Hayyam’ın Teraneleri

Ortaokuldayken Ömer Hayyam’la tanışmış ve rubailerini okumuştum. Dün gibi hatırlıyorum, 4 mısralık bu şiirler beni oldukça etkilemişti. Sanıyorum lise yıllarımda, Amin Maalouf’un Semerkant adlı eserini ilk kez okuduğumda Ömer Hayyam’a olan ilgim ve hürmetim artmıştı. Sonrasında Semerkant’ı kaç kez daha okudum bilmiyorum ancak hâlâ bir şeyler beni bunalttığında Semerkant’ın sayfaları arasında dolanırken bulurum kendimi. Ömer Hayyam’ın eserlerindeki derinliği de Hayyam’ı her okuyuşumda daha çok fark ederim.

Üniversite yıllarımda, sırf Hayyam’ın rubailerini Farsça okuyabilmek için Farsça dersleri almaya başlamıştım. Ne yazık ki ileri seviyelerde Farsça’yı halen öğrenmedim ancak bulduğum ilk fırsatta Farsça’mı ilerletmek hedeflerimden birisidir.

Geçtiğimiz günlerde ise bir kitapçıda dolanırken Hayyam’ın Teraneleri adlı esere denk geldim. Yazarını görünce kitabın kapağını dahi açmadan aldım ve bu ince eseri birkaç saat içerisinde bitirdim. Eserin yazarı, ünlü İranlı yazar Sadık Hidayet idi. Sadık Hidayet; Kör Baykuş, Hacı Ağa, Üç Damla Kan gibi eserleri ile ülkemizde tanınan “Doğu’nun Kafkası” olarak anılan bir yazardır. Sık sık karşılaştığımız “tek korkum; yarın ölebilirim, kendimi tanıyamadan...” sözü de Kör Baykuş adlı eserinde geçmektedir. Yeri gelmişken, Sadık Hidayet’in özellikle Hacı Ağa adlı eserinin okunmasını tavsiye ediyorum.

Bu yazıyı sizlere Hayyam’ın Teraneleri adlı eseri tanıtmak ve yıllardır Hayyam’ı ve Hayyam’a dair yazılanları okuyan birisi olarak esere ilişkin birkaç notumu paylaşmak amacıyla kaleme aldım.

Öncelikle Hayyam’ı anlayabilmek için belli konularda en azından temel düzeyde bilgi sahibi olmak gerektiğini belirtmem gerekir. Çünkü Hayyam’ın rubaileri derin atıflar içermekte ve bana kalırsa neticeye ulaşmaktan ziyade sorular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ayrıca Hayyam’ı anlayabilmek için bana kalırsa mutlaka Hafız-ı Şirazi’yi ve hatta Goethe’yi de okumak ve anlamak gerekir. Çünkü Hafız, Hayyam’dan; Goethe ise Hafız’dan çokça etkilenmiş ve esinlenmiştir.

Diğer yandan Hayyam’a ilişkin en belirgin tartışma ise (Hayyam’ın Teraneleri adlı eserde de bu konu tartışılmaktadır) Hayyam’ın dindar biri mi yoksa hayatı şaraphanelerde geçen biri olup olmadığı yönündedir. Kimileri der ki hayatı matematik, astronomi, tıp, felsefe ve İslam ilimleri ile geçmiş ve oldukça yetkin olan Ömer Hayyam, şarabı ancak tasavvufî manada övmektedir.  Kimileri ise rubailerinde (Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun / Cennet-i alâ meyhane midir?/ Her mümin’e iki huri’ diyorsun / Cennet-i alâ kerhane midir?) cenneti dahi sorgulayan Hayyam’ın klasik İslam anlayışında olmayan (hatta bazılarına göre inanmamaktadır) biri olduğunu söylemektedir. Güzel olan şudur ki Hayyam’ın nasıl bir hayat tarzına sahip olduğunu bizler hiçbir zaman bilemeyeceğiz, bilsek de Tanrı olmadığımıza göre onu yargılayamayacağız. Ve dahası Dostoyevski okuyanlar bilir ki insan çokça karmaşık bir varlıktır. Velhasıl, bana kalırsa Hayyam’ın rubailerinde tartışılması gereken en son şey onun yaşayış biçimidir. (Yeri gelmişken sahabeden yasaklanmasına rağmen içki içmeyi bırakmayan Abdullah El Hımar olarak bilinen Nuayman B. Amr’ın hayatının okunmasını da tavsiye edeyim.)

Sadık Hidayet’in Hayyam’ın Teraneleri adlı eseri Prof. Mehmet Kanar hoca tarafından dilimize kazandırılmış ve YKY tarafından basılmıştır. Burada başlıkta geçen “terane” sözcüğünün anlamına değinmek faydalı olacaktır. Nişanyan Sözlüğe göre “terane” Farsça “çalgı sesi, velvele, şiire eşlik eden musıki anlamına” gelmektedir. Prof. Dr. Kanar tarafından Farsça’da bir kalıp olduğu belirtilen bu kelimenin Türkçe’de olduğu gibi bir mecazi anlamı da bulunmadığından Sadık Hidayet’in başlığının farklı anlaşılmaması gerekir. Yine kitapta “Şair Hayyam” bölümünde dipnotta geçtiği üzere, Hartmann’a göre rubaiye terane denilmekte, teranelerin şarkı tarzında okunduğu belirtilmektedir.

