Gazetecilik mesleğine adım atan çoğu gazeteci bir gün genel yayın yönetmeni olma hayali kurar.
Bu doğaldır elbette. Bir gazeteyi avucunuzun içine alıp dilediğiniz gibi yoğurmak; ertesi gün yüz binlerce insanın ne okuyacağına karar vermek; tepenizde “ukala” bir editör olmadan dilediğiniz başlığı atmak; her gün yaptığınız gazeteyle birkaç düzine insanın hayatını değiştirdiğinizi bilmek az buz bir tatmin değildir.
Hele hele bu gazete Hürriyet gibi bir “amiral gemisi” ise, elinizdeki iktidar gücü, milletvekillerinin, parti başkanlarının, bakanların gücünü aşan, ancak başbakanınki ile kıyaslanabilecek bir iktidar gücüdür.
Evet, Hürriyet gibi gazetelerin genel yayın yönetmeni olmak, yarı tanrı olmak gibidir. İstediğinizi ihya eder, istediğinizi mahvedersiniz.
Ama bu iktidarın bir bedeli vardır. Ve bu öyle bir bedeldir ki yukarıda tasvir ettiğim büyük gücü sanal bir güç haline getirir.
Yani siz o koltuğa oturduğunuz anda, iş tanımı icabı avuçlarınızın içinde olması gereken iktidarın gerçekte başka yerde olduğunu anlarsınız. O başka yer, kurumsal adres değişse de genel anlamda statükodur; deriniyle sığı ile devlettir; kurulu düzendir…
Aslında sizden beklenen şey, kendiniz olmaktan vazgeçip statükonun sadık bir emanetçisi olmanızdır. Bu emanetçiliği ne kadar ustaca, yaratıcı bir şekilde ve iyi kamufle ederek sürdürebilirseniz, o makamda o kadar uzun süre kalabilirsiniz.
Bütün bu anlattıklarımdan sonra, benim Hürriyet’e genel yayın yönetmeni olmak denen şeyi, sevdiğim bir gazeteciye ancak beddua olarak kullanılabileceğim de anlaşılmıştır sanırım: Hürriyete genel yayın yönetmeni olursun inşallah!
X x x
Hürriyet’in yeni Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nu hep dürüst, ilkeli ve çaplı, işini ciddiye alan, insanda güven uyandıran bir gazeteci olarak tanıdım. Ve ne yalan söyleyeyim; Özkök’ün koltuğuna oturacağını öğrendiğimde şöyle bir cız etti içim: İşte büyük tornanın bıçağı şimdi onu yeniden biçimlendirmek için dönmeye başlayacaktı. Önce yavaş yavaş, giderek daha hızlı ama istenilen biçim ortaya çıkana kadar hiç durmadan dönecekti ve sonunda ne bizim ne de kendisinin tanımadığı yeni bir insan çıkacaktı ortaya…
Ya da… Bir ihtimal daha vardı: Emanetçiliği kabul etmemek… Kendi doğruları çerçevesinde gerçek bir genel yayın yönetmeni gibi davranmak. Bu takdirde o koltukta uzun süre oturması mucize gibi bir şey olurdu ama olsun; kısa süre için bile olsa, farklı bir Hürriyet’in yayınlanması statüko için son derece sarsıcı bir deneyim, demokrasi için ise büyük kazanç olurdu ve biz gazeteciler “devlet gibi” bir gazeteyi kısa bir süre için bile olsa sivilleştirebilen bir meslektaşımızla gurur duyardık.
Ne var ki şu ana kadarki ipuçları ve özellikle Dörtyol olayları ile ilgili son gelişmeler ikinci ihtimalin sadece teorik olarak mümkün olduğunu gösteriyor bize…
Okumuşsunuzdur; Dörtyol’daki saldırıda kullanılan arabanın sahibi MHP Payas Belediye Meclis Üyesi Bestami Kılınç gazetecilere bir açıklama yaptı. Açıklamasında şöyle diyordu Bestemi Kılınç: “Evimin bulunduğu yaylaya çıkmak üzere aracımla yola çıktım. Yolda Jandarma sivil istihbaratla karşılaştım. Beş dakika sonra onlar aşağıya indi, ben yukarı çıktım. Mermerin üst tarafından önce iki kişi sonra birkaç kişi daha göründü. Aracımı gasbettiler.”
Açıklamayı izleyenler arasında Doğan Haber Ajansı muhabirleri de vardı. Kılınç’ın bu açıklamaları Star, Taraf ve Hürriyet’in manşetindeydi. Ama ne hikmetse, Hürriyet’teki haberde Kılınç’ın arabasının kaçırılmasından beş dakika önce aynı yolda Jandarma İstihbaratçılarla sohbet ettiğini söylediği cümleleri makaslanmıştı.
Hürriyet, bu makaslamayla Kılınç’ın JİTEM’le ilişkisini saklamaya çalışıyordu ve bunu Susurluk ve Yüksekova çetelerini deşifre etmek için yaptığı başarılı haberlerle tanınan bir gazetecinin genel yayın yönetmenliği altında yapıyordu.
Bu acıklı tablo karşısında tek bir cümle yazabiliyor insan:
Buna değer miydi?
X x x
Savaş karşıtlarının çok sevdiğim bir sloganı vardır:
Düşünün ki savaş olmuş, kimse gitmemiş…
Hürriyet’in her biri birbirinden yetenekli yayın yönetmenlerini “öğüttüğünü” gördükçe bu sloganın bir başka versiyonu geçiyor kafamdan:
Düşünün ki Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği koltuğu boşalmış, hiçbir namuslu gazeteci oraya oturma teklifini kabul etmemiş.
Hayali bile ne kadar güzel, değil mi?
Bugün, 02.08.2010