İfade özgürlüğünü önemseyen, temel kavşak değerlerden ve haklardan biri olarak gören kimselere “ifade özgürlüğü suçu” kavramının tuhaf ve rahatsız edici görüneceği açık. Ancak, temel değerlerin mutlak ve sorunsuz olarak hayat bulduğu ideal bir dünyada yaşamıyoruz. Bu tür bir dünyanın kurulup kurulamayacağından emin de değiliz. Bu yüzden, tek adımda ideale ulaşmayı gözeterek havada kalacak taleplerle yola çıkmak yerine çok sayıda küçük adım atarak mesafe almaya çalışmak daha gerçekçi ve muhtemelen daha fazla işe yarayacak bir yöntem.
İfade özgürlüğü temel insanî değerlerden. Hem kendi başına -yani bir amaç olarak- hem de barış, uygarlık ve gelişmenin aracı -yani bir araç değer- olarak kıymetli. Ancak, tarihin her zamanında ve dünyanın her yerinde sorunlarla karşılaşmış. Bundan sonra da böyle olacağına şüphe yok. Kuvvetle bağlanılan görüşler, ortak olduğu iddia edilen değerler, yerleşik kurumlar, tarihî şahsiyetler ve nihayet güvenlik endişeleri ifade özgürlüğü açısından problem yaratan başlıca alanlar. Bu açıdan bakıldığında, ülkeler arasında ifade özgürlüğünün genişliği açsından farklar olmakla beraber, ortak olunan şey, her yerde her zaman tartışmalı alanların bulunduğu.
Türkiye hiçbir zaman dört başı mamur bir ifade özgürlüğüne sahip olmadı, olamadı. İfade özgürlüğünün genişlediği zamanlar da daraldığı zamanlar da yaşadı. Bugün de durum böyle. AK Parti iktidarları zamanında bazı alanlarda ifade özgürlüğü genişlerken diğer bazı alanlarda daraldı. 2013 Gezi olaylarından beridir yaşanılan çalkantılı iç siyasî hayat ve Türkiye’nin güvenlik sorunlarının ağırlaşması ifade özgürlüğünün bazı alanlarda gerilemesinin başlıca sebeplerinden biri oldu.
Türkiye’de ifade özgürlüğü ihlâllerinin çok sayıda kaynağı mevcut. Kuşkusuz, mevcut siyasî yönetimden sadır olan durumlar var. Ne var ki ifade özgürlüğü problemleri ne sadece bu iktidar zamanında yaşandı ne de sadece bu iktidarın kimi tutum ve tavırlarından kaynaklanıyor. Geçtiğimiz günlerde bir kadının Anıtkabir’de Atatürk için sarf ettiği sevimsiz, çirkin ve gereksiz sözlerin yer aldığı bir video sosyal medyada paylaşılınca büyük tepki doğdu. Kadın tutuklandı. Bir süre önce de Derin Tarih dergisi 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanunu ihlâl ettiği gerekçesiyle toplatılmış ve editörü Mustafa Armağan hapse mahkûm edilmişti. Yine geçtiğimiz aylarda bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ile birkaç ODTÜ öğrencisi de daha ziyade kamuoyu baskısıyla tutuklanmıştı.
Türkiye’de hemen her kesimin ifade özgürlüğünü savunmada çifte standartlı olduğu görülüyor. Herkes kendisi için önemli ve değerli olanın küfürlere, hakaretlere ve hatta eleştirilere karşı korunmasını istiyor ama aynı koruma ve hassasiyetten başkalarının da yararlandırılmasına istekli ve destekçi değil. En azından bu hususta kayıtsız. Bu yüzden, hiçbir kesim ben diğerlerinden daha fazla ve daha tutarlı ifade özgürlüğü taraftarıyım diyecek durumda değil. Sicili nispeten temiz olanlar az sayıda insanın barındığı liberal çevreler.
Mademki devrimci bir adım ve atılımla ifade özgürlüğü alanını birden genişletemiyoruz, o zaman sorunları azaltacak bir ilk adım olarak şunu önerebiliriz: İfade özgülüğüyle ilgili suçlarda tutuklu yargılama olmasın. Suç isnat edilenler tutuklanmadan yargılansın. İfade özgürlüğü kaynaklı suçlar fiziksel zarar yaratmaz. Fiziksel zarar vermeyen, yani fiziksel kurbanı olmayan suçların suç olma durumu daima tartışmaya açıktır. Bu yüzden, onların maddî unsurları olan suçlarla aynı muameleye tabi tutulmaması gerekir. Diğer taraftan, biliyoruz ki bu tür yargılamaların çoğu beraatla veya iş olsun kabilinden ve uygulanma kabiliyeti olmayan mahkûmiyetlerle sonuçlanıyor. Bu konuda çalışarak bir yüzde çıkarılsa durum daha iyi anlaşılacaktır. O zaman, genel olarak tutuklu yargılama için sayılan mahzurlar ifade özgürlüğüyle bağlantılı suçlarda daha fazla mevcut. Gereksiz ve haksız mağduriyetleri önlemek için bu tür suç isnatlarını ele alan yargılamalar tutuksuz yapılabilir. Bu bir kural hâline getirilebilir.
Tabiî bu kuralın hakkıyla işleyebilmesi için müspet gelişmelerin olması gereken birkaç alan daha var. İlki, yargı makamlarının bu tür suçlarda uzmanlaşması meselesi. İkincisi, yine yargı çevrelerinin toplum içinde -özellikle geleneksel ve sosyal medya aracılığıyla- yürütülen linç etme/hapse tıktırma kampanyalarından etkilenmemesi. Üçüncüsü ise bu konuda sesi duyulan kişi ve kuruluşların daha az ayrımcı olması. Yani doğru olan bu tarzı ayrım yapmadan herkes için savunması. Kamusal tanınırlığı ve etkisi olan kişiler yanında siyasî partiler başta olmak üzere önemli kuruluşların da bunu yapması.
İnanıyorum ki tutuksuz yargılama ifade özgürlüğü suçlarında birçok mağduriyeti önleyecek ve zamanla ifade özgürlüğünün genişlemesine katkıda bulunacaktır.