“Kürt Açılımı” konusunda Milliyet gazetesine verdiği bir mülâkattan dolayı Hülya Avşar hakkında ceza soruşturması başlatılmış. İddia edildiğine göre, sanatçı, söyledikleriyle halkın bir kesimini başka bir kesimi aleyhine “kin ve düşmanlığa alenen tahrik” etmiş.
Bu olayın aklımıza ilk getirmesi gereken şu: Mevzuatta yapılan kimi değişikliklere rağmen Türkiye’de ifade özgürlüğü halâ tam olarak güvence altında değil. Bunun bir nedeni, ceza mevzuatının bu konudaki evrensel standartlardan uzak olmasıdır. Aslına bakılırsa, taslağının kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte yeni Ceza Kanunu’nun ifade özgürlüğü açısından problemli olan hükümlerine daha o zaman dikkat çeken birçok uyarı yazısı kaleme alınmıştı. Nitekim, düşüncelerini ifade ettikleri için halâ insanlar mahkum ediliyor veya soruşturma yahut dava baskısıyla sindirilmeye çalışılıyor.
Bunun başka bir nedeni de, hukuk uygulayıcıları arasında revaçta olan dünya görüşünün özgürlük karşıtı, devletçi ve otoriteryen olmasıdır. Yapılan araştırmalar, yargı camiasından sadır olan ifade özgürlüğünü boğucu yargı kararlarının tesadüfi olmayıp, bu dünya görüşünün mantıki bir sonucu olduğunu açıkça göstermektedir. Hülya Avşar hakkında soruşturma açan savcı bu konuda özel olarak istekli olsa da, bunun gerçekte yargının genel bir eğilimi olduğu açıktır. O kadar ki, bu örnekte açık bir şekilde görüldüğü gibi, yargı bu meseledeki tutumunu zaman zaman kanunlarda yapılmış olan iyileştirmeleri bile yok sayacak kadar ileri götürmektedir.
Bu soruşturmanın düşündürdüğü başka bir nokta, bunun doğrudan doğruya Kürt sorununun çözümünü baltalama amaçlı bir girişim olduğudur. Hukuki bakımdan tamamen temelsiz olduğu düşünülürse, bu girişim aslında soruşturmayı açan savcının Kürt Açılımı konusunda verdiği politik bir mesajdır. Savcı böylece Kürt Açılımına karşı olduğunu anlatmak istemektedir. Bu mesajın yargı camiasının genel eğilimini yansıttığı da maalesef bir gerçektir.
Oysa, özellikle içinde bulunduğumuz süreç ortamın yumuşamasını ve Kürt sorunuyla ilgili tartışmanın özgürleşmesini zorunlu kılmaktadır. Onun için, hem toplumda gerilimi artıracak çıkışlardan herkesin kaçınılması, hem de bu meselede toplumsal barışı sabote edici nitelikte olmayan her fikrin serbestçe açıklanmasına imkân tanınması gerekiyor. Her zamankinden daha fazla ifade özgürlüğüne ihtiyaç olan bir dönemde Hülya Avşar’ınki gibi çok masum bir açıklamayı bile takibata uğratmak akla ziyandır.
Bu soruşturmanın hukuki değil politik bir tutum alış olduğunu söylerkenki dayanağım, soruşturmanın sözümona hukuki dayanağını oluşturan Ceza Kanunu’nun 216. maddesinin kendisidir. Bu maddeye göre bir soruşturma açılabilmesi için hem ortada halkı birbirine karşı “kin ve düşmanlığa açıkça tahrik” eden bir eylemin bulunması, hem de bunun “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkarması” gerekmektedir. Oysa, adı geçen sanatçının sözleri düşmanlığa tahrik niteliğinde olmak şöyle dursun, tam tersine, Kürt sorununu çözme girişiminin akamete uğramasının toplumda daha fazla gerilim yaratacağını anlatmaktadır.
Belki daha da önemlisi, bu madde bakımından ceza takibatının söz konusu olabilmesi için, ortada kamu güvenliği açısından bir tehlikenin var olması, başka bir deyişle bu konuşmanın kamu güvenliğini fiilen tehlikeye atmış olması gerekir. Oysa, bildiğimiz kadarıyla, aradan geçen bir aylık süre içinde bu açıklamadan dolayı ne bir toplum kesimi galeyana gelmiş ne de kamu güvenliğini bozan bir toplu eylem baş göstermiştir.
Onun içindir ki, bu soruşturma hukuki değil, basbayağı siyasidir.
Star, 26.09.2009