Bir süre önce devletin piyasaya müdahalelerini eleştiren bir yazım üzerinde değerli öğrencim Ekrem Küçük’ten sosyal medyada şu yorumu-eleştiriyi almıştım:
“Hocam özellikle de iktisat kanunlarının evrenselliği ve coğrafyadan, mekandan bağımsız olduğu vurgusu kısmında bariz teknik hatalar var. Evet eğer tüm kurumlar ve hane-halkları gerekli ahlaki ve kültürel alt yapıya sahip ise; ki Batı’da rönesans-reform ile başlayıp devrimler çağı ile biten süreçte- insan homoeconomicus (ekomik insan) ise yani rasyonelse- evet piyasa mekanizması sorunsuza yakın işleyebilirdi. Ya da game theory (oyun teorisi) ile tüm ekonomik davranışlar modellenebilirdi. Ama zaman gösterdi ki; decision-making (karar alma) konusunda insanlar sıklıkla irrasyonel davranışlar sergiliyor bu da piyasanın aksamasına sebep oluyor. Öyle ki; davranışsal ve deneysel iktisat bireyler bazında, bölgesel iktisat ise coğrafya anlamında iktisat kanunlarının bölgeden bölgeye; insandan insana değişeceğini göstermiştir. Piyasaya müdahale konusunda ise az önce bahsettiğim durumdan yani ya devletin yetersiz denetleme mekanizmasından üstüne de insanlarımızın zihinsel yozlaşmasından kaynaklı pek de etik sayılmayan yollarla satıcılar aşırı kar elde etmeye daha doğrusu fırsatçılık yapmaya pek meyilliler. Böyle durumda devlet düzenleme görevine ithafen piyasaya müdahale etmelidir. Öncelikle temennimiz iyi bir denetleme mekanizması ile bu tür davranışların önceden önleniyor olması ama ne yazık ki ülkemizde o seviye olmadığı için ceberut yüzü ile düzenleme yoluna gidiyor. Döviz piyasası kısmında ise elbette devletin mafyavari tavırları doğru olmamakla beraber güveni sarstığı için de toplamda fiyat oynaklıklarına daha çok yol açacaktır…”
Bu yorum-eleştiriye ilişkin bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. Ekrem cevap vermek isterse sütunum kendisine açık olacaktır.
Kültürün hayatın her alanında olduğu gibi ekonomik hayatta da önemli etkisinin olduğu, diğer taraftan kültürün oluşmasına ekonomik hayatın da katkıda bulunduğu açık bir gerçek. Bunu reddetmek güneşin doğudan doğmasını reddetmek gibi bir şey. Zaten bu gerçeği gören yazarlar önemli çalışmalara imza attılar. Modern zamanlarda bu isimlerin en önemlisi, şüphe yok ki, Max Weber idi. Weber, Marx’ın kültürü dışlayan ve ekonomik alt yapının aracı olmaktan başka bir işlevi olmadığını söyleyen mekanik yaklaşımına bir alternatif olarak genel olarak kültürün, hassaten dinî kültürün -Protestan kültürünün- ekonomi üzerindeki etkileri hakkında çığır açan tezler geliştirdi. Bugün her ne kadar Weber’in çoğu görüşü aşılmışsa da bu aşmalar Weber’in istikametinin zıddında değil aynısında vuku buldu. Başka bir deyişle, sonraki çalışmalar dinin sadece Protestanlık üzerinden değil mesela Hristiyan dünyası bağlamında Katoliklik üzerinden de ekonomik hayata derin etkilerde bulunduğunu gösterdi.
Weber’in çalışmalarından etkilenen merhum üstat Sabri Ülgener de kültür iktisat ilişkileri üzerinde mesai harcadı. Önemli çalışmalar kaleme aldı. Bence Ülgener’in bu yola başvurmasının bir diğer sebebi mekanik Marksist yaklaşımın tahakkümünden-tasallutundan rahatsız olması ve kaçmak istemesiydi. Onunla aynı zamanlarda iddialı yazılar kaleme alınan Marksist akademisyenlerin yazıları unutulmuş iken bugün Ülgener’in yazıları hâlâ okunmaya değerli, ufuk açısı metinlerse, sebeplerinden biri bu ufuk farklılığıdır.
