HDP’nin Kendi Seçmenine Yaptığı Haksızlık

Millet İttifakı (İyi Parti’nin masadan ayrılmasına rağmen halen öyle tanımlamak gerekiyor mu bilmemekle beraber) ile HDP ilişkisi açıklanmaya muhtaç gibi duruyor. Çok tuhaf ve siyaseten ahlâkî olmayan bir ilişki biçimi söz konusu bu tarafta.

Evet, ahlâkî değildir. HDP’nin bu muameleden rahatsız olması gerekmektedir. Yüzde 11-13 bandında bir seçmeni olduğu belirtilen, her seferinde 6 milyon oy aldıklarını hatırlatan ve “halkın iradesi” ifadesini çok kullanmayı seven bir aktör kendi oyları üzerinden hesaplar yapılıyor olmasına rağmen, bu süreçten nasıl bir kazanç elde edecekleri belirsizliğini koruyor. Ancak bu ahlâkî sorunun tarihi yeni değildir; 7 Haziran 2015 seçiminden bu yana çok anlamlı bir ilkeymişçesine devam etmektedir. Yani neredeyse son sekiz yıldır istikrarlı bir şekilde HDP kendi seçmenine haksızlık etmekte ve siyaseten ahlâkî olmayan bir tutum sergilemektedir.

Hatırlayacak olursak 7 Haziran 2015 seçiminden sonra kimse tek başına hükümeti kurma yeterliliğini sağlayamamıştı. CHP – Ak Parti koalisyonuna CHP’liler “parti karışır” gerekçesiyle olumlu bakmamıştı. HDP büyük bir akıl tutulmasıyla “Ak Parti’nin dışında herkesin elini sıkarız” ifadeleriyle Ak Parti ile olası bir koalisyona kapıları kesinlikle kapatmıştı. MHP Ak Parti’nin çözüm süreci ve demokrasiyi güçlendirici açılımlarından rahatsız idi. Geriye CHP-MHP-HDP koalisyonu kalmıştı.

Bu denkleme ise MHP ve Devlet Bahçeli razı değildi. Bahçeli ve kurmayları o günlerde HDP’yı rencide edecek düzeyde açıklamalar ile bu teklifi reddetmişti. Yani o süreçte ikna edilemeyen aktör Bahçeli olmuştu. Yoksa CHP 132 milletvekili, MHP ise 80 milletvekili almış olmasına rağmen Devlet Bahçeli’ye başbakanlık teklif edilmiş; HDP ise sahip olduğu 80 milletvekiline rağmen dışarıdan destek olmaya hazır olduklarını ifade etmişti. “Dışarıdan destek” gibi siyasetin doğasına aykırı bir kavram her halde kanaatimce Türkiye siyasî literatürüne HDP sayesinde girmiştir. Bu destekle hükümet HDP oylarıyla kurulmakta ama HDP hükümet ortağı sayılmamaktadır. Bu destekle birileri iktidara gelmekte ama destek veren bir kesim vebalı muamelesi görmektedir. Normal şartlarda bir siyasî aktör böyle bir muameleyi kabul etmez. Bu hem kendilerine hem de kendi seçmenine haksızlık olur. Ancak HDP 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri tutunduğu bu siyasî kabul edilemezliği 2023 yılında halen devam etmektedir.

Bugün de Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı kim olursa olsun HDP’nin desteğini arkasında var sayıyor. Yani HDP dışarıdan destek olma ilkesini sürdürmeye devam ediyor. Arada kendilerinin de inanmadığı ve aynı gün “öyle demek istemedik” gibi cümlelerle düzeltme gereği duydukları “kendi adayımızı belirleriz” çıkışları olmakla beraber Millet İttifakı’nı destekliyorlar. Millet İttifakı’nın masasında CHP’yi varsaymasak, en azından, anket sonuçlarına göre İyi Parti dahil diğer partilerin toplam oyları kadar oyu olan HDP’ye bir koltukta oturma hakkı verilmemiştir. Kamuoyunun masada haberdar olduğu, seçmenlerin yüzde birinin bile oyunu almayı başaramayan bir siyasî parti bile masada kendisine yer bulmuşken HDP meclisteki üçüncü büyük siyasi parti olmasına rağmen masadaki müzakerelerde en azından kamuoyu önünde yer almamaktadır. Açıklanan parti metinlerine bakıldığında parlamenter sistemi destekliyoruz gibi CHP ve Masaya paralel açıklamaların yapıldığı görülmektedir. Selahattin Demirtaş masada oturanlardan çok zaman önce adaylarının Kılıçdaroğlu olduğuna işaret etmekteydi.

Açıkçası Masada Kılıçdaroğlu değil de başka bir aday öne çıkmış olsaydı HDP’nin tutumunun değişeceğini düşünenlerden değilim. Bakmayın öyle Mansur Yavaş aday olursa oy vermeyeceklerini ifade eden HDP’li kimi siyasi aktörlere. Zira aynı HDP burada ifade ettiğim gibi 2015 yılında Türkiye’yi hükümetsiz bırakmayacakları veya üzerlerine düşen demokratik duruşu sergileyecekleri gibi söylemlerle Devlet Bahçeli başbakanlığında CHP-MHP koalisyonunu üstelik dışarıdan destek vermeye hazır olduklarını ifade etmişti. Devlet Bahçeli’nin başbakanlığına dışarıdan destek olmaya hazır bir parti elbette Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığına da demokratik tutum veya daha yaratıcı başka bir söylemle destek olacaklardır.

