İktidar ve Teknoloji

Daron Acemoğlu özellikle kalkınma ekonomisi alanındaki çalışmalarıyla dünyanın saygın ekonomistlerinden biri. Ekonomik süreçleri derinlemesine analiz ederek toplumların nasıl şekillendiğine odaklanan Ulusların Düşüşü ve Dar Koridor eserleri Türkiye’de geniş bir okuyucu kitlesine hitap etti. Bu iki kitabı keyifle okumuş biri olarak, Daron Acemoğlu’nun Simon Johnson ile birlikte kaleme aldığı İktidar ve Teknoloji kitabını da okudum.

Öncelikle son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. İktidar ve Teknoloji kitabını okumanızı tavsiye ederim. Pek çok açıdan sizi uzun uzun düşünmeye sevk edecek ve halihazırda bu konular üzerinde düşünüyorsanız bakış açınızı genişletecektir.

Kitabın aslında makul bir tezi var: Teknoloji mutlaka insanlığın yararına değildir. Teknolojik ilerleme toplumun refahını arttırma potansiyeline sahip olmasına rağmen bunu her zaman yapmaz ve çoğunlukla güç ve servetin belirli kesimlerde yoğunlaşmasına ve eşitsizliğin artmasına yol açar. Sanayi devrimi sonrasında işlerin makinelerle yapılmasını sağlayan teknolojiler işçiler için kötü sonuçlar doğurmuş, işsiz kalmalarına yol açmış, alternatif iş fırsatları yaratmamıştır.

İlk bakışta bu cazip bir fikir gibi görünüyor. Kitap ilk iki bölümde bu tezin ana hatlarını çiziyor. Bu bölümleri okurken kitabın geri kalanı hakkında heyecanlandığımı hissettim. Ancak sonraki bölümler teknolojinin getirdiği kazanımların toplumun geneli tarafından paylaşılmadığı durumları içeren “özellikle seçilmiş” örneklerden oluşan bir hatıra defteri gibi. Kitabın teknolojik gelişime dair sunduğu tarihsel yolculuk Orta Çağ’da saban ve su değirmeninin icadından, buhar makinesi ve sanayi devrimine ve internet, dijital medya ve yapay zekaya kadar uzanan geniş bir aralığı kapsıyor.

Benim kitapla ilgili en büyük eleştirim, tarihsel örneklerin tamamen tezi doğrulamak üzere seçilmiş olması. Eğer  teknolojinin insan refahına ve ekonomik kalkınmaya olan katkıları konusunda bir ön fikriniz yoksa, bu kitabı bitirince son derece karamsar bir teknoloji vizyonu edinmeye hazır olun. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bir teori geliştirirken bu teoriyi destekleyen pek çok tarihsel örneği art arda sıralamak benim için yeterince ikna edici değil. Çünkü o zaman bu saf bir ideolojik propagandadır. Alternatifleri, karşıt örnekleri ve çözümleri de tartışmanız, konuya daha bütüncül bir perspektiften yaklaşmanız gerekir.  Ne yazık ki bu kitapta yazarlar teknolojik ilerlemenin insanları (işçiler dahil) her yüzyılda daha uzun ve daha müreffeh bir yaşama kavuşturduğu gerçeğiyle pek ilgileniyor gibi görünmüyorlar. Halbuki kendi tezlerini desteklemek için sundukları örneklerde bile teknolojiyi geliştirmenin insanlara daha uzun ve zengin bir yaşam sunduğuna dair pek çok örnek var. Ama bu kitapta sadece olumsuz örneklere odaklanarak genel bir kanıya varma yanılgısına düşmemiz çok olası.

Tarihte teknolojik ilerlemenin her zaman toplumların refahına katkı sağlamadığına, hatta bazı örneklerde insanlık için olumsuzluklara yol açtığına katılabilirim. Örneğin otoriter rejimlerde böyle olmuştur. Günümüz anlamıyla insan hakları, sosyal güvenlik vb. nosyonların olmadığı bir tarihte böyle olmuştur. Uzmanlık alanlarının az, işlerin çeşidinin kısıtlı olduğu bir dünyada böyle olmuştur. Yazarların bunu ispatlamak için seçtiği tarihsel anekdotların hepsi çok ilginç (ve çoğunlukla üzücü), ama bugünle kıyaslanabilir olmaları çok mümkün değil. Bir teknolojinin toplumsal refahı arttırma kapasitesi elbette bu teknolojilerin nasıl kullanıldığına ve kimler tarafından kontrol edildiğine bağlıdır. Dolayısıyla “teknolojinin otoriterlikle veya barbarlıkla birleşince kötü bir şeye dönüşeceği ya da insan refahına katkı sağlamayacağı ” pek de ilginç bir iddia gibi durmuyor.