Eser, “Çevirmenin Sözü” ile başlamakta ve Hidayet’in “Filozof Hayyam”, “Şair Hayyam” adlı iki yazısı ile devam etmekte sonrasında ise Hayyam’ın Teraneleri’ne hem Türkçe transkripti ile hem de çevirisi ile yer verilmektedir.

Çevirmenin Sözü kısmında Prof. Kanar, Hayyam’ı şu şekilde tarif etmektedir:

Ömrü boyunca gerçeği arama peşinde oldu. Araştırmalar yaptı. Kapılmadı hayallere. Araç olarak kullandı pozitif bilimleri büyük matematikçi, fizikçi, astronom, hâzık doktor ve doğa bilimcisi. (…)

Sonra dönüp insanlara baktı. Evrenin sonsuz zamanı karşısında bir göz kırpmak kadar sürmeyen insan ömründe benlik davası, mal, mülk, para, şan, şöhret, batıl inançlar, anlamsız savaşlar vesaire vesaire…”

Giriş kısımında ise Hidayet Nişaburlu Ömer için şu ifadeleri kullanmaktadır:

Gerçekten de bir insan yüz yıl yaşasa ve günde iki defa dinini, inancını, meşrebini değiştirmeye kalksa, böylesi düşünceleri dile getirmeye gücü yetmez.”

Gerçekten de Hayyam’ın ifadeleri öyle kuvvetlidir ki şaşırmamak elde değildir. Örneğin İslam dünyasında kitaplar dolusu tartışılan “kötülük problemini” dört mısrada insanın yüzüne öyle bir vurur ki insanın hayrete düşmemesi mümkün değildir:

Var mı dünyada günaha girmeyen? Söyle.

nah işlemeyen nasıl yaşar? Söyle.

Ben kötü ediyorum, sen kötü cevap veriyorsun.

Nedir öyleyse aramızdaki fark? Söyle.”

Kitapta “Filozof Hayyam” bölümünde ise Hayyam’ın rubailerindeki düşünceler anlatılır. Hayyam’ın evrenin sırrını insanın çözmeye kapasitesinin yetmeyeceğini söylediği, anı yaşamak gerektiğini savunduğu, ölümü sürekli işlediği ve karamsar bir yapısı olduğu anlatılır. Hidayet tüm çıkarsamalarını Hayyam’ın rubaileri ile örnekleyip açıklar.

Tam olarak bu noktada büyük düşünür Sadık Hidayet’in, filozof Hayyam’ın işaret ettiği problemleri ve akıldaki soru işaretlerini irdelemek yerine daha maddeci bir anlayışla baktığını ve bana kalırsa Hayyam’ın referanslarını tam manasıyla yansıtamadığını da ifade etmeliyim. Ancak bilinir ki, en nihayetinde insanlar meseleleri kendi zaviyesinden yorumlarlar. Belki de Hidayet’in penceresidir doğru olan, kim bilir?

Kitabın hem “Filozof Hayyam” hem de “Şair Hayyam” bölümünde şüphesiz en çok baskın olan konu ise -rubailerden kaynaklı olarak- şaraptır. Çünkü Hayyam’ın şiirlerinde mutluluğun asıl kaynağı -sembolik veya gerçek- şaraptır. Hayyam diğer Farsî şairler gibi kadını değil şarabı öne çıkarmayı tercih etmiştir:

İçmeye bak. Peşinde gam olan şu ömür

İyisi mi geçsin uykuyla ya da sarhoşlukla!”

 “Ey fetva sahibi, çalışkanız senden daha;

Bunca sarhoşluğa rağmen ayığız senden daha

Sen insanların kanını içersin, biz üzüm kanını

İnsaf et n’olur, hangimiz hunharız daha?”

Son olarak kitapta da tartışıldığı üzere Hayyam’a ait olduğu sanılan pek çok rubainin Hayyam’a ait olmadığını da ifade etmek gerekir. Ancak bazı rubailer o kadar ustalıkla taklit edilmiştir ki ayırt etmek oldukça zordur.

Yine de bu dünyadan bir Hayyam geçmiştir ve makamı, mevkiyi, şanı, şöhreti reddedip düşünsel bir çığır açmıştır. Doğu’dan Batı’ya pek çok kişinin çalıştığı Nişaburlu Ömer, ne yazık ki bize ait olmasına rağmen bizim medeniyetimizde daha ürkekçe yaklaşılan bir kişiliktir.

Yazımı Hidayet’in Hayyam için söylediği “Onun buruk ve acı şarabı eskidikçe, kıymeti daha da artmaktadır“ sözü ve Leyla The Band tarafından Hayyam’a ait rubailerin harika bestesi ile bitirmek istiyorum:

“Her sabah bi’ gün doğarken bi’ gün de eksilir örden

Her şafak bi’ hırsız gibi elinde bi’ fenerle

Cehennem boşuna

Dert çektiğimiz günler, cennet gün ettiğimiz dünler

Ey zaman, bilmez misin ettiklerini?

Bir düğüm ki; ne sen çözebilirsin, ne ben!” Hayyam

https://youtu.be/RrGjK28-2TY

Av. Haldun Barış

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et