Saadet Partisi’ndeki gerilim, geçen günkü “olaylı iftar”la iyice yükseldi. Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un da katıldığı yemeği basan Erbakan yandaşları, masa-sandalye devirdi, arbede çıkardı, habercileri tartakladı.
Bir yandan da Erbakan’ı kast ederek topluca bağırdılar: “Hocaya sadakat şerefimizdir.”
Olayın çok çirkin olduğu ve Saadet’e ancak zarar vereceği açık. Protestocuları bu gibi “akli” gerekçelerle yermek de fazlasıyla mümkün. Ama meseleye biraz “İslami” açıdan bakmakta da fayda var.
Önce şunu belirteyim: Haberlere göre protestocular, Kuran’ı Kerim okunurken de slogan atmışlar. Oysa keşke, “Kur’an okunduğu zaman hemen onu dinleyin ve susun; umulur ki esirgenmiş olursunuz” ayetini hatırlasalardı. (Araf Suresi, 204)
Asıl değinmek istediğim nokta ise şu “hocaya sadakat şerefimizdir” lafı. Bu sloganı atanlar, belli ki Erbakan’ın izinden gitmeyi bir “üst değer” olarak benimsemiş durumdalar. Oysa, geçenlerdeki bir yazımda da belirttiğim gibi, İslami üst değer, şahıslara değil, ilkelere sadakattir. O yüzden de ilk halifeler devrinde, “Ömer’e sadakat şerefimizdir” gibi laflarla değil, aksine Hz. Ömer’e karşı kalkıp da açıkça eleştiriler getiren Müslümanlarla karşılaşırsınız.
Fakat “hocaya sadakat şerefimizdir” diyenlerin de kendilerince gerekçeleri var. Bunları bir süredir izliyorum. En çarpıcısını geçenlerde eski Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu’nun “Milli Görüş Forum” sitesindeki bir yazısında okudum. Koyu bir “Erbakancı” olan Müftüoğlu, bu tutumuna iki sebep öne sürüyordu.
Birincisi, ona göre, Erbakan “Allah dostu”ydu. Ve, “Allah dostlarının gönüllerinden düşenlerin yerde zerresi dahi bulunmaz”dı.
İyi ama Erbakan’ın “Allah dostu” olduğunu (ya da başkalarından daha fazla öyle olduğunu) nereden biliyorsunuz? Siz öyle “hüsn-ü zan” etseniz bile, bu neden herkes için bağlayıcı olsun? Kalpleri bilen bir tek Allah değil midir?
Dahası, “Allah dostu” bilinmeyi “iktidar” için bir gerekçe saydığınızda, çok tehlikeli bir şey yapmış olmuyor musunuz? Bu, asıl hedefi iktidar olan sahte “Allah dostları”na davetiye çıkarmaz mı?
‘Erbakan’ın lütf-u ihsanı’
Müftüoğlu’nun ikinci argümanı daha da tuhaftı. Kurtulmuş’u ve ekibini kastederek şöyle diyordu:
“Onlara makam lutfeden, onları milletvekili, bakan, Genel Başkan yardımcısı yapan kendi özellikleri değil, Necmettin Erbakan’ın lütf-u ihsanıdır. Ama onlar kadr-ü kıymet bilmemişlerdir.”
Buradan, Erbakan’ın söz konusu kişileri ehil olmadıkları halde önemli görevlere getirdiği gibi bir sonuç çıkıyor. Eğer öyleyse, hoca yanlış bir iş yapmış.
Fakat daha da kritik bir nokta var üstteki satırlarda: Yazar, Erbakan’ı, istediğine makam-mevki dağıtan bir “velinimet” gibi görüyor.
Bu da şu soruları geliyor akla: Acaba “hocaya sadakat” adına ortalığı yıkanlar, veya onların akıl hocaları, bu “lütuf” sisteminden yararlanageldikleri için mi öfkeliler? Savundukları “şeref”in altında, Müslümanca bir “davaya sadakat” duygusunun ötesinde, dünyevi bir “patronaj” ilişkisi de mi var?
Saadet’in iç yapısı hakkında hemen hiç bir şey bilmiyorum, dolayısıyla cevap vermek haddime düşmez.
Ancak davalarına samimiyetle bağlı olan Saadetliler için samimi bir şey söyleyeyim:
Numan Kurtulmuş’la bir kez bir araya geldim. “Allah dostu” mudur, bilemem, ama emin oldum ki tertemiz bir Müslüman ve “adam gibi adam.” Siyasetin iyice kabalaştığı ülkemizde de nezaket timsali bir “beyefendi”.
Çirkin protestolara karşı verdiği olağanüstü olgun tepki de bunun ispatı değil miydi zaten?