Örneğin yazarlar, Panama Kanalı inşaat sürecini inceleyen bölümde büyük teknolojik vizyonların nasıl felaketlerle sonuçlandığını anlatıyorlar. Bu örneği “teknolojik vizyonlar her zaman toplumun yararına olmayabilir, felaketlere yol açabilir” tezini desteklemek için oldukça detaylandırıyorlar. Buna göre Süveyş Kanalı’ın inşa eden Lesseps, büyük bir özgüvenle Panama Kanalı inşasına girişmiş, pek çok yatırımcı ve devleti bu kanalı başarıyla inşa edeceğine ikna etmişti.  Ancak Panama Kanalı inşaatında Lesseps’in hatalı teknoloji vizyonu ve teknik hatalarının sonucu Mısır’ın fakir köylerinden toplanıp zorla çalıştırılan  20 Bin işçinin bulaşıcı hastalıklardan ölümü, projenin iflası ve yatırımcıların ekonomik çöküşü olmuştu. Panama Kanalı inşaatının başarısızlığı, devlet gücünün açıkça kötüye kullanılması, köleliği andıran zorla çalıştırma uygulamaları ve günümüz hukuk sistemlerinde suç olarak kabul edilecek bir yatırım dolandırıcılığı vakası olarak değerlendirildiğinde, bu örnek aslında teknoloji ve iktidar ilişkisini anlamak için yeterince güçlü bir dayanak sunmaz. Evet, günümüzde büyük teknolojik yatırımlar başarısız olabilir, iflas edebilir, ancak piyasa ekonomisi bütün aktörler için bu süreçten ders çıkarmayı ve kaynakları en verimli şekilde kullanmayı öğretme konusunda benzersiz bir kapasiteye sahiptir. Süveyş Kanalı’nda projenin başarısının ardında aslında elde kalan hisselerin Mısır Valisi’ne satılması, Napolyon tarafından kayırılan projeye büyük tazminatlar ödenmesi, tahvil satışlarına sunulan siyasi destekler vardı (s. 64). Bunu dikkate alınca Panama Kanalı’nın inşaatında görülen “yüksek risk alma davranışı” ve “gereksiz özgüvenin” de devlet gücünün desteğinin arkaya alınmasıyla manipüle edilmiş bir davranış olduğu çok açık. Kitapta da vurgulandığı üzere tüm bunların nedenleri aslında sadece “gerçek anlamda bir cumhuriyet rejimi altında yaşayıp yaşamadığımızda ve sosyal güçte gizli” (s. 69). (Ekonomistler için sosyal gücün etkisini keşfetmek heyecan verici bir an olmalı!)