Ancak, kültürün ekonomiyi etkilediğini ve ekonomiden etkilendiğini söylemek fazla bir şey söylemek anlamına gelmediği gibi sırf kültürü merkeze alan yaklaşımların mühim yanılgılara yol açma potansiyeli de kuvvetli. Özellikle etnosentrik, milliyetçi bakışların rağbette olduğu yerlerde ve zamanlarda. Bu çerçevede, ilerde daha ayrıntılı olarak ele almak üzere birkaç noktaya altını kısaca temas edeyim.
Kültür doğal bir oluşumdur. İnsan dünyasının olağan sonucudur. Hiçbir kültür saf değildir. Şimdilerde daha fazla ve hızlı eskilerde daha yavaş ve az olmak üzere kültürler devamlı etkileşim hâlinde oldu. Hiçbir kültür kendisini dünyaya kapatamaz. Uzun vadede kültürler arasındaki başarı ve başarısızlık insanların beka ve refah mücadelesine yaptığı katkıya göre ölçülür. Bir başka deyişle kültüler arasında bu bakımdan bir tür yarış vardır.
İnsana ilişkin her şeyin -ister maddî olsun ister manevî- ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde insanın özellikleri ve eko-sistemi etkili olmuştur. İnsanın özellikleri derken kesinlikle insanın tanımlanmasını kast etmiyorum. İnsan ne ise odur ve insan davranışları gözlemlenerek insanî hayatın özellikleri tespit ve daha sonra tahlil edilebilir. Aksine ister dinî ister seküler kaynaklı olsun insanı tanımlama ve insan ideal form biçme niyet ve çabalarının çok tehlikeli olduğu kanaatindeyim.
Bu durumda kültürel farklılıklar kadar kültürel ortaklıklar da olması doğal. Biz hep farklılıklara işaret etmeyi seviyoruz ama ortaklıklar daha fazla ve başarılı sosyal tespitler ve tahliller için bu ortaklıkların gözden kaçırılmamaları gerekli.
İnsan bir kıtlık dünyasında yaşıyor. Yani ihtiyaçlar tür ve miktar olarak devamlı olarak onları karşılamada kullanılabilecek kaynakların -zaman dâhil- önünde koşuyor. Bu kültürel bir olgu değil. Verili bir durum. Diğer taraftan insan sınırlı bir bencillik içinde hareket ediyor. Bu da kültürel olmaktan çok yapısal bir özellik. Yani milyonlar kazanan da liralar kazanan da kendi durumunu iyileştirme peşinde. Üçüncü olarak insan bilgisi sınırlı ve dağınık. İnsan sınırlı bir bilgiye sahip ve değiştirilemez biçimde bir kısmî bilmezlik perdesi ardına yaşıyor. Tüm toplumsal bilgi dağınık ve ortam bağımlı. Bütün bu bilgileri tek elde toplama imkânı yok. Bütün bunlar kültür-azade, yani şu veya bu kültüre mahsus değil, hiçbir kültür onlardan kaçamaz, kaçınamaz. İşte bundan dolayı tüm toplumlar temelde aynı genel ekonomik faaliyetleri aynı şekillerde yürütüyorlar.
Kültür elbette önemli olmakla beraber, kültür farklılıkları insanın temel ekonomik faaliyetlerinin ardında ve ardında yatan beşerî ve dünyevî olguları değiştirmiyor. Buna dayanarak şunu söyleyebiliriz: İktisat kanunlarında hayli kuvvetli bir evrensellik özelliği bulunduğunu kabul etmek, bizi, analizlerimizde ve onlara dayanan genel ekonomik sistem ve özgül ekonomik siyasa tercihlerimizde hataya sürüklenmekten korur. Bunun en büyük delili, iktisat tarihidir.
Yeniyüzyıl, 3 Ocak 2019