Türkiye şu anda ifade özgürlüğü açısından son derece ağır bir atmosferin içinde; hava ağır mı ağır…
Eli kalem tutanlar, yazıp-çizenler kabaca iki kampa ayrılmış durumda; ortada durmak mümkün değil…
Hasbelkader veya mecburen bir kampın içinde olanlar, hep birden ve en ağır biçimde karşı tarafa saldırmak zorunda bırakılıyor. Birkaç kişinin bile farklı düşünmesine, yazıp çizmesine tahammül edilmiyor.
İçinde bulunduğu kampın bazı yanlışlarını, uysal bir dille ifade edenlere bile hoşgörüyle bakılmıyor. “Karşı kamp içinde de iyi şeyler olabiliyor” şeklindeki görüşlere de tahammül edilmiyor. Israr edenler kapı dışarı ediliyor.
İçinde bulunduğu kampın ana fikri dışında fikir beyan etmek isteyenler, ağır bir ifade tedirginliğinin içinde daraldıkça daralıyorlar. İfade etmek istiyor ama edemiyor… Bu, depresyonların en ağırı olsa gerek…
Bu durum her iki kamp için de geçerli. Her iki kampın hâkimleri/gardiyanları, ifade özgürlüğü konusunda, maalesef, aynı paydada buluşuyorlar…
Her iki kampın cazgırları, farklı görüşler beyan eden kamp sakinlerine şöyle diyorlar: “Şimdi bunun sırası mı, eleştirinin vakti mi; bir savaşın ortasındayız, karşı tarafa malzeme mi veriyorsun, yoksa sen de mi onlardansın, hain misin, ajan mısın…”
İfade özgürlüğünün kıymetini en iyi, ifade özgürlüğünden mahrum olanlar bilir. Her iki kampın sakinleri de bu tecrübeden geçtiler…
***
Bu girişi Ahmet Taşgetiren olayını anlatmak üzere yazdım.
Efendim, halim-selim kişiliği ve mütevazılığı sebebiyle pek çok kimsenin “Ahmet Abi” diye hitap ettiği Ahmet Taşgetiren, vakti zamanında, hükümete yakın Yeni Şafak’ta yazıyordu. Gazetenin önemli yazarlarındandı.
Ak Parti hükümetlerinin birkaç icraatını, son derece ılımlı ve hafif yollu bir üslupla eleştirdiği için Yeni Şafak’tan kapı dışarı edildi.
O da, o vakitler demokrat-özgürlükçü bir maske takmış bulunan Samanyolu grubuna geçti; Bugün gazetesinde yazdı. 17/25 Aralık olayından sonra, içinde bulunduğu grubu eleştirdiği için oradan da kovuldu.
Bunun üzerine Taşgetiren, hükümete yakın Star gazetesinde yazmaya başladı. Son zamanlarda, yine ılımlı bir üslupla, hükümete yakın bazı siyasileri eleştirmeye başladı.
Bunun üzerine bizzat kendi gazetesinin yazarları tarafından ağır bir hücuma uğradı. Bu hücumlara cevaben Taşgetiren’in yazdığı yazı ise gazete yönetimi tarafından yayınlanmadı. Taşgetiren de bunun üzerine istifa etti…
***
İmdi, Taşgetiren gibi tasavvuf-meşrep bir kişiliğin ılımlı eleştirilerine bile tahammül edilemeyecekse, neye ve kime tahammül edilecek? Taşgetiren’in eleştirileri yerli de olabilir yersiz de olabilir; o ayrı bir konu. Taşgetiren’in haklılığı veya haksızlığı ayrı bir konu; ifade özgürlüğü ayrı bir konu… Taşgetiren haksız da olsa susturulmamalı…
Eleştirinin ve farklı fikrin olmadığı yerde hayat olur mu; ilerleme mümkün mü?
İstişare İslamî bir gereklilik değil mi? Peygamberimiz farklı fikirlere saygı göstermiyor muydu? “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” demiyor muydu?
Peygamberimiz savaş ve savunma konularında bile istişare ediyordu. Vahiy inmeyen konularda ashabının eleştirilerini sabırla ve hoşgörüyle dinliyordu. Bazen kendi fikrini bırakıp onların fikrine tabi oluyordu…
Ayrıntıya girmeden söylemek gerekirse; Kur’an da Sünnet de istişareyi emrediyor; farklı görüşlere tahammülü emrediyor…
“İslamcı” kisvesine bürünüp de en küçük eleştiriyi bile kapı dışarı edenler, İslam’ın temel kaynaklarını ve tarihini, bir de bu gözle okusalar iyi ederler. (Okuyacaklarını zannetmiyorum; çok meşguller…)
***
Sözkonusu tahammülsüzlük, öteki kamp için de geçerli. Nuray Mert isimli bir Cumhuriyet yazarı, farklı yazılar yazdı diye kovuldu.
Nuray Mert, evrim ve müftülerin nikâh kıyması tartışmalarında, gazetesinin ana fikri dışına çıktığı için kovuldu. Hâlbuki Mert, görüşlerini son derece bilimsel bir dille yazmıştı.
İmdi, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyenler, kendilerini “aydınlanmacı” olarak niteleyenler, görevi aydınlatma olan bir bilim kadınını kapı dışarı ettiler.
Demokrasi, aydınlanma ve ifade özgürlüğü konusunda ahkâm kesen ve her fırsatta mevcut hükümeti “ifade özgürlüğünü ihlal ediyor” diye eleştirenler çelişkiye düşmedi mi?
Demokrasinin temelinde eleştiri yok mu? İlerlemek için farklı fikirlerin yarışması gerekmiyor mu? Aydınlanma eleştiri ile başlayıp eleştiri ile yürümedi mi?
“Aydınlanmacı” kisvesine bürünüp de eleştirel düşünenleri kovanlar da oturup aydınlanma tarihini ve ifade özgürlüğü meselesini bir daha okusalar iyi ederler. (Bunların da okuyacaklarını sanmıyorum; çünkü bunlar da çok meşguller…)
***
Diyeceğim o ki, ifade özgürlüğü genel, yaygın ve baskın bir sorun. Farklı düşünenler, aforoz edilme korkusu içinde, düşüncelerini içlerine gömüyorlar; “uydum kalabalığa” demek zorunda kalıyorlar.
Her iki mahallenin de kendine göre kabadayıları mevcut. Gerektiğinde racon kesiyorlar, gerektiğinde linç ediyorlar.
Geçenlerde Cumhurbaşkanı bu gibi durumlardan rahatsızlığını açıkça ilan etti. “Benim adıma racon kesmeyin” dedi.
Ama bakıyorum da bazıları bu uyarıyı duymamış gibi davranıyorlar. Erdoğan’ın yeni bir uyarı yapması ve “benim adıma kimseyi kapının önüne koymayın” demesi gerekiyor galiba…
Yine de kraldan çok kralcıların yola geleceğini sanmıyorum… Tarih bize bunu söylüyor…