Yine kitabın tespitlerinden biri teknolojik ilerlemenin yarattığı otomasyonun işçiler için doğurduğu kötü sonuçlar. Tarih boyunca geliştirilen pek çok teknolojinin üretimde otomasyonu arttırarak işçiler için iş fırsatlarını azalttığını, ama iddia edildiği gibi bu işçiler için yeni iş fırsatları yaratmadığını söylüyorlar. Bundan sonra da teknolojinin pek çok kişiyi işsiz bırakacağı bir geleceğe doğru gittiğimiz iddia ediliyor. Ancak bu görüş serbest piyasanın dinamizmini tamamen oyunun dışına çıkardığımızda geçerli olacaktır. Şu bir gerçek ki tarihin çok farklı bir dönemindeyiz artık. İşçilerin yaptığı iş çeşidinin bugünkünün belki binde biri kadar az olduğu bir dönemde yeni teknolojiler, işsiz kalanlar için hemen başka iş fırsatları yaratmamış olabilir. Ancak çok daha fazla uzmanlaşma ve iş çeşidine sahip olduğumuz, eğitimin, ulaşımın, haberleşmenin daha yaygın olduğu 21. yüzyıl için bunun önemli bir tespit olmadığını düşünüyorum. Örneğin bugün “daktilo tamirciliği” diye bir meslek yok ve hiç birimiz “daktilo tamircilerinin işsiz kaldığı, bilgisayarların daktilo tamircilerini işsiz bıraktığı” gibi bir şeyden yakınmıyoruz (Bkz. Schumpeter), çünkü bilgisayarlar olmasaydı daktilo tamircisi olacak kişilerin çoğu şu anda bilgisayar tamircisi oldular. Ya da hiçbirimiz tekstil makinecilerinin terzileri işsiz bıraktığından söz etmiyoruz, çünkü bundan 100 yıl önce toplumda işsiz kalan terziler artık yaşamıyor ve kimse artık terzilik öğrenip sonra “Tekstil makineleri işimizi çaldı” diye veryansın etmiyor. Çünkü artık terzilere olan talebin azalmasına bağlı olarak terzi sayımız da azalıyor. Haliyle yazarların “Teknoloji işçilerin iş fırsatlarını ellerinden alıyor, devletin buna karşı daha fazla regülasyon çıkarması gerekir” tespitinin hiç ikna edici olmadığını düşünüyorum. Çünkü sırf işçiler için daha fazla iş fırsatı yaratmak için teknolojik otomasyonu yavaşlatarak kendimizi “daha verimsiz” çalışma yöntemlerine mahkûm etmek için bir sebep göremiyorum.

Kitabın bir diğer önerisi işleri teknoloji kullanarak daha verimli şekilde yapan şirketlere sunulan vergi indirimlerinin “işleri otomasyonla yapmayan şirketlere” de sunulması. Yani temel fikir, “10 kişinin yapacağı işi 1 makineyle daha verimli bir şekilde yapan şirkete vergi indirimi yapıyorsak, 10 kişi çalıştırarak yapan şirkete de vergi indirimi yapın”. Peki, “işleri daha verimli şekilde yapmak için” sunulmuş bir mekanizmayı zayıflatmak istediğimize emin miyiz? Bu iki iş yapış biçimi arasındaki verimlilik farkını sadece vergi indirimiyle giderebilir miyiz? Şirketlerin otomasyona yönelmesinin tek sebebi vergi indirimi kazanmak olmasa gerek. Yine bir diğer öneri olarak sunulan “çalışanların mevcut işlerdeki üretkenliğini arttırmak” (s. 367) da çok makul bir öneri değil. Çünkü Otomasyona yatırım yapan firmalar, işleri daha düşük hata ile, daha yüksek hızda ve daha düşük işgücü maliyetiyle yürütmenin avantajını elde etmek için bu yola başvuruyorlar. Diğer yandan teknolojik ilerlemelerle birlikte iş süreçleri ve beceri gereksinimleri hızla değişiyor. Çalışanların üretkenliğini artırmak için yapılacak eğitim ve beceri geliştirme yatırımları, kısa vadede bazı kazanımlar sağlasa da, uzun vadede teknolojinin hızla gelişen ve sürekli değişen doğası karşısında yetersiz kalabilir. Sonuçta piyasa her zaman en verimli olanı arayıp bulacak ve oraya yönelecektir.

Kitap gereğinden fazla uzun (ama yazarların genel olarak tarzı böyle). Eğer 400 sayfa boyunca yazarların kendi görüşlerini desteklemek için özenle seçilmiş tarihsel örneklerle dolu argümanlarını okur ve son bölüme ulaşırsanız, burada sizi ütopyacı bir sol perspektif bekliyor. Çünkü yazarlar kitapta eleştirdikleri pek çok şey için geliştirilmiş piyasa temelli ve rekabete dayalı alternatiflerin üzerinde pek durmuyorlar. Eğer piyasa ekonomisi bu sorunlara çözüm değilse bile neden değildir? Bu konudaki açıklamalar kitaptaki tarihsel örneklerin sahip olduğu detaycı incelemeden yoksun. Teknolojinin otomasyon yaratıp “işgücünün iş fırsatlarını azaltması”, “bütün teknolojilerin toplum yararını gözetmemesi” gibi problemler için daha fazla regülasyon ve devlet müdahalesi, zenginlerden daha fazla vergi alınması, otomasyona karşı işçilerin sendikalar tarafından daha fazla korunması, büyük teknoloji şirketlerinin küçük parçalara ayrılmaya zorlanması gibi öneriler var (ki yazarlar liberteryen ekonomik perspektifin -ve tarihsel gerçeklerin- bu fikirlere verdiği çarpıcı yanıtlara pek ilgi göstermiyorlar). Evrensel temel gelir, negatif gelir vergisi gibi daha piyasa temelli çözümleri ise kibarca reddediyorlar.

