bürokratik kurumların anayasal güvence altına alınmasının nedeni, toplumu terbiye etmeye ve devleti vatandaşından korumaya çalışan kamu elitinin, kanuni meşruiyet sağlama kurnazlığıdır. Eğitim, anayasal bir hak değildir; onun dayanağını anayasalardaki bilgi özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve din özgürlüğü maddelerinden alması gerekir. Eğitimin anayasal hak olması, devletin makbul vatandaşlar yetiştirmesine yararken YÖK gibi anayasal kurumlar da millet iradesi, demokrasi ve özgürlükleri vesayet altına almaya yarar.
Merkeziyetçiliğin bir de rasyonel olmayan yanı vardır. Merkez teşkilatı, ülkenin her yerinde hangi derslerin verileceği, öğretmenlerin niteliklerinin ne olması gerektiği, müfredatların nasıl işleneceği, hangi öğretim üyesinin atanacağı başta olmak üzere her sorumluluğu üzerine alır. Böyle bir yapıdan iyi eğitim, yüksek öğretmen performansı ve uluslararası başarı sağlayan akademisyenler çıkması beklenemez. Merkezî bir iradenin, tek bir akılla nelerin gerekli olduğuna karar vermesi, yapılması gereken en iyi şeyin ne olduğunu tespit etmesi ve bunları tek başına yürütmesi mümkün değildir. Zaten yürütemiyor da. Üstelik eğitim süreçlerinin merkezden hazırlanması, üniversite özerkliği ve akademik özgürlük gibi evrensel normlara da aykırıdır. Ders programlarını akademisyenlerin hazırlaması, özerkliğin finansman konusundan sonra en önemli kısmıdır.
Türkiye’de ilahiyatın yapısı yeni oturmuş ve en iyi ürünlerin alınabileceği, İslam dünyası ile entegrasyona geçildiği, ümit ve heyecanın hâkim olmaya başladığı bir zamanda yeni program hayalleri söndürmüştür. Sübjektif mülahazalarla program değiştirerek birikimin yok edilmesi, yüzlerce akademisyenin mağdur ve mutsuz edilmesi, eğitimde merkeziyetçiliğin ne kadar zararlı olduğunun açık kanıtıdır. Bu nedenle ilahiyat müfredatında istismara ve yetki aşımına kadar varan, YÖK’ün üniversiteler üzerindeki tasarruf hakkının ivedilikle kaldırılması gerekir. İlahiyat ders programlarını akademisyenler kendi fakültelerinde hazırlayabilirler ve fakültelerin genel eğilimlerine göre zengin bir müfredat çeşitliliği ortaya çıkar. AK Parti’nin 2002 seçimlerinden önce vaat ettiği gibi YÖK’ün yapısı yeniden düzenlenmelidir. Darbe anayasasından güç alan tek-tipleştirici YÖK’ün yerine paydaşlarından güç alan bir eşgüdüm kurumu tesis etmek gerekir.
Bu yazı Zaman Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.