İki hafta önce yolum Ankara’ya düştü ve bu sayede TEKEL işçilerinin Kızılay’daki çadırlarına ben de misafir oldum. Bu soğukta çektikleri çileyi yerinde gördüm ve durumlarına üzüldüm. Keşke imkan olsa da TEKEL işçilerine de, başkalarına da, istedikleri şartlarda iş imkanları sağlanabilse. Bunu istemek, insan olmanın doğal bir gereği.
Ancak Türkiye’nin imkanları sınırlı. Geç sanayileşen, serbest piyasaya geç adapte olan, “bilgi toplumu”na yeni adım atan bir ülke olduğumuz, yani kapitalist ekonominin henüz erken aşamalarında bulunduğumuz için, Türkiye’nin “milli pasta”sı hala epey küçük. Bu yüzden de Türkiye’deki çalışanların ortalama gelir düzeyi, ABD’deki veya gelişmiş Avrupa ülkelerindeki çalışanlardan çok daha düşük.
Kuşkusuz eğer Türkiye’ye daha çok sermaye girer, böylece daha çok üretim yapılır ve istihdam sağlanırsa, “işçi sınıfı”nın durumu da giderek iyileşir. Bir başka deyişle, kapitalizm ne kadar gelişirse, “milli pasta” o kadar büyür ve bu arada “emekçiler”in standartları da o kadar yükselir. Çözüm, uzun vadede budur.
Kısa vadede ise hükümet sınırlı olan kamu kaynaklarını dengeli biçimde kullanmak zorunda. İşte bu yüzden, TEKEL işçilerinin “çadır çilesi”ne üzülsem de, “işçiler ne istiyorsa hükümet onu vermeli” demiyorum. Dahası, Etyen Mahçupyan’ın Taraf’taki köşesinde on gün önce sorduğu soruları ben de tekrarlıyorum:
“Özelleştirmelerin olacağı belliyken acaba işçi sendikaları ne yapmışlar? Atıl işgücü olduğunu en iyi bilenler bizzat işçiler olduğuna göre, bu düzenin böyle devam edeceğini mi sanmışlar? 4/C uygulamasının koşullarını saptayanlar bizzat işçi sendikaları değil mi? Özelleştirme sonrasında yurtdışından elde edilen ve işçilere yeni işlere yönelik uyum eğitimi veren programlara acaba niçin hiçbir işçi katılmamış? ”
Dolayısıyla meseleyi hiç de DİSK başkanının dediği gibi “emekçilere yönelik topyekûn bir saldırı” olarak görmüyor, hükümetin mümkün olan teklifi yaptığını düşünüyorum. TEKEL işçilerine tavsiyem de 4/C uygulamasını kabul etmeleri.
Ancak asıl altını çizmek istediğim konu, başka. Bu, TEKEL işçilerinin gösteri hakkı. Hükümet, Kızılay’da süren gösterinin izinsiz olduğunu, bu ay sonuna kadar kendiliğinden dağılmaz ise “dağıtılacağını” söylüyor.
Bu “dağıtma”nın bir provasını bir ay önce Abdi İpekçi Parkı’nda görmüştük. Polis, basınçlı su ve gözyaşartıcı gaz kullanarak, hem işçileri hem de onlara destek veren muhalefet milletvekillerini darmadağın etmişti.
Bu hoyrat müdahale çok yanlıştı. Eğer polis iki hafta sonra da Kızılay’daki çadırları copla “dağıtmaya” kalkarsa, daha da yanlış bir iş yapmış olacak.
Çünkü ekonomik taleplerini haklı bulalım veya bulmayalım, TEKEL işçilerinin bu talepler adına gösteri yapma hakkı vardır.
Çünkü özgür ülkelerde insanlar başkalarına zarar vermedikleri, çevreyi yakıp-yıkmadıkları sürece istedikleri gibi gösteri yaparlar. Amerika’da Bush iktidarda iken Beyaz Saray’ın hemen karşısındaki parka çadır kuran göstericiler “ Bush, kitle katliamcısıdır” diye pankartlar asıp aylarca oturmuşlardı. Kimse “kamu düzeni bozuyorsunuz” gibi bahanelerle adamlara dokunmadı.
Aynı şekilde ay sonunda da kimse TEKEL işçilerinin kılına dokunmamalı. Hükümet, hem özgürlüklere duyması gereken bir saygının gereği olarak gösterinin devamına izin vermeli, hem de hangi niyetlere hizmet ettiğini bildiğimiz “ sivil faşizm”, “polis devleti” gibi yaftalamalara malzeme vermemek için.
Benden uyarması.
Star, 17.02.2010