Hukuk kontrgerillanın karargâhında

Şükürler olsun bu günü de gördük. Hukuk, derin devletin karargâhına girmeyi başardı!

1970’lerden beri adını duyduğumuz, 1 Mayıs katliamından Özal’a suikast teşebbüsüne kadar her türlü menaletin tezgahlandığı şer odağı olarak bildiğimiz ama bir türlü ulaşamadığımız kontrgerillanın, diğer adlarıyla Gladyo’nun ya da derin devletin kapılarını nihayet açtırdık. Hukuk o kapıdan içeri girdi.
Kozmik odalardaki aramadan Arınç’a suikast iddiası ile ilgili olarak ne çıkar bilemem. Ama o kapının açılmasının hukuk devletine doğru, devletin şeffaflaşmasına doğru atılmış çok büyük bir adım olduğundan eminim.

Darbeciler, suikastçılar, iç savaş kışkırtıcıları, provokatörler, andıççılar artık Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde hukukun giremeyeceği karargah, açamayacağı kapı olmadığını; derin devletin saklanabileceği hiçbir kuytuluk kalmadığını gördüler.

Demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne doğru giden yolda bundan büyük ilerleme olur mu?

***

Son adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu denilen kurum sözde ülkenin yabancı güçler tarafından işgali halinde halkın direnişini örgütlemek üzere kurulmuş.
Ama kuruluşundan bu yana, işgal mişgal söz konusu olmadığı için, “bari ben de boş durmayayım” diye herhalde, halka ve demokrasiye karşı derin devletin direnişini örgütlemek üzere faaliyette bulunmuş. Hatta bundan birkaç yıl önce yaptığı işi kılıfına uydurmak için görev tanımını da değiştirmiş. “Ülkenin siyasi işgaline karşı” örgütlenme şeklinde bir görev tanımı yapmış. (Tabii “siyasi işgal”den kastedilen AK Parti çizgisinin iktidara gelmesi olmuş oluyor!)

Böylece, bütün o andıçlara, hükümeti yıkma planlarına, Kafes eylem planlarına da aklınca “meşruiyet” kazandırmış!

Peki nasıl olmuş da bunca yıldır ülkenin başbakanlarının, cumhurbaşkanlarının bile giremediği bir alan yaratarak, hukuka kapılarını kapatarak yürütebilmiş bu faaliyetleri?

“Devlet sırrı” kavramı sayesinde…

Öyleyse bizler de, o kapının açıldığı bugünlerde, şu “devlet sırrı” denilen “dokunulmaz” kavram üzerinde biraz daha düşünmeye başlasak; her cümlemize “devletin elbette bazı sırları, bazı gizli operasyonları olacaktır ama” diye başlamak yerine şöyle bir durup sorsak iyi olacak: Neden devletin halkına açıklayamayacağı bazı sırları, bazı gizli operasyonları olsun?

Şimdi lütfen, şu devlet sırrı denen kavramı ikide bir getirip burnumuza sokanlardan bir Allah’ın kulu çıksın ortaya ve bize bir tane, devletin halktan gizli tutup da halkın hayrına yaptığı bir “iş” örneği göstersin.

Ah, evet biliyorum, sığınılacak ilk örnekler sınır dışı kimi operasyonlar, ASALA’cıların “temizlenmesi” ve benzeri olacaktır.
İyi ama, bir terör örgütünün liderini öldürmek, ister eski bir katil, ister resmi görevli yapsın; yargısız infaz değil midir? Ve yargısız infaz dünyadaki bütün yasalara göre suç değil midir?

Başka ülkelerin içişlerine burnunu sokmak, hükümet devirme komplolarına katılmak, bir savaşta taraflardan birine gizlice silah yardımı yapmak… Bu suçlardan hangisi savunulabilir?

Aslında devletin gizli operasyonları, kimsenin önüne çıkıp savunamadığı suçlarıdır. Ve eğer hukuk literatürüne bir katkıda bulunup “devlete yararlı suçlar”, “devlete zararlı suçlar” diye bir ayrım getirmeyeceksek, devletin gizli faaliyetlerinin herhangi birini savunma imkanı yoktur.

Öyleyse biz, “Devletin elbette gizli operasyonları, sırları olacaktır” demekle, “devlet elbette ki punduna getirdiğinde suç işleyecektir” demiş oluyoruz. Devletin, suçüstünde yakalanmamak, ele güne rezil olmamak kaydıyla suç işlemesine izin veriyoruz. Ondan sonra da kalkıp “temizlikten” söz ediyoruz.

Oysa devlet sırrı kavramını ve devletin gizli operasyon yapma hakkını prensip olarak reddetmeden devleti temizleyemezsiniz.
Biz, gerek Susurluk davası sırasında, gerekse Ergenekon davası sürecinde bir kez daha öğrendik ki, devlet içinde kurulan devletçiklerden, devletin ve politikanın her kademesinde herkesin haberi var. Adım gibi eminim ki; CIA’sından MOSSAD’ına bütün yabancı istihbarat örgütleri de biliyor. Bilmeyen bir tek halk. Yani devlet sadece halka karşı sır küpü…

Devletin ancak halktan gizlenmek kaydıyla korunabilecek bir yüksek menfaati olduğunu kabul etmek, devletin halkla çeliştiğini kabul etmektir. Bu durumda devletin menfaatleri, halka karşı bir hüviyet kazanmış ve meşruiyetini yitirmiş demektir.

Demokratik toplumlarda, devletin değil; halkın menfaatinden ya da güvenliğinden söz edilmelidir.

Demokrasinin özü de zaten budur.

Bugün, 01.01.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et