Ortada teknoloji kaynaklı bir sorun varsa bile yazarların önerilerinin “beklenmedik daha kötü sonuçları” olacaktır, ama yazarlar bu sonuçlar konusunda fazlasıyla iyimser. Halbuki otomasyonun devlet eliyle yavaşlatılması teknolojik ilerlemenin getirdiği verimlilik ve refah artışlarından toplumun mahrum kalmasına neden olabilir. Kamusal politikalar teknolojik yeniliklerin getirdiği faydaları sınırlayabilir. Piyasaların bu süreçte kendi kendini düzenlenmesine izin verilmelidir. Örneğin yazarlar meslek eğitimlerinin özel sektör tarafından yeterli ilgi görmemesi nedeniyle devletin bu konuda sevk ve idare konumunda olması gerektiğini öneriyor. Ancak meslek eğitimleri konusunda devletin her zaman özel sektörün yönlendirmesine muhtaç olduğunu asla unutmamak gerekir. Devlet meslek eğitimlerinde neyin öncelikli olduğunu bilemeyecek kadar hantal ve bürokratik bir yapıdır. Dolayısıyla kitapta “otomasyona alternatif ödüllendirme” olarak düşünülen vergi indirimleri, mesleki eğitimde kamu-özel sektör işbirliğini teşvik etmek için kullanılırsa çok daha etkili olur kanaatindeyim.

Kitabın dijitalleşme ve yapay zekâ ile ilgili bölümlerini ilgi çekici buldum. Bu konuda bireysel olarak daha bilinçli olmamı sağlayan öğretici bilgiler var. Ancak burada da abartılı bulduğum tezler söz konusu. Örneğin yazarlar dijital reklamların “kişiye özel” hale gelmesinin tamamen kötü bir şey olduğunu ve bu nedenle dijital reklam işiyle uğraşan platformlar için bu işin cazibesini azaltacak ek vergiler konması gerektiğini savunuyorlar. Dijital reklamlara neden düşman olmalıyız gerçekten? Yazarlar televizyonların “reklamları kişiselleştiremedikleri” için böyle bir önleme gerek olmadığını, bunun sadece dijital ortamda gerekli olduğunu savunuyorlar. Yani televizyonda hiç ilgimi çekmeyen pek çok ürünün reklamını izlemem değil, dijital ortamda “ilgimi çeken ürünlerle ilgili bana reklam sunulması” vergiyle cezalandırılması gereken bir konu (üstelik bunu büyük oranda engelleme şansım da varken). Neden? Kaldı ki vergi koymak teknoloji şirketlerinin bu işten vazgeçmesini sağlamaz, muhtemelen fiyatlarını yeniden düzenleyerek yollarına devam ederler.

Kitabın “Dijital hasar” bölümü, ilk hackerların bilgiyi kontrol etmek isteyen büyük şirketlerden nefret ettiklerini ve “tüm bilgilerin ücretsiz olması gerektiğine” inandıklarını söylüyor. Buna göre mevcut yazılım geliştirme evreni, başlangıçtaki kahraman hacker etiğine tamamen aykırı, çünkü artık IBM, Microsoft, Apple bütün işleri otomasyona yönlendiriyorlar ve böylece toplum yararına aykırı davranıyorlar. Bu karamsar vizyonu doğru kabul etsek bile yazarların buna ne gibi bir çözüm önerisi sundukları anlaşılmıyor. 30 yıl önceki hackerları kahramanlaştırmamız ve bugünkü yazılım vizyonunu onların ahlaki onayına sunmamız mı gerekiyor? Kaldı ki günümüzde de hala büyük şirketlerin hakimiyeti dışında süren bir yazılım çerçevesi mevcut. Pek çok açık kaynaklı yazılım var ve bunların daha fazla olmasının önünde hiçbir engel yok. Hatta bu bireysel girişimlerin bazen büyük şirketlerle rekabet edecek hale geldiğine dair çok sayıda örnek var (Bunun müşevviğinin de -tek başına- hackerların ahlaki değerleri değil, yine dijital reklamcılık sektörünün sunduğu maddi olanaklar olduğunu dikkate almak gerekir).

Kitapta sunulan önerilerden biri de “devletin toplum yararına olan teknolojik gelişmeleri sübvanse etmesi, özel sektörü ‘işçi dostu’ teknolojilere yönelmeye teşvik etmesi”. (Batı bunu yaparsa dünyanın geri kalanı da yapar şeklinde bir varsayımları var). Yazarlar bunun piyasa ekonomisinin bir gereği olduğunu söylüyorlar (ki Daron Acemoğlu’nun uzmanlığını dikkate aldığımda bunun nasıl yazılabildiği konusunda gerçekten şaşkınım). Yine bir başka bölümde devletin yeşil teknolojileri desteklemesi öneriliyor. Ama tüm bunlar devletin bir teknolojiyi desteklerken hangi somut ve isabetli kriterlere dayalı olarak nasıl karar vereceği konusunda net bir yol haritası çizmiyor. Bu yöntemi izlemeyi başarsak bile devlet sübvansiyonlarıyla teknolojik ilerlemeyi toplum yararına kanalize etmeye çalışmanın pek çok beklenmedik sonucu olacaktır:

  • Sübvansiyonlar piyasanın doğal işleyişini bozarak kaynakların doğal dağılımını bozar.
  • Sübvansiyonlar çoğunlukla siyasi çıkar ve baskı gruplarının etkisi altındadır. Bu etkenler kaynakların etkisiz ve verimsiz şekilde dağıtımına neden olacaktır (sanırım tarih bunun örnekleriyle doludur).
  • Sübvansiyonlar şirketlerin buna güvenerek normalde almayacakları riskler altına girmelerine ve başarısız olma riskini daha fazla göze almalarına yol açabilir. Piyasa mekanizmaları başarılı ve başarısız projeleri ayırt etme konusunda bürokrasiden muhtemelen daha etkili iç süreçlere sahiptir.
  • Sübvansiyonlar doğal olarak haksız rekabet yaratacaktır. “Toplum yararına olduğu düşünülen” teknolojik yatırımlar devlet desteğiyle normalde sahip olmayacakları avantajlara sahip olacaklardır. Peki bir teknolojinin toplum yararına olduğunun kriteri nedir? Örneğin “sosyal medya toplum yararınadır” veya “değildir” önermelerinin her ikisi için de yeterince argüman sunabiliriz. Belirli bir teknoloji bazı alanlarda işleri azaltırken, başka şekillerde yeni istihdam fırsatları yaratıyor olabilir. Belirli bir teknoloji toplumun bir kesimine yarar getirirken, başka bir kesimi için yararsız/zararlı olabilir. Son kararı kim, nasıl, neye/kime göre verecektir?
  • Belirli bir teknolojinin toplum yararına hizmet edip etmeyeceğine dair devletin karar alım süreçlerinin piyasa aktörlerinden daha başarılı olacağına inanmamız için bir sebep yok.

Sonuç: Kitabı dünya tarihinin bir yönünü ele alıp sunan bir eser olarak görerek okuyabilirsiniz. İlgi çekici ve öğretici tarihsel anekdotlar okumaya değer. Yine kitabın en güzel kısımlarından biri de sonundaki uzun bibliyografik bölüm. Bu bölümde pek çok ilgi çekici kitap, makale ve dijital kaynakla tanıştım. Ancak kitabın temel tezi ve bunu ispatlamak için seçici şekilde kitaba dahil edilen örneklerin ikna edici olması için 1) daha önce bu konuda hiçbir ön fikre sahip olmamak, 2) halihazırda zaten yazarlarla aynı fikirde olmak gerekiyor. Eğer bu iki gruptan birine dahil değilseniz İktidar ve Teknoloji sizin için farklı ve uzun bir distopya kitabı olacaktır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et