17/25 Aralık’ın ikinci yılı tamamlandı. Bir sene önce bu konuda peş peşe üç yazı kaleme almıştım. Aradan geçen zaman içinde 17/25 Aralık’ın devamı, sonucu, yansıması denebilecek pek çok olay vuku buldu.
Davalar açıldı, yeni davalar yolda. Bütün bunların ışığında o yazılarımı gözden geçirip tekrar okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Önce 17/25 Aralık’ın nasıl okunmaması gerektiğiyle ilgili düşüncelerimi belirteyim. 17/25 Aralık ne tekil ne de tek konulu bir olay olarak okunabilir. Onun da bir tarihi, sosyolojisi, aktörleri ve çok sayıda yüzü var.
Örneğin, 17/25 Aralık’ın durup dururken birden ortaya çıktığını söylemek hiç inandırıcı olmaz. Olay, özü itibariyle, polisin-yargının işlerin olağan akışına uygun olarak yürüttüğü bir yolsuzluk operasyonu olarak da görülemez.
Son olarak, 17/25 Aralık ve sonrası AK Parti ile Gülen Cemaati, daha doğrusu GC içine gömülü Otonom Yapılanma (OY) arasında bir iktidar kavgası olarak da değerlendirilemez. Bu yaklaşım aynı özelliklere ve eşit meşruiyete sahip iki gücün çatışmakta olduğu yanlış kanaatine dayanır.
Olan bitenin bu sayılanlardan biriyle izah edilmesini isteyen ve farklı meşreplerden olmalarına rağmen AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı tarafından birleştirilen epeyce geniş bir çevre var, ancak bunların iddiaları ve tezleri doğru bilgi, sağlam mantık ve ilkeli analiz karşısında ayakta kalamamakta.
17/25 Aralık çok daha önce başlayan bir sürecin en mühim halkalarından biri. Bu sürecin başlangıcı bir yönüyle GC’nin kurulmasına bir yönüyle de AK Parti’nin iktidara gelmesine kadar gidiyor. Çok eskilere dönmeyelim.
Müthiş bir iktidar hırsına sahip olan ve bu uğurda herkesi ve her şeyi araçsallaştıran GC muhtemeldir ki AK Parti’nin kurulmasına ve siyasî mücadelesine başlangıçta sempati duymadı. Ancak, AK Parti’nin hızla iktidara gelmesi tüm dindar muhafazakâr gruplar gibi GC’nin önünde de yeni alanlar açtı.
Bundan yararlanmamak aptallık olurdu. Üstelik GC on yıllara yayılan faaliyetleri ve örgütlenmesi sayesinde iktidardan azamî derecede istifade etme gücüne sahipti.
ktidara gelmesinden kısa bir süre sonra bürokratik vesayet sisteminin sahiplerinin her ne pahasına olursa olsun iktidarı devirme arzusu AK Parti’yi kaçınılmaz bir ölüm kalım mücadelesine soktu.
AK Parti ya vesayeti bitirecek ya da kendisi bitecekti. Vesayetçi sistemin merkezi askerî bürokrasiyle ve onun sacayaklarıyla mücadele etmek için gerekli siyasî meşruiyet ve irade AK Parti’de vardı, ama bu, mücadeleyi başarıya taşımaya yetmezdi.
Alandaki kavga bürokratik kadrolarla yürütülebilirdi. Seferber edilebilecek bürokratik kadrolar GC’nin elindeydi. Hükümet bu kadrolardan Gülen’in rızası olmadan yararlanamazdı. Yani iktidar GC kadrolarını zorla bir mücadeleye itmedi.
Şimdi biliyoruz ki bunu istese de yapamazdı, zira GC sıkı kontrol altında tutulan ve mensuplarının emre itaatsizlik etmesi mümkün olmayan bir yapılanmaya sahip. Bir durum muhakemesi yapan GC kavgaya girmeye karar verdi.
Bu da istisnaî bir durumdu, çünkü GC önceki tarihinde her zaman kavgadan uzak durmuş, gizlice, sessizce, renk vermeden, güç sahipleriyle alenî bir çatışmaya girmekten özenle kaçınarak ilerlemişti.
Böylece demokratik siyasî güç ve ona destek veren GC kontrolündeki bürokratik kadrolar askerî vesayete karşı harekete geçti. Balyoz ve Ergenekon davaları bunun sonuçlarından biriydi. Ancak, GC’nin bürokratik kadroları hükümetin emrinde değildi.
Kendi hiyerarşisi, emir-komuta zinciri ve amaçları vardı. Askerî vesayete karşı mücadele GC’ne bürokratik kadrolarını kilit mevkilere yerleştirmek için bulunmaz bir fırsat verdi.
Davalar askerî vesayeti geriletti ve generalleri AK Parti’ye karşı harekete geçemez veya bunu yapmanın çok riskli olduğuna inanır hâle getirdi. Bu demokrasi için büyük bir kazançtı. Ancak, GC’nin hedefi demokrasiyi takviye etmekten çok kendi hâkimiyetini tesis etmekti.
Cemaat iyi insanlardan müteşekkil olduğuna ve doğru hedeflerin peşinden koştuğuna inanıyordu. Açık siyaseti hiçbir zaman metot olarak benimsememişti. Ama sistemi politikacılardan çok daha iyi okumuştu. Bürokrasinin büyük bir güç olduğunun farkındaydı.
Politikacılar vesayet sisteminin tamamen tasfiye edilmekte olduğunu zannederken GC tasfiye edilenlerden boşalan yerlere kendi mensuplarını yerleştirmeye çalıştı. Nihaî hedefi bürokratik vesayeti yenileyerek ve perçinleyerek sürdürmekti.
Yeni Yüzyıl, 17.12.2015