Peki, HDP neden böylesi bir tutum içine girmektedir? Tek bir sebeple açıklanabilir: HDP siyasî bir aktör değildir. KCK (PKK) yapılanmasının bir parçası olarak kendisine verilen talimatları uygulamaktadır. Bu talimatları tartışma fonksiyonları yoktur. İçinde yer aldıkları KCK yapılanmasıysa doğası gereği diktatöryel bir anlayışa sahiptir. Bu tedrisattan geçen herkes kendisine saçma gelen, doğru gelmeyen kararların bile “mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır” gibi bir gerekçeyle otosansürle destek olmaktadır. Bu desteğin yegâne sebebi bu olmamakla beraber en güçlü ve genel sebep budur.

HDP’deki bütün bu siyasî akıl tutulmasının, bir siyasî aktörün kabul edemeyeceği tutumun, kendi seçmenini düşürdüğü durum ve saire şeylerin sebebinin HDP ile değil; KCK ile açıklanabileceği kanaatindeyim. Burada HDP’ye genel olarak milliyetçi gerekçeler ile yarım asırdır süren bir çatışmanın yarattığı duygusal bağlar ve alternatiflerinin yokluğundan dolayı kendilerine oy veren seçmen sadece istismar edilmektedir.

KCK o dönemlerde, Çözüm Süreci’nin çökmesinin de sebebi olan Suriye’de almak istedikleri siyasi otoritenin gerçekleşmemesinden Erdoğan’ı sorumlu görmektedir. İmralı Görüşme Notları’na yansıyan ifadelere göre; Öcalan ve KCK Suriye’de Türkiye’nin askerî operasyon yapmasını istememekte ve kendi varlıklarının kabul edilmesini istemektedir. Hükümet ise bu talebi reddetmiş ve bu söylem karşısında kırmızı çizgilerinin Suriye’nin toprak bütünlüğü olduğunu ifade ederek çözüm sürecini fiilen bitirmiştir. O günden beri Erdoğan karşısında kim olursa olsun destekleme politikası sürdürülmüş ve HDP de bu politikayı desteklemek dışında bir şey yapmamıştır. Hendek çatışmalarının temel söylemi “Saray yıkılana ve Erdoğan gidene kadar savaşma” idi. Bahçeli başbakanlığında CHP-HDP koalisyonunun HDP tarafından desteklenmesinin yegâne sebebi Erdoğan düşmanlığı idi.

Bugün de bu tutuma devam edilmektedir ve Erdoğan karşısında kim olursa olsun destek politikasının süreceği kanaatindeyim. Kılıçdaroğlu ise bu desteğin konsolide edilmesini Bahçeli’ye göre daha da kolaylaştırmaktadır. Kılıçdaroğlu bu süreçte sınır ötesi operasyonlara destek vermemiştir; HDP belediyelerine atanan kayyumları eleştirmiştir; kendisinin ve CHP’nin oylarıyla Selahattin Demirtaş’ın cezaevine girmesinin önünün açılmış olmasına rağmen, cezaevinden çıkacağı sözünü vermektedir. Yani Kılıçdaroğlu, HDP tabanının kendi adaylığı yönünde konsolide edilebilmesi için gerekli çabayı özenle göstermektir.

Bu çabaların Kürt Meselesi’nin çözümü, Türkiye’de demokratik bir hukuk devletinin inşası, özgürlükçü ve çoğulcu bir kamu otoritesinin tesisi açısından bir anlamı yoktur. Esasen bütün bu ve daha fazla meselenin anası CHP’nin kendisidir. Ak Parti’nin Kürt Meselesi’nde attığı insan haklarını güçlendirici adımların dahi ne olacağı hakkında bir görüş belirtmekten kaçınan Kılıçdaroğlu HDP’nin dışarıdan desteğine talip olmaktadır. HDP oylarını en az CHP oyları kadar kendi oyları var saymaktadır. HDP ise KCK’nin bir alt yapısı şeklinde misyonunu tanımlamasının doğal sonucu olarak KCK’nin politik tutumundan dolayı Erdoğan karşısında kim varsa destek olmayı, kendi siyasî partilerini ve seçmenlerini rencide edici, siyasî bir nezaket içermeyen tutumlara itiraz edemeyecektir. Bu kompozisyondan özelde Kürtlerin ve genel olarak Türkiye’de demokrasinin, özgürlüklerin ve refahın faydasına bir sonuç çıkacağını düşünenlerden değilim.

 

Yazarın ilgili başka yazıları
Sorunun Ne Olduğu Değil; Çözümün Ne Oluğu Önemlidir – 1

Sorunun Ne Olduğu Değil; Çözümün Ne Olduğu Önemlidir – 